KIZIL GÖZYAŞLARI-24
« EY KIRIM TATAR BALASI, İŞTE SENİN BURASIDIR
(KIRIM) VATANIN »
”Vatansızlığın
acısını vatansız kalmayan bilemez diyor Kırımlı
kardeşimiz.“ Bu yüzden vatanın ne demek
olduğunu diasporada yaşayan kartbabaylarımız kendilerine bağrını açan Anavatanı
kaybetmemek için kimi zaman Yemen çöllerine koşmuş, şehit ve gazi olmuşlar;
yıllardır eşini yemenden dönüşünü bekleyen gözü yaşlı kartanaylarımın
dudaklarından ise şu türkü hiç düşmemiş:
«Adı yemendir,
Gülü çemendir,
Giden gelmiyor,
Acep nedendir»
Kimi zaman
Çanakkale Savaşı'na gözü kapalı koşmuşlar; bedenleri ile etten duvar örmüşler;
Çanakkale yi geçilmez yapmışlar; Merhum Mehmet Akif’in şu şiirinde övdüğü bir
asker olmuşlar:
“Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir HİLÂL uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdât inerek öpse o pâk alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHİD’İ..
BEDR'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitap...
Seni ancak ebediyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek KÂBE'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsamda, ridâ namiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecramiyle;
Ebr-i nisanı açık türbene çatsamda tavan,
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem;
Gündüzün fecri ile âvizeni lebrîz etsem;
Tülenen maribi, akşamları, sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı SALÂHADDİN'i
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki,âsâra gömülsen taşacaksın... Heyhat!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor PEYGAMBER?”
Kimi zaman
Kurtuluş Savaşı'na koşmuşlar; Yunan'ı İzmir'e kadar kovalamış, denize
dökmüşler.
Kimi zaman
Dumlupınar’da; kimi zaman Kocatepe'de al-yıldızlı bayrağı yere düşürmemiş, ölümüne savaşmışlar; Güzel Anavatanımızı
düşman çizmelerinden temizlemişler.
Geriye
binlerce şehit, binlerce kolu bacağı kopmuş gazi, binlerce dul kadın, binlerce
yetim kalmış...
Yetim kalan
babaylarımız da yoklukla ve kıtlıkla savaşmışlar; Kırım’ın neresinden
geldiklerini babaylarının dizlerine oturup ta soramamışlar ya da
düşünememişler. Bu yüzden onlara hak veriyorum ve “Nereden geldiklerini bir
yere yazmamışlar“ diye de hiç kızmıyorum kartbabaylarıma...
Kendi
imkânlarımla da “ kartbabaylarımın Kırım'ın neresinden geldiklerini“ bir türlü
tespit edememiştim bugüne kadar. “Ama bu o kadar da fazla önemli değil “
diyordum kendi kendime. Önemli olan bu cennet vatan toprağında yaşayan, benim
dilimi konuşan, benim gelenek ve göreneklerimi yaşatan, benim çiğ böreğimi,
göbete mi, kaşık böreğimi, tabak böreğimi, alişke çorbamı pişiren insanlar
bulabilmek; onlarla kucaklaşabilmek, onlarla ağlayabilmek, onlarla
gülebilmek...
Bakın Ziya
Gökalp şairimiz “Türkoğlu’nun vatanının
neresi olduğunu“ şu dizelerle ne güzel anlatıyor:
«Bir ülke ki, toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkûre bir, lisan, âdet, din birdir
Meb'usanı temiz, orda Boşoların sözü yok,
Hududunda evlâtları seve seve can verir:
«Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!»
Şairimizin
dediği gibi mefkûresi bir, lisanı, âdeti ve dini bir, Meb'usları temiz ve
Boşaların sözünün olmadığı bir vatanı görmek için gelmiştim Güzel Kırım'a. Ama
gümrük kapısından çıkar çıkmaz ilk olarak karşıma mefkûresi bir, lisanı bir,
âdeti bir, dini bir olan bir Kırım Tatar Türkü yerine, bu cennet vatan toprağına
yıllardır gözünü dikmiş, zorla işgal etmiş bir Rus veya bir Ukraynalı
çıkacağını düşünüyordum
İşte bu da
beni kahrediyordu!
Beni çok
üzüyordu!
Bu duygularla
adımımı attım Akmescit Gümrüğü'nün son çıkış kapısından. Kapının önünde uçakla
gelen yolcuları karşılamak için toplanmış insanlar, heyecanlı heyecanlı
boyunlarını kapıdan içeri sokup, akrabalarını arıyorlardı.
Beni
karşılayacak hiç bir akrabam olmadığından bunların yüzüne bakmadım. Bir iki
adım attım. Tam karşımda gülümseyen, bana kollarını açan, yaşının genç olmasına
rağmen sürgün yollarında saçları ve bıyığı kırlaşmış tanıdık bir sima
duruyordu. Hiç tereddüt etmedim; bu şahıs « Server
Kakura » idi. Kendisini bir ay önce Kırım Türkleri ve Yardımlaşma Derneği'nde « Kırım Ansamblisi »ni getiren ekip başı olarak
tanımıştım. Kakura'nın yanında da yine Akif'i bekleyen iki tane güzel Kırım
Tatar kızı duruyordu. Bu güzel kızlarımızı da görür görmez hatırladım. Bunlarda
bir zamanlar TÖMER'de Türkçe öğrenmek için Türkiye'ye gelmişlerdi ve Dernekte
tanışmıştık.
Bizim
geleceğimizden Server Kakura'nın nasıl haberi olmuştu? Daha sonra düşündüğümde
bu sorunun cevabını bulmuştum: « Kırım Ansamblisi »nin Türkiye
turnuvasını Akif arkadaşımız organize etmişti. « Bu yüzden Akif Bey
geleceğimizi Server Kakura'ya bildirmiş olabilir » dedim.
Server Kakura
elini uzattı ve « Koş keldiniz
Güzel Kırım'a » dedi, arkasından da « Akif kayda kaldı?» diye
sordu.
Evet, duam
kabul olmuştu. Beni, benim dilimi
konuşan, benim kültürümü bu cennet vatanda türküleri ve besteleriyle yaşatan
bir Kırım Tatar Türkü karşılamış ve bana « Hoş keldiniz Güzel Kırım 'a» demişti. Hemen Gökalp'ın
şiirini hatırladım:
«Ey Kırım Tatar balası, işte senin burasıdır
(Kırım) vatanın!» dedim, bu cennet
vatanda ilk gördüğüm temiz ve asil yüzlü Server Kakura'yı doya doya kucakladım.
Devamı
haftaya…