Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / KÖYÜM KALECİKKAYA

“AYGIR (EFENDİ) HOCA!..-1-”


“AYGIR (EFENDİ) HOCA!..-1-”



 Paylaş
 19 Mart 2018 03 : 27 


“AYGIR (EFENDİ) HOCA!..-1-” 

         Aygır Hoca'nın  torunu Ahmet Taşdemir.

Rus uşakları, O’na babayiğitliğinden ve çok cüsseli olduğundan dolayı “Aygır Hoca”,  Kırım Tatar Türkleri ise Rus uşaklarının aksine; namı Bahçesaray sınırlarını taşmış, gözü kara yiğit mi yiğit, âlim mi âlim olan  “Efendi Hoca” derlermiş. 

Efendi Hocanın, annesinin adı Saadethan, babasının adı Mehmet imiş. 1829 yılında Bahçeray’ın şirin bir köyünde dünyaya gelmiş. Çok akıllı çok zeki bir çocukmuş.  Babası derin bir hoca imiş. Daha küçük yaşlarında ona Kur’an-ı öğretmiş. Efendi Hoca yedi yaşına geldiğinde Kur’an-ı ezberlemiş ve köyünde bu yaşta ilk hafız olan bala unvanını almış.   

Bahçesaray'daki Zincirli Medresede tahsilini başarıyla bitirip hocalık payesini almış. Bahçesaray köylerinde hocalık yapmaya başlamış. O yıllarda Rus baskısı gittikçe artıyormuş. Bir yandan hocalık yaparken bir yandan da  Rus emperyalizmine karşı koymaları için halkına dini ve milli vaizler vermeye başlamış. Beyaz atıyla gece demeden gündüz demeden köy köy dolaşırmış.

 “Hazırlıklı olun. Yakında Ruslar, Kırım Tatar Türkleri'ni Kırım'dan Sibirya Tundralarına sürecekler, bizleri öldürecekler, bizleri yok edecekler. Aman ha. Aman ha. Herkes silahlansın. Dört yüz yıldır bize ait bu vatan topraklarını Rus'a karşı koruyalım, onlarla savaşalım. Bir ve beraber olalım.” diye halkını gelecek olan tehlikeye karşı uyarıyormuş. 

Tarihin kendisine yüklemiş olduğu bu vazifeden kaçamazdı; ucunda ölüm dahi olsa bunun idrakindeymiş. Çünkü O Kırım’a sevdalı bir vatansevermiş; O bir âlimmiş; O bir lidermiş... 

Babasının balalığında eline tutuşturduğu “Tarak Tamgalı Gök Bayrağı” hiç yanından ayırmamış ve kulağına söylediği şu sözleri de hiç unutmamış: 

 ‘Balam bu bayrak senin. Bu toprak senin. Güzel Kırım senin.’  Bu topraklar kartbabaylarının kanları ile sulandı. Sakın ola ki Cennet Vatan Kırım topraklarını, Ruslara teslim etmeyin. Yoksa hakkımı helal etmem!..’  

Bu duygularla büyümüş. Bu duygularla medrese tahsilini yapmış. Aldığı dini eğitimle de “Vatan Sevgisi” iyice pekişmiş Efendi Hoca’da.

Rus uşakları 1783 yılında Kırım'ı işgale etmişlerdi. Bu tarihten itibaren yüz yıllardır Kırım'da yaşayan Kırım Tatar Türklerini vatandan uzaklaştırmak için ellerinden gelen her türlü melaneti yapıyorlardı; İşkenceler, katliamlar sıradan bir hal haline gelmişti... Verimli topraklar, bahçeler zorla ellerinden alınıyordu. Kırım’ı terk edin diyorlardı. Yapılan zulme dayanamayan Kırım Tatarlarının bir kısmı  Osmanlı-Rus Kırım Savaşı’ndan (1850-1854) sonra  dalga dalga göçüyorlardı. Hatırı sayılır sayıda bir nüfus ise Rus uşaklarından yılmamıştı, korkmamıştı, vatanlarını terk etmemişlerdi.

Bir çınarın dallarının budanması, kesilmesi çınarı kurutmuyordu. O çınarın kuruması için köklerinden sökülmesi gerekiyordu. İşte yüz yıldır öldürülmelerine, işkencelere maruz bırakılmalarına rağmen Kırım Tatar Türkleri vatanlarını bir türlü terk etmemişti. Bunların çınar gibi toptan köklerinden sökülmesi gerekti. Bu yüzden her geçen gün zulmün şiddeti artıyordu…

1874’te Çar ll. Aleksandr tarafından bütün imparatorluk tebasına ve Kırım Tatarlarına da mecburi askerlik mükellefiyetinin getirilmesini duyan Aygır Hoca, Kırım Tatarlarının “Rus uşağına asker olmaktansa savaşarak şehit olalım bu vatan için” diye halkını vaazlar vermiş. Ve köy köy, şehir şehir dağ demeden tepe demeden gezmiş.

Çarlık rejimi Aygır Hoca’nın yaptığı bu faaliyetlerinden haberdar olunca hakkında takibat başlatmış ve yakalama ve ölüm fermanı çıkarmış. 

Aygır Hoca’yı yakalama emrini alan Rus askerleri,  hocanın köyüne yakın bir kasabadaki  kilisede mola vermişler. Kilisede görevli Papazdan Aygır Hocayı sormuşlar. Papaz Efendi “Hayır mı? Niye arıyorsunuz Aygır Hocayı?” deyince Rus Komutan “Aygır Hoca vatan hainliği yapıyormuş. Bahçesaray bölgesinde Kırım Tatarlarını bize karşı kışkırtıyormuş. Çar’ımızın çıkardığı askerlik fermanına muhalefet ediyormuş. Kırım Tatarlarına da ‘Askere katılmayın. Ruslarla savaşın .‘ diyormuş. Onu yakalayıp kurşuna dizeceğiz.” demiş.

Papaz efendi, Aygır Hoca’nın çocukluk arkadaşı imiş. Aynı köyde birlikte büyümüşler. Birbirlerini çok severlermiş. Aynı mektep sıralarında okumuşlar. Gençlik çağına gelince Papaz kiliseye gitmiş papaz olmuş, Aygır Hoca’da medreseye gidip hoca olmuş. Dini konularda zaman zaman bir araya gelip tartışırlarmış. Hiçbir zaman birbirlerini kırmamışlar. Sanki iki kardeş gibiymişler… 

Papaz Efendi, “Komutanım onu ben çok iyi yakından tanıyorum. Köyünü de biliyorum. Hele siz askerlerinizle biraz dinlenin. Karnınızı doyurun. Sonra da ben size gideceğiniz yere yanınıza bir kişi vereyim . Gidin Aygır Hoca’yı tutuklayın.” demiş. 

Rus Komutan Papazın bu davetini geri çevirmemiş. Çünkü hem kendisinin hem de emrindeki iki manga askerin karnı zil çalıyormuş.  “Olur Papaz efendi ‘ demiş ve askerlere dönerek “Askerler, At in. Kilisede mola vereceğiz. Karnımızı doyuracağız. Daha sonra yolumuza devam edeceğiz.” demiş.

Askerler atlarından inip bir görevli eşliğinde yemek yiyecekleri yere giderken Papaz efendi, aşçıbaşısını ve çok güvendiği hizmetlisini odasına  çağırmış. 

Önce odaya aşçıbaşı girmiş. Ona “ Kilisemize iki manga asker geldi. Onlara yemek hazırla. Fazla acele etme. Askerler yorgunlar. Sen yemek yapana kadar dinlensinler.” demiş ve odasından göndermiş. 

İçeriye hizmetli girdiğinde Papaz efendi masasındaki okkaya kamıştan yapılmış kalemini bandırarak küçük bir kağıda “ Efendi Hoca, Rus askerleri seni tutuklamaya geliyor. Hemen kaç” diye bir not yazmış. Notu küçük bir kutunun içine koymuş. Bu kutuyu odasına gelen hizmetlinin cebine kendi eliyle yerleştirerek “Bunu Aygır Hoca’ya hemen götür.”  demiş. 

Hizmetlinin okuma yazması yokmuş. Hizmetli Papaz efendinin Aygır Hocayı çok sevdiğini biliyormuş. Zaman zaman kilisede buluştuklarında sohbetlerine çoğu kere kulak misafiri olmuş. Koyu sohbetleri arasında Papaz ile Efendi hocaya, Efendi Hocanın getirdiği kahveyi yapar ikram edermiş. Kendisi de Türk kahvesini çok sevmiş ve Aygır Hoca’dan kahve istemiş. Efendi Hoca’da ona her geldiğinde kahve getirmiş. Buna çok sevinmiş. O da Papaz Efendi gibi Aygır Hocayı çok sevmiş…. 

Papazın hizmetlisi askerlere görünmeden bir ata atlayarak Aygır Hocanın köyünün yolunu tutmuş. Köye geldiğinde Aygır Hocayı camiye giderken yolda görmüş. Papaz efendinin selamını söyledikten sonra cebindeki küçük kutuyu Aygır Hoca’ya vermiş. 

Efendi Hoca hizmetliye “Buyur dinlen “dese de papazın hizmetlisi “Rus askerleri kiliseye geldiler. Aşçı yemek hazırlıyor. Onlara hizmet edeceğim. Kusura bakma.” demiş ve atını tekrar geldiği yola  doğru sürmüş.

Efendi Hoca, kutuyu açıp, papazın yazdığı notu okuyunca  heyecanlanmış. Papaz Efendiye içinden “İyi bir dost edinmişim. Beni kurtarmak için kendini riske atmış. Allah ondan razı olsun. Papaz efendi arkadaşımın bu iyiliğini hiç unutmayacağım.”  demiş.

Öğle ezanın okunmasına yarım saat varmış. Camiye koşar adımlar ile gelerek kendisinin namaz kıldırmasını bekleyen cemaate “Aziz kardeşlerim. Şu anda beni tutuklamak için Rus askerleri geliyormuş.  Ben bugün sizin öğle namazını kıldıramayacağım. Hakkınızı helal edin. Rus askerleri gelip beni sorarlarsa ‘Tavlara (dağlara)  odun kesmeye gitti.’  deyin. Onları oyalamaya çalışın. Ben evime gidip çocuklarımla ve apakayımla (eşim ile) helalleşip Haktopraklara (Anadoluya) geçeceğim. Haydin eyvallah. Duanızı eksik etmeyin. Kalın sağlıcakla ” deyip, yıldırım hızıyla evine gelmiş.

Azbarda (havlu)  tavukları yemleyen Efendi Hocanın eşi Reyhan Hanım , nefes nefese koşarak gelen Hocayı görür görmez telaşlanmış ve elinde tavuklara yemlemek için tuttuğu bakır kap birden yere düşerek “tıngır mıngır ”sesler çıkararak yuvarlanıp gitmiş. 

Eşinin korktuğunu gören Efendi Hoca olayı kısaca anlatmış ve “Benim zamanım yok” deyip hemen ahıra girmiş.  Beyaz atını çıkarmış. Kenarda asılı duran eyerini atının üzerine koymuş. Sıkıca eyeri atına bağlamış.  Heybesine eşinin getirdiği azığını, tarak damgalı bayrağını ve Kur’an-ını koymuş. Silahını ve cephaneliğini almış. Eşi, çocukları ve akrabalarıyla vedalaşıp, dört nala köyünden uzaklaşmış. 

Köyünün kuzeyindeki hakim tepeye geldiğinde atını durdurmuş. Dönüp son kez köyüne bakmış. Köyünün bacalarından duman tütüyormuş. Koyunlar, kuzular meliyor, kuşlar gök yüzünde kanat çırpıyormuş. Ilık ılık bir rüzgar esiyormuş dağlardan köyünün engin düzlüklerine. Yeşile bürünmüş tarlalarda börtü böcek şarkılar söylüyormuş. Köyün çocukları ellerindeki sopalarla bir oyana bir buyana koşturuyorlarmış. Camiden okunan öğle ezanının sesi yankılanıyormuş dağlarda taşlarda...

Efendi Hoca gördüğü bu manzara karşısında çok duygulanmış.  Gözlerinden damla damla akan yaşların sakalının üzerinden kayarak toprağa düştüğünü görünce,

“Rabbim, ben vatanım Kırım’dan  şimdi gidiyorum. Bu güzel vatanda yaşayan Kırım Tatarlarını  vatansız, bayraksız, ezansız, Kur’ansız bırakma Allah’ım.” demiş ve  üç İhlas,  bir Fatiha süresini okuyup ellerini yüzüne götürmüş. İçinden “Amin” diye bir ses kopmuş…Bu ses çok derinlerden geliyormuş. Bağrını adeta yırtıyormuş… 

Atının terkisinde duran mavzeri eline alarak havaya kaldırmış: 

 “Elveda eşim. Elveda çocuklarım. Elveda akrabalarım. Elveda Cennet vatanım . Belki bir daha sizleri ya görürüm ya göremem.” demiş ve masmavi gök ile dağın birleştiği doruğa doğru atını topuklamış… 

Bilinmeyen bir yolculuğa çıkmış Aygır Hoca…

Devamı Haftaya…

 

Şükrü Bİlgili

 

 
Haber :
Bu Haber 4469 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Kırım gezim, Kızıl Gözyaşları,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 6938
Kırım haritası
İzlenme : 6120
Semer
İzlenme : 3628
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2846
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr