“AYGIR (EFENDİ) HOCA!..-1-”
Aygır Hoca'nın torunu Ahmet Taşdemir.
Rus uşakları,
O’na babayiğitliğinden ve çok cüsseli olduğundan dolayı “Aygır Hoca”, Kırım Tatar
Türkleri ise Rus uşaklarının aksine; namı Bahçesaray sınırlarını taşmış, gözü
kara yiğit mi yiğit, âlim mi âlim olan “Efendi Hoca” derlermiş.
Efendi
Hocanın, annesinin adı Saadethan, babasının adı Mehmet imiş. 1829 yılında
Bahçeray’ın şirin bir köyünde dünyaya gelmiş. Çok akıllı çok zeki bir çocukmuş.
Babası derin bir hoca imiş. Daha küçük
yaşlarında ona Kur’an-ı öğretmiş. Efendi Hoca yedi yaşına geldiğinde Kur’an-ı
ezberlemiş ve köyünde bu yaşta ilk hafız olan bala unvanını almış.
Bahçesaray'daki
Zincirli Medresede tahsilini başarıyla bitirip hocalık payesini almış.
Bahçesaray köylerinde hocalık yapmaya başlamış. O yıllarda Rus baskısı gittikçe
artıyormuş. Bir yandan hocalık yaparken bir yandan da Rus emperyalizmine karşı koymaları için
halkına dini ve milli vaizler vermeye başlamış. Beyaz atıyla gece demeden gündüz
demeden köy köy dolaşırmış.
“Hazırlıklı olun. Yakında Ruslar, Kırım Tatar
Türkleri'ni Kırım'dan Sibirya Tundralarına sürecekler, bizleri öldürecekler,
bizleri yok edecekler. Aman ha. Aman ha. Herkes silahlansın. Dört yüz yıldır
bize ait bu vatan topraklarını Rus'a karşı koruyalım, onlarla savaşalım. Bir ve
beraber olalım.” diye halkını gelecek olan tehlikeye karşı uyarıyormuş.
Tarihin
kendisine yüklemiş olduğu bu vazifeden kaçamazdı; ucunda ölüm dahi olsa bunun
idrakindeymiş. Çünkü O Kırım’a sevdalı bir vatansevermiş; O bir âlimmiş; O bir
lidermiş...
Babasının
balalığında eline tutuşturduğu “Tarak
Tamgalı Gök Bayrağı” hiç yanından ayırmamış ve kulağına söylediği şu
sözleri de hiç unutmamış:
‘Balam
bu bayrak senin. Bu toprak senin. Güzel Kırım senin.’ Bu topraklar kartbabaylarının kanları ile
sulandı. Sakın ola ki Cennet Vatan Kırım topraklarını, Ruslara teslim etmeyin.
Yoksa hakkımı helal etmem!..’
Bu duygularla
büyümüş. Bu duygularla medrese tahsilini yapmış. Aldığı dini eğitimle de “Vatan Sevgisi” iyice pekişmiş Efendi
Hoca’da.
Rus uşakları
1783 yılında Kırım'ı işgale etmişlerdi. Bu tarihten itibaren yüz yıllardır Kırım'da
yaşayan Kırım Tatar Türklerini vatandan uzaklaştırmak için ellerinden gelen her
türlü melaneti yapıyorlardı; İşkenceler, katliamlar sıradan bir hal haline
gelmişti... Verimli topraklar, bahçeler zorla ellerinden alınıyordu. Kırım’ı
terk edin diyorlardı. Yapılan zulme dayanamayan Kırım Tatarlarının bir kısmı Osmanlı-Rus Kırım Savaşı’ndan (1850-1854)
sonra dalga dalga göçüyorlardı. Hatırı
sayılır sayıda bir nüfus ise Rus uşaklarından yılmamıştı, korkmamıştı,
vatanlarını terk etmemişlerdi.
Bir çınarın
dallarının budanması, kesilmesi çınarı kurutmuyordu. O çınarın kuruması için
köklerinden sökülmesi gerekiyordu. İşte yüz yıldır öldürülmelerine, işkencelere
maruz bırakılmalarına rağmen Kırım Tatar Türkleri vatanlarını bir türlü terk
etmemişti. Bunların çınar gibi toptan köklerinden sökülmesi gerekti. Bu yüzden
her geçen gün zulmün şiddeti artıyordu…
1874’te Çar
ll. Aleksandr tarafından bütün imparatorluk tebasına ve Kırım Tatarlarına da
mecburi askerlik mükellefiyetinin getirilmesini duyan Aygır Hoca, Kırım Tatarlarının “Rus uşağına asker olmaktansa savaşarak
şehit olalım bu vatan için” diye halkını vaazlar vermiş. Ve köy köy, şehir
şehir dağ demeden tepe demeden gezmiş.
Çarlık rejimi
Aygır Hoca’nın yaptığı bu faaliyetlerinden haberdar olunca hakkında takibat
başlatmış ve yakalama ve ölüm fermanı çıkarmış.
Aygır Hoca’yı
yakalama emrini alan Rus askerleri, hocanın
köyüne yakın bir kasabadaki kilisede
mola vermişler. Kilisede görevli Papazdan Aygır Hocayı sormuşlar. Papaz Efendi “Hayır
mı? Niye arıyorsunuz Aygır Hocayı?” deyince Rus Komutan “Aygır Hoca vatan
hainliği yapıyormuş. Bahçesaray bölgesinde Kırım Tatarlarını bize karşı
kışkırtıyormuş. Çar’ımızın çıkardığı askerlik fermanına muhalefet ediyormuş.
Kırım Tatarlarına da ‘Askere katılmayın. Ruslarla savaşın .‘ diyormuş. Onu
yakalayıp kurşuna dizeceğiz.” demiş.
Papaz efendi,
Aygır Hoca’nın çocukluk arkadaşı imiş. Aynı köyde birlikte büyümüşler. Birbirlerini
çok severlermiş. Aynı mektep sıralarında okumuşlar. Gençlik çağına gelince
Papaz kiliseye gitmiş papaz olmuş, Aygır Hoca’da medreseye gidip hoca olmuş.
Dini konularda zaman zaman bir araya gelip tartışırlarmış. Hiçbir zaman
birbirlerini kırmamışlar. Sanki iki kardeş gibiymişler…
Papaz Efendi, “Komutanım
onu ben çok iyi yakından tanıyorum. Köyünü de biliyorum. Hele siz
askerlerinizle biraz dinlenin. Karnınızı doyurun. Sonra da ben size gideceğiniz
yere yanınıza bir kişi vereyim . Gidin Aygır Hoca’yı tutuklayın.” demiş.
Rus Komutan
Papazın bu davetini geri çevirmemiş. Çünkü hem kendisinin hem de emrindeki iki
manga askerin karnı zil çalıyormuş. “Olur
Papaz efendi ‘ demiş ve askerlere dönerek “Askerler, At in. Kilisede mola
vereceğiz. Karnımızı doyuracağız. Daha sonra yolumuza devam edeceğiz.” demiş.
Askerler atlarından
inip bir görevli eşliğinde yemek yiyecekleri yere giderken Papaz efendi, aşçıbaşısını
ve çok güvendiği hizmetlisini odasına çağırmış.
Önce odaya
aşçıbaşı girmiş. Ona “ Kilisemize iki manga asker geldi. Onlara yemek hazırla.
Fazla acele etme. Askerler yorgunlar. Sen yemek yapana kadar dinlensinler.”
demiş ve odasından göndermiş.
İçeriye
hizmetli girdiğinde Papaz efendi masasındaki okkaya kamıştan yapılmış kalemini
bandırarak küçük bir kağıda “ Efendi
Hoca, Rus askerleri seni tutuklamaya geliyor. Hemen kaç” diye bir not
yazmış. Notu küçük bir kutunun içine koymuş. Bu kutuyu odasına gelen hizmetlinin
cebine kendi eliyle yerleştirerek “Bunu Aygır Hoca’ya hemen götür.” demiş.
Hizmetlinin
okuma yazması yokmuş. Hizmetli Papaz efendinin Aygır Hocayı çok sevdiğini
biliyormuş. Zaman zaman kilisede buluştuklarında sohbetlerine çoğu kere kulak
misafiri olmuş. Koyu sohbetleri arasında Papaz ile Efendi hocaya, Efendi
Hocanın getirdiği kahveyi yapar ikram edermiş. Kendisi de Türk kahvesini çok
sevmiş ve Aygır Hoca’dan kahve istemiş. Efendi Hoca’da ona her geldiğinde kahve
getirmiş. Buna çok sevinmiş. O da Papaz Efendi gibi Aygır Hocayı çok sevmiş….
Papazın
hizmetlisi askerlere görünmeden bir ata atlayarak Aygır Hocanın köyünün yolunu
tutmuş. Köye geldiğinde Aygır Hocayı camiye giderken yolda görmüş. Papaz
efendinin selamını söyledikten sonra cebindeki küçük kutuyu Aygır Hoca’ya
vermiş.
Efendi Hoca hizmetliye
“Buyur dinlen “dese de papazın hizmetlisi “Rus askerleri kiliseye geldiler.
Aşçı yemek hazırlıyor. Onlara hizmet edeceğim. Kusura bakma.” demiş ve atını
tekrar geldiği yola doğru sürmüş.
Efendi Hoca,
kutuyu açıp, papazın yazdığı notu okuyunca heyecanlanmış. Papaz Efendiye içinden “İyi bir
dost edinmişim. Beni kurtarmak için kendini riske atmış. Allah ondan razı
olsun. Papaz efendi arkadaşımın bu iyiliğini hiç unutmayacağım.” demiş.
Öğle ezanın
okunmasına yarım saat varmış. Camiye koşar adımlar ile gelerek kendisinin namaz
kıldırmasını bekleyen cemaate “Aziz kardeşlerim. Şu anda beni tutuklamak için
Rus askerleri geliyormuş. Ben bugün
sizin öğle namazını kıldıramayacağım. Hakkınızı helal edin. Rus askerleri gelip
beni sorarlarsa ‘Tavlara (dağlara) odun kesmeye gitti.’ deyin. Onları oyalamaya çalışın. Ben evime
gidip çocuklarımla ve apakayımla
(eşim ile) helalleşip Haktopraklara (Anadoluya)
geçeceğim. Haydin eyvallah. Duanızı eksik etmeyin. Kalın sağlıcakla ” deyip,
yıldırım hızıyla evine gelmiş.
Azbarda (havlu) tavukları yemleyen Efendi Hocanın eşi Reyhan
Hanım , nefes nefese koşarak gelen Hocayı görür görmez telaşlanmış ve elinde
tavuklara yemlemek için tuttuğu bakır kap birden yere düşerek “tıngır mıngır ”sesler
çıkararak yuvarlanıp gitmiş.
Eşinin
korktuğunu gören Efendi Hoca olayı kısaca anlatmış ve “Benim zamanım yok” deyip
hemen ahıra girmiş. Beyaz atını çıkarmış.
Kenarda asılı duran eyerini atının üzerine koymuş. Sıkıca eyeri atına bağlamış. Heybesine eşinin getirdiği azığını, tarak
damgalı bayrağını ve Kur’an-ını koymuş. Silahını ve cephaneliğini almış. Eşi, çocukları
ve akrabalarıyla vedalaşıp, dört nala köyünden uzaklaşmış.
Köyünün
kuzeyindeki hakim tepeye geldiğinde atını durdurmuş. Dönüp son kez köyüne
bakmış. Köyünün bacalarından duman tütüyormuş. Koyunlar, kuzular meliyor, kuşlar gök yüzünde kanat çırpıyormuş.
Ilık ılık bir rüzgar esiyormuş dağlardan köyünün engin düzlüklerine. Yeşile
bürünmüş tarlalarda börtü böcek şarkılar söylüyormuş. Köyün çocukları ellerindeki
sopalarla bir oyana bir buyana koşturuyorlarmış. Camiden okunan öğle ezanının
sesi yankılanıyormuş dağlarda taşlarda...
Efendi Hoca
gördüğü bu manzara karşısında çok duygulanmış. Gözlerinden damla damla akan yaşların
sakalının üzerinden kayarak toprağa düştüğünü görünce,
“Rabbim, ben
vatanım Kırım’dan şimdi gidiyorum. Bu
güzel vatanda yaşayan Kırım Tatarlarını vatansız, bayraksız, ezansız, Kur’ansız
bırakma Allah’ım.” demiş ve üç
İhlas, bir Fatiha süresini okuyup ellerini
yüzüne götürmüş. İçinden “Amin” diye bir ses kopmuş…Bu ses çok derinlerden
geliyormuş. Bağrını adeta yırtıyormuş…
Atının
terkisinde duran mavzeri eline alarak havaya kaldırmış:
“Elveda eşim. Elveda
çocuklarım. Elveda akrabalarım. Elveda Cennet vatanım . Belki bir daha sizleri
ya görürüm ya göremem.” demiş ve masmavi gök ile dağın birleştiği doruğa doğru atını
topuklamış…
Bilinmeyen bir yolculuğa çıkmış Aygır Hoca…
Devamı Haftaya…
Şükrü Bİlgili