Koronavirüs'den dolayı Büyükşehirde yaşayanlara şehir dışına çıkmak yasak olduğundan; ilçem Alaca’daki baba vatanındaki bahçemize bu sene ekim-dikim yapamadım. Bu egomu tatmin etmek için oturduğum apartmanımızın bahçesini değerlendirmek istedim.
Yöneticimizden “ Bahçeyi bellemek ve sebze ekmek için” izin talep ettim. Sağolsun “ Şükrü Bey, belleyip ekebilirsin” dedi. Ulus ‘tan “marul, kıska, ıspanak, roka ,maydanoz “ tohumları aldım. Evde, geçen yıl aldığım çillenmiş soğanlar da vardı. Eşim “ Şükrü, bu soğanları da bahçede değerlendir. “ dedi. Ben de “ Çok iyi olur” dedim.
“Bismillah “ deyip, bel ve kürek alıp bahçeye indim İhtiyar olmama rağmen, her gün bir iki saat çalışarak, bahçemizi baştan aşağı güzel bir şekilde belledim. Komşumdan aldığım tırmıkla da toprağın içindeki çer-çöp, ot ve taşları temizledim. Sebzelerimi ektim. İki hafta sonra soğanlarım kendilerini göstermeye başladı. Allah nasip ederse Ramazan ‘da soframızda yerini alacak.
Bana, “Yazının başlığında ‘Lamba Şişesi Ektim’ diye yazmıştın. Apartmanın bahçesine ektiğin sebzelerin içinde ‘lamba şişesi’ yoktu. Sonra bu lamba şişesi neyin nesi? Sen bizimle kafamı buluyorsun?” diyenleri, kızanları, burnundan soluyanları, hatta yazıyı okumadan sayfadan ayrılanları hisseder gibiyim.
Şimdi sıkı durun “ Lamba Şişesi” ile ilgili hikayeme geçiyorum....
Lamba şişesini bilmeyen var mı?
Bizim nesil ve bizden önceki kuşak ( doğum tarihi 1960 ‘dan önce doğanlar) “lamba şişesinin" ne olduğunu ne işe yaradığını çok iyi bilir de; “Z” mi diyorlar “Y” mi diyorlar internet ortamında doğmuş, onunla gece gündüz benim gibi hemhal olan; bir elinde cep telefonu, “bir elinde ayna, umurunda mı dünya” diyen “Dijital Nesil “ hiç bilmez! Arkadaşlarımın arasından bu yeni kuşaktan olacaklarını da düşünerek “ lamba şişesi"nin üzerinden bir teğet geçeyim.
Lamba : “Gazyağı ve benzeri yanıcı bir madde yakarak ya da içindeki teller elektrik akımıyla akkor durumuna geçerek ışık veren, aydınlatmada kullanılan bir alet “ diye, tarif etmiş; Türk Dil Kurumu Sözlüğünde.
Benim anlatacağım “Lamba “ ; camdan yapılmış, alttaki geniş haznesine gaz yağı konulan; içinde bu gazı emen bir fitili olan; üst kısmında lamba şişesinin yerleştirildiği ve hazneden gelen fitili aşağı yukarı hareket ettiren bir mekanizmasıyla, aydınlatmada kullanılan bir alet ; lamba şişesi de bu aletin üzerine yerleştirilen "alt tarafı şişkin, yukarıya doğru on/on beş santimetre boyunda yuvarlak baca şeklinde çıkan camdan yapılmış bir koruyucu... "
Bizim kuşak işte bu aydınlatma aracının loş ışığı altında yıllardır ders çalıştı. Her akşam evin genç kızı veya hanımı akşam karanlık bastırmadan lamba şişesini, lambadan dikkatli bir şekilde kıvırarak çıkarır; temiz , yumuşak bir tülbentle ( bayanların başlarına örttükleri örtü) lamba şişesinin yukarı ve aşağısındaki küçük deliklerden içine tükürür, bir gün önceki akşam yanan fitilden çıkan ve iç kısımlarına yapışmış siyah islerin ( kara lekelerin) temizliğini yapardı..
Parmağının ulaşamadığı yerlere de tülbenti sardığı küçük bir çubukla içinde dolandırarak lamba şişesini pırıl pırıl hale getirirdi. Akşamda kibritle hazneden aldığı gazla beslenen fitili yakar, duvardaki bir çiviye lambanın arkasında ışığı yansıtan aynanın üzerindeki tutturma yerinden asardı. Bu temizlik yapılmazsa, zaten odayı çok az aydınlatan gaz lambasından istenilen verim alınamazdı....
Lamba Şişemizi, annemin de çok temizlediğini çocukluğumda şahit oldum. Hatta biraz büyüyünce bana da temizletmek istedi. Daha ilk denememde lamba şişesini kırmıştım . Yedek lamba şişemiz de olmadığından o akşam odamızda çok kötü bir gaz kokusu ve duman yayılmıştı. Demek ki lamba şişesi ; yanan fitilin ve gazın kokusunu , dumanını; alt tarafı şişman, üst tarafı boru şeklindeki sistemi içinde tolere ediyordu....
Annem şu anda doksan beş yaşında. Çok şükür eli ayağı tutuyor, ihtiyaçlarını kimsenin yardımı olmadan kendi yapabiliyor. Sadece alzaymır rahatsızlığı var. Bu hastalık kişilerde unutkanlık yaptırıyor. Annemde de beş altı yıldır unutkanlık başladı; hastalanmadan önceki geçmişini çok iyi hatırlıyor ama bir dakika önce sorduğu soruyu ve hastalandıktan sonraki hayatını hiç hatırlamıyor.
Buna da dua ediyorum. Annem, bu hastalığı döneminde çok sevdiği Kıbrıs Gazisi Ağabeyim Satılmış’ı , geçen yılda benim küçüğüm Yusuf kardeşimin ölümlerini gördü. Bu ölümler annemin sağlıklı yıllarında olsa idi ; yıkılır, belki de bugüne kadar yaşayamazdı. Unutkanlığı olduğu için bu ölümler hiç aklına gelmiyor ve bundan dolayı da üzülmüyor. Demek ki yaşlılıkta alzaymır hastalığının da bir hikmeti varmış!...
Kızkaraca köyü yolunda yirmi beş dönüm tarlamız var. Her yıl bu tarlayı ortağına ektiriyorum. Elde edilen gelirle de baba ocağındaki ahşap evin sağını solunu tamir ettiriyorum; bahçenin çevresine çit çektiriyorum, bahçeye meyve ağaçları dikiyorum; mısır , domates, patates , soğan vb sebzeler ekiyorum; bahçeye gelen herkese ikramda bulunuyorum... Babamızın alın teri ile kazandığı tarlanın geliri ile yine onun ocağını tüttürmeye gayret gösteriyorum...
Alaca ilçemde yaşayan Alzaymır Hastası Annemi ziyarete gittiğimde, elini öpüp, hal hatırını sorduktan sonra aramızda her zaman ektireceğim tarla ile ilgili şu konuşma geçer;
İlk soruyu annem sorar:
“ Şükrü, tarlayı ektirdin mi?
“Ektirdim Anne..”
“ Ne ektirdin?”
“Lamba Şişesi ektirdim Anne”
“O para etmez ki . Kime ektirdin?”
“Vadi’ye.”
“İyi etmişsin. Ne de olsa ;Vadi Emmi’min torunu.”
Aslında annem “ lamba şişesi ektirdim” dediğimde , “ O para etmez!” dediği şeyin ne olduğunu hastalığından dolayı bilmiyordu. Bunun üzerinde de hiç durmuyor, bu sözün arkasından hemen “ Kime ektirdin?” diyordu.
Vadi, köylümüz ve annemin Mürsel Emmisinden iki kuşak torunu ve köyümüzün muhtarı Vahdettin Seçir'di...Tarlamızı ortağına o ekiyordu bir kaç yıldan beri..
Bir iki dakika geçmez annem tekrar , tekrar “ Şükrü , tarlayı ektin mi?” sorusunu sorar, ben de “ Lamba şişesi ektirdim” der, hiç usanmadan, bıkmadan anneme cevap verir ve arkasından gülerdik...
Anneme yaptığım “ Lamba Şişesi” esprisini, yıllar önce Kızıllı’da öğretmenlik yaptığımda çok sevdiğim Emin Abiden duymuştum. Emin Abi bu kelimeyi bana söylediğinde annem de bir kaç metre ilerimizde okulun bahçesine sebze ekiyordu...
Alaca ilçemizin Kızıllı Köyünde öğretmenlik yapıyordum. Yanımda müdür olan bu köylü Hasan Ezer öğretmenlikten ayrılıp Fransa’ya çalışmaya gitmişti . Ben de okulun lojmanına yerleşmiştim.
Okul, lojman, kömürlük ve tuvaletler taştan yapılmış; çok güzel olan bahçesi de taşlarla örülüp çevrilmişti. Okul benim çok hoşuma gitmişti. Bizden önceki öğretmenler yüze yakın meyve ağacı, kavak , gül dikmişlerdi. Güzel bir havuz ve havuzun yanında da çardak vardı ama her iki eserde bakımsızlıktan dökülüyordu. Kavak ağaçları kurumaya başlamıştı. Köylüler "Toprağın altında kil var, bu yüzden bu toprakta kavaklar kuruyor" demişlerdi bana. Hem köy tarafında hemi de okul bahçesi tarafındaki çeşmelerden akan sular, kavak ve meyve ağaçları suluyordu. Bahçe de sebze yetiştirmeye çok müsaitti.
Annemle, ben de lojmanın önüne patates, soğan, fasulye, maydanoz ekelim dedik. Hatırladığım kadarıyla 1980 yılının Nisan ayının son pazarı idi. Ben toprağı belliyorum, annem de sebzeleri ekiyordu...
Lojmanın yakınlarındaki evlerden komşu bir bayan yanımıza gelmişti. “Şükrü, hoca bereketli olsun. Ne ekiyorsunuz ?“ demişti. Ben de ektiklerimizi söylediğimde komşumuzun şu sözlerini hiç unutamıyorum: “ Şükrü Hoca, patatesi nasıl ekiyor sunuz?”
Kızıllı, bir muhacir köyü idi. İlçeye yedi kilometre uzaklıkta idi. Köylüler her gün ilçeye gidiyorlardı; kahvede oyun oynamak, ihtiyaçlarını görmek için.Tarlalara sadece buğday, arpa, pancar ekiyorlardı. Bağ, bahçe kültürü yoktu. Köyde tavuk besleyen bir elin parmağını geçmezdi. Çoğu aile yumurtayı Alaca’dan satın alıyordu. Ben bile öğleleri Kadir Amcadan, köy yumurtasını paramla satın almak istesem yoktu. Köyde genelde şehir hayatı kültürü hakimdi. Köylünün yetiştirmesi gereken bir çok ürün şehirden temin ediliyordu. Enterasan bir köydü: Kızıllı.
Bu yüzden lojman komşumuz, patatesin nasıl ekildiğini bilmiyor ve haklı olarak bize soruyordu. Annem de komşumuza patatesin ekilişini uygulamalı olarak göstermişti. Ben de bir köylü kadınının patates ekmeyi bilmemesine o yıllarda çok şaşırmıştım...
Yarım saat sonra da okulun giriş kapısına yakın taş duvarın kenarında “Şükrü Hoca, kolay gelsin, Lamba Şişesi mi ekiyon ?...” diye, seslenen Emin Abiyi gördüm.
Emin Abi çok hoş sohbet, kalender, misafirperver, hanedan ve esprili hayat dolu bir insandı... Onun kendi hayatından veya başkalarından duyduğu ve bana anlattığı hikayeleri, fıkraları yazmadığıma şimdi çok pişmanım.
Emin Abinin az da olsa hayatı ile ilgili “ Öksürtüyor abi” hikayesini yayımlamıştım... Okumanızı tavsiye ederim..
Annemle lojman komşumuz sohbet ederken, elimdeki beli kenara bırakıp, Emin Abinin yanına gittim. Hoş beşten sonra :
“ Emin Abi, lamba şişesi mi ekiyon? dedin. Ben bundan bir şey anlamadım.“ dediğimde, Emin Abi :
“Şükrü Hoca, okumuş öğretmen olmuşsun ama lamba şişesinin ne olduğunu bilmiyorsun. Sana okulda öğretmediler mi lamba şişesini “ dedi , ardından da rahmetli kahkahalarla gülmeye başladı...
Emin Abi gülerken ben bayağı bozulmuştum. Ne diyeceğimi şaşırdım. Ters bir cevap veripte kalbini kırmak istemiyordum. Gülmesinin bitmesini bekledim ama ben renkten renge girmiştim. Baktım, Emin Abinin gülmesi uzun sürecek :
“Emin Abi, sen herhalde benimle dalga geçiyorsun! Lamba şişesinin ne olduğunu biliyorum. Lambaların üzerine aydınlanmak için taktığımız cam şişesi. Bunu biliyorum da lamba şişesinin toprağa ekildiğini bilmiyorum. Sizin köyde yoksa lamba şişesi mi ekiliyor?” dedim.
Emin Abi, benim konuşmamdan alındığımı, hatta kızdığımı anlamıştı. Gülmesini sonlandırır sonlandırmaz “İllaki Şükrü Hoca, ben sana o lamba şişesinden bahsetmiyorum. Akıl var!...izan var!...Camdan yapılan şişe hiç ekilir mi? Ben de seni çok akıllı bir öğretmen zannediyordum!...” demesin mi?
Ölür müsün öldürür müsün ? Emin Abimin zaman zaman böyle soğuk esprilerini bilmesem, konuşmam ve tavrım daha farklı olurdu ama yine de hafiften, çaktırmadan içimden kızıyordum.
“Emin Abi, Allah aşkına, o zaman şu lamba şişesi esprini açıkla da, ne olduğunu öğreneyim de rahatlayayım. Yoksa fıtık olacağım. “
“Şükrü hoca, bana kızdığını hissediyorum. Bak şimdi anlatacağım. Ama önce bir soru soracağım. Bilemezsen bana şu karşıdaki Bakkal Kadir’den bir lamba şişesi alacaksın. Tamam mı “ dedi.
Ben de başımı sallayıp “ Tamam. Sor “ dedim.
Emin Abi “ Şükrü Hoca , evlerde aydınlatma aleti lamba şişesine benzeyen hangi sebze var?” dedi.
Düşündüm, taşındım, esnedim kaşındım; annemle ektiğimiz patatese, fasulyeye, soğana, baktım. Hiçbirine benzetemedim.
Ben düşündükçe ; Emin Abinin gözlerinin içi gülüyordu. Baktım olmuyor: “Emin abi, bulamadım. Sen kazandın. Şu bilmeceyi açıkla da merakım gitsin. “ dedim.
“Şükrü hoca, lamba şişesi ekiyon mu dediğimde , sana soğan ekiyon mu ?demek istedim. “
“ Emin Abi, soğanı lamba şişesine nasıl benzettin? Seninki de tam kel alaka. Dur bekle. Annemle soğanın küçüklerinden ekiyoruz. Bir tanesini getireyim de bana bunun lamba şişesine benzediğini izah ette, anlayayım” dedim ve kıska dediğimiz soğanın küçük bir tohumunu getirip, Emin Abinin eline tutuşturdum. Arkasından da iddiayı sanki kazanmış biri gibi:
“ Emin Abi, Bakkal Kadir amcanın dükkanı açık. Ben iddiayı kazandım. Lütfen bir tane lamba şişesi alıp, gel “ dedim.
Emin Abi elinde tuttuğu soğanın tohum kıskayı evirdi, çevirdi: hafif yeşermeye baş göstermiş kısmını yukarı doğru tutarak, tam gözümün hizasında getirdi ve konuşmaya başladı:
“Şükrü Hoca, şu elimdeki soğanın tohumuna dikkatli bak. Sen, şimdi bu tohumu toprağa attığını bi düşün. İki ay sonra bu tohum, toprak altında yumruk şeklinde olacak. Toprak üstünde de dalları çıkacak. İşte o zaman soğanı söktüğünde bu neye benzeyecek? Düşün bakalım “ dedi.
O anda, iki ay sonra yetişecek “KELLE SOĞANI “ gözümün önünde canlandırdım; Gerçekten de yeşil dalları olan yumruk kadar büyüklüğünde yetişmiş “KELLE SOĞAN “ lamba şişesine benziyordu.
“ Emin Abi, yaptın yine yapacağını. Evet iddiayı kazandın. Esprine önce kızmıştım ama şimdi çok hoşuma gitti” dedim, arkasından ben de makaraları koyverdim. Tabii Emin abide o güzel tatlı kahkahası ile bana eşlik etti.
Bu olaydan tam otuz yıl sonra, Malatya'da
Merkez Bankasında görev yaptığımda bankanın lojmanında bekar kalıyordum. Eşim ve
çocuklar Ankara'da ikamet ediyorlardı; iki haftada bir cumartesi , pazar günleri yanlarına
gidiyordum. Mutfakta masa üstünde bir kelle soğan bırakmıştım. Bu kelle soğan
masada ne kadar kaldı bilmiyorum. İki hafta izin alıp Ankara'ya gelmiştim. Tatil dönüşü Malatya'ya döndüğümde masamdaki yukarıda gördüğünüz kelle soğan
yeşillenmiş, dal budak sarmış; aynı Emin Abinin tarif ettiği "Lamba Şişesine" benzemişti. Hemen Emin Abiyi
telefonla arayıp, lojmanda " Lamba Şişesi" yetiştirdiğimi söyleyip,
olayı anlatmıştım ve çok gülmüştü bana...
Emin Abiyi her hatırladığımda aklıma “
lamba şişesi” geliyor. Emin Abi şimdi bu dünyada yok. Mekanı cennet
olsun..Allah gani gani rahmet eylesin.
O gün bugün ben bahçede sebze ekeni
gördüğümde “ Emin Abi gibi, lamba şişesi mi ekiyorsun?”diyorum.
Karşımda ki kişide , aydınlatma aracı olarak kullanılan lamba şişesini bilenler
“ Şükrü, lamba şişesi ekilir mi?” , bilmeyenler de “
Lamba şişesi de neymiş? “ diyorlar...
Sizler de “ Lamba Şişesi “nin
ne olduğunu öğrendiniz sanırım..
Ben de işte Korona nedeniyle İlçem
Alaca’ya gidemediğimden, binamızın bahçesine bu sene bugünlerde “lamba
şişesi ektim” ve toprağın üzerinde dalları yeşil yeşil boy göstermeye
başladılar; altındaki yumrunun da büyümesi biraz zaman alacak
Rabbim, “lamba şişelerinin yeşil
dallarını “ Ramazan ayında , yumrusunu da şu KORONA meret mikrobunun
gideceği söylenen TEMMUZ ayında, yedirmeyi nasip etsin.
Amin..
Nasıl buldunuz “ Lamba Şişesini?”