KIZIL GÖZYAŞLARI-31
Hava alanın iki yüz metre ilerisinde yirmi kişilik bir
otobüs bizi bekliyordu. Otobüsün yanına geldiğimizde, yaşı elli-elli beşlerde,
kır saçlı, saçlarının ön tarafı dökük, iri gözlü, topalak burunlu, esmer tenli,
hafif çopur yüzlü bir aydavcı (sürücü-şöför)
karşıladı bizi.
Aydavcı da Qakura gibi Özbekistan'da varını yoğunu
satmış, Anavatan Kırım'da öleyim diye gelmiş, elindeki parası ile bir küçük otobüs
almış; bununla geçimini sağlayan bir Kırım Tatar Türkü idi.
Cennet Vatan Kırım'a gitmeyi karar verdiğim günden beri
tesadüf olaylarla karşılaşıyordum. Bu da Yüce Yaradan'ımın bana bir lütfü idi
sanırım. Cennet adının diğer bir ismi Firdevs'ti. Halamın adı da Firdevs'ti.
İşte yine böyle bir tesadüfle karşı karşıya idim; Aydavcımızın adı Rüstem,
Rahmetli katbabayımın adı da Rüstem'di.
Beni çocukluğumda atı ile gezdiren Rüstem kartbabayımın
adı ile aynı olan benim milletimden Aydavcı
Rüstem'in otobüsüyle, her halde bir aksilik olmazsa, gezimiz boyunca
seyahat edecektik.
Şoförümüzün adı ile dedemin isim benzerliği beni çok
memnun etmişti. Aslında gümrük kapısında hayal kurmuştum ve kurduğum hayalde
de; Rüstem kartbabayımla gümrük kapısından içeri girmeden kapıda
karşılaşmıştık, yüzünü hiç göremediğim babası Mustafa kartbabayımla beni
tanıştırmış ve “Niye geç kaldın?” diye de soru sormuştu... Aydavcımız Rüstem'in
otobüsünde Cennet Vatan Kırım'da seyahat ettikçe, Rüstem kartbabayımın beyaz
atının terkisinde gezmiş gibi olacaktım.
Bu yüzden sevincime diyecek yoktu....
Şimdi nerden çıktı “Aydavcı”
kelimesi diye belki kızan olacak. Bende bu kelimeyi ilk duyduğumda şaşırmıştım;
ama, hoşuma da gitmişti. Köyümüzde aydavcı kelimesini hiç duymamıştım. Annem
babamda üyümüzde (evimizde)hiç
kullanmamıştı. Gerçi bir arabamız yoktu; olsa idi belki bu kelimeyi onların
dudaklarından işitecektim. Ya da kullandılar da ben hatırlamıyordum.
Kırım Tatar Türkçesi'nde bu kelime var mı yok mu,
Kırım'da bu kelime kullanılıyor mu kullanılmıyor mu bilmiyordum.
İsterseniz bu kelimeyi nereden öğrendiğimi size kısaca
anlatayım:
Komşum Ankara Müftü Yardımcısı Eşref Can bir gün “Şükrü
seni bir Tatar köyüne götürmek istiyorum. Orada senin dilini konuşan insanlarla
tanışırsın. Belki akraban da çıkar. Hem de güzel bir piknik yapar, döneriz. “
dediğinde,
“Hocam bu köyün adı ne ve nerede? “ diye sormuştum.
”Köyün adı Lezgi. Ankara'nın kuzeyinde bir Tatar köyü.
Buraya yirmi-yirmi beş kilometre uzaklıkta. Köyün imamını tanıyorum. Yanıma her
ay başı maaş almaya geldiğinde, beni bu köye davet ediyor. Senin de işin yoksa
bu pazar gidelim” demişti. Ben de “tamam hocam” demiştim.
Pazar günü Lezgi köyüne gittik. Lezgi köyü aynı bizim köy
gibi iki dağ arasına yerleşmiş, dağlarında meşeler bulunan küçük güzel bir
Tatar köyü idi. Elli-altmış tane, bahçeli ve tek katlı evler, vadinin her iki
yamacına sıralanmıştı. Uzaklarda yeni yapılan iki katlı yazlık evler göze
çarpıyordu. Meşelikler içerisindeki Lezgi köyünü görünce, kendi kendime
“Kırım'dan göçen Kırım Tatar Türkleri, Kırım dışında genelde Yeşil Kırım'da
yaşadıkları yerlere benzer olan tabiatı seçmişler. Lezgi köyünün kartbabayları da
herhalde bizim köylüler gibi hem çiğ börek aşamak için, hem de Cennet Vatan
Kırım topraklarına benzediği için bu dağlık ve ağaçlık vadiyi tercih etmişler”
diye düşündüm.
İmamın bahçesinde köftelerimizi kızarttık. Soğuk
ayranlarımız içtik. Güzel bir piknik yaptık. Öğle namazını camide kılmak için
köyün üst yamaçlarından dolaşarak gitmek istedik. Yolumuzun üzerinde bir köy
ilkokulu vardı. Okulun yanında geçerken içeride beş altı kişinin okulun
tamiratı ile uğraştığını gördük. “Selamüm aleyküm. Kolay gelsin. ” dedik. Benim
gibi saçları dökülmüş olan biri elindeki işi bırakıp:
“Aleyküm selam, hoş geldiniz” dedi, hepimizin ellerini
birer birer sıktı, daha sonra diğerleri de bizlere “Hoş geldiniz” dediler.
İmam hazretleri beni ve Eşref beyi tanıştırdı. Benim
özellikle Tatar olduğumu söylemişti yanımıza gelen insanlara. Hepsinin
yüzlerine baktım. Hepsinin betleri katıksız Tatarız diyordu. Bize ilk hoş
geldiniz diyen saçı dökük ve adının İslam olduğunu söyleyen arkadaş bana ardı
ardına Tatarlığım ile ilgili birçok sorular sordu: ”Kayerlisin? Nerde
şalışasın? Kayda oturuyorsun “gibi. Bende dilimin döndüğünce kendimin katıksız
bir Tatar olduğumu anlattım.
İslam Bey Keçiören Belediyesi’nde çalışıyormuş. Köylerine
bir dernek kurmuş. Öğrenci sayısı azaldığı için kapanan köy ilkokulunu dernek
binası yapacaklarmış. Viraneye dönen okulu bu yüzden tamir ediyorlarmış.
İslam Beyin yanında bulunanlar da İslam Bey gibi
gençlerdi. Yaşları hemen hemen benim yaşımda idi. İşte İslam Beyin kendi köyüne
hizmet etmek için yaptığı bu gayretli çalışma, içimdeki benim kendi köyüme bir
dernek kurma fikrinin tohumunu atmıştı. “Benim de köyümün böyle bir derneği
olmalıydı, köyümün insanları da Kırım Tatar Türkü benliklerini, geleneklerini,
göreneklerini, dillerini ve kültürlerini unutmamalıydılar, birbirleri ile
yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamalıydılar” diye o günden itibaren düşünmeye
başlamıştım. Bunu ben başara bilir miyim diye de kendimi o gün bir hesaba çekmiştim.
Devamı haftaya…..