Servet Kabaklı, 24 Eylül 2003 tarihli
“Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi”nin “Gün Işığı Köşesi'nde “Gönülleri
birleşenler!...” yazısında:
“Bizim
gönlümüzde, “gönüldaşlık merdiveni”nin ulaştığı yüce yolun adı “Ülkü Yolu” dur.
Bu yolda, yalpa yapmadan, dosdoğru yürüyenler de “Ülküdaş” olurlar. Eğer ülkü
birliği yapan insanların gayeleri, ülküleri temiz ve “Hak”tan yana ise, Cenab-ı
Hakk da onlara nice güzellikleri ,
yoldaş ve ülküdaş eder.
“Ülkü Yolu”nun
yolcuları, öncelikle külfete taliptirler. Karşılarına çile dağları, zulum
uçurumları da çıksa, “Ülküdaşlar”, gönüllerini geçit, sabırlarını köprü
yaparlar, o dağları, uçurumları aşar geçerler. Kolay da olsa yanlış ve kötü
yolları değil, engebeli, karlı-boranlı da olsa, doğru iyi ve hak bildikleri
yolları seçerler.
“Ülküdaşlar”
elbette ihlâs sahibi olmakla, bir olmakla, diri olmakla ve iri olmakla kuvvet
kazanırlar. Eğer “Ülküdaşlar” milletimiz için, “dilde, fikirde, işte birlik”
için, “çile yolu”na çıkmayı göze alabilmişlerse önce bizzat kendi, nefislerinde
tatbik etme mecburiyetleri vardır birliği ve dirliği. Ülküdaşlık, gönüllerin
birlik seferine çıkması hâli ise, birlik fikri, öncelikle tek gönüllere
yazılmalı ve aşk mührü ile tasdik edilmelidir.”
diyor.
İşte “Kırım Ülkü Yolu” nun iki eri;
Qaqura ile ben, birlik fikrini ,
öncelikle gönüllerimize yazmak ve aşk mührü ile tasdik etmek için, Akmescit
Hava Alanında “Al Bayrakla Gök Bayrağı”nın kucaklaştığı gibi “gönüllerimizi
birleştirmiş” idik.
Görme engelli ama bir çok
gören insandan dünyayı daha iyi görebilen; sazıyla sözüyle gönül tellerimizi
titreten ve kalbimizde taht kuran; ama
sağlığında gerçek dostlarını yazdığı dizelerde bulamadığı anlaşılan Merhum Halk Ozanı Aşık Veysel:
“Dost dost
nicesine sarıldım,
Benim sadık yarim kara topraktır.” demiş.
Bense bu halk ozanımızdan
biraz şanslıydım; yaptığı bestelerle ve
söylediği yırlarla Kırım Tatar Türkleri'nin çilelerini ve neşelerini Aşık
Veysel gibi dile getiren bir dostu, bir gönüldaşı, bana sadık yar olacak Cennet Vatan
Topraklarında tapmıştım (bulmuştum).
Birbirimize ne kadar sarılı durduk şimdi
hatırlamıyorum. Çünkü bu kucaklaşma yıllardır birbirinden ayrı kalmış; biri
Anavatan Türkiye'de doğmuş, biri de 18 Mayıs 1944 yılında babasının sürgüne
gönderildiği Özbekistan topraklarında dünyaya gelmiş, hemen hemen yaşları aynı
iki kardeşin yıllar sonra kartbabaylarının vatanlarında kavuşması,
kucaklaşması, hasretlik gidermesi idi.
Uçakla Kırım'a gelirken
İstanbul semalarında iki boğazı birleştiren köprüyü gök yüzünün çok
yükseklerinde seyrederken, böyle bir köprünün benzerinin Anavatan ile Kırım
arasında kurulup kurulmayacağını hayal etmiştim. Bir adım geri çekildim. Ellerimi Qaqura'nın
iki omuzu üzerine koydum. Qaqura da iki elini benim omzuma koydu. İnanın aynı
bir boğaz köprüsü olmuştuk. Bir birimize bakışıp durduk. Bir anda ikimiz
arasında bir dostluk köprüsü kurulmuştu. Karadeniz üzerinden geçen bu dostluk
köprüsünün bir ayağı Anavatan Türkiye'de,
diğer ayağı da Cennet Vatan Kırım'da idi.
Sanki birbirimizi yıllar önce
tanıyorduk; yıllar önce dost olmuştuk, gönüldaş olmuştuk. Her ikimizinde
yüzleri gülüyordu. Server Qakura'ya, duyamayacağı bir şekilde içimden ”Vatanın neresi? Milletin kim?” dediğim de; sanki “VATANIM-QIRIM, MİLLETİM-QIRIM” dediğini ve şu dizeleri içinden geçirdiğini hissettim:
“Güzelsin,
güzel, dağların yüce,
Yürekten
barsın-tiz çöker ecel.
Sendedir,
bilmem, ömrümnin sırrı,
Yalınız
sensin yüregim yırı
Dünyada
barsın, ey, ana-Qırım!
Sen menim
bitmez, tükenmez yırım
Vatanım-Qırım, milletim-Qırım
Ölüm
de-Qırım, tirim de Qırım
Talamaq içün yaptılar ırım
Ezdiler
meni, ölsin dep, yırım,
Taqtılar
lağap-oldım men tatar,
İstegen
meni sağ-solğa satar
İcretten
qaytam ep tamçı, tamçı,
Zabitler
ura ep qamçı, qamçı,
Tişlerim
sıqıp, yol aldım Orğa,
Çal atım
menim yelayaq corğa”
Şiirin son mısralarındaki “İcretten qaytam ep tamçı, tamçı,/ Zabitler
ura ep qamçı, qamçı, “ sözleri ile irkildim; birileri benim de sırtıma kamçı ile vurur
gibi oldu. Bugüne kadar bu kamçıları yiyen mağdur milletimin duyduğu aynı
acıyı sırtım da ben de hissettim. Zaten bu mısraları duyupta, sırtında bu
kamçıların acısını hissetmeyen bir Kırım Tatar Türkü'nü düşünmek bile
istemiyorum.
Devamı haftaya…..
Eşref Şemi-Zade, (Server Qakura, “Vatan
Kırım-Türküler ve Nağmeler”,
Ankara, 1998)