Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / KIZIL GÖZYAŞLARI

19-Çanakkale Şehidi Yetim Yusuf ve Oğlu Işılak SımayıI


19-Çanakkale Şehidi Yetim Yusuf ve Oğlu Işılak SımayıI



 Paylaş
 31 Ocak 2017 12 : 18 
KIZIL GÖZYAŞLARI-19

ÇANAKKALE ŞEHİDİ YETİM YUSUF VE OĞLU IŞILAK SIMAYIL


Anavatanımızın Çorum ili Alaca İlçesine bağlı Kalecikkaya köyünde (Rumi 1331 miladi 1915 yılında) dünyaya gelmişti.

2003 yılı Nisan ayının on üçünde de vefaat etmişti. Tamı tamı seksen yedi yıllık çile dolu ömrünü Kırım'da değil de Anavatan Türkiye'de geçirmişti ve O da Kırım'a birlikte gittiğimiz Deniz arkadaşımın babayı gibi Kırım'ı göremeden gözü açık gitmişti bu fani dünyadan.

Babayım köyümüzde Işılak Sımayıl olarak tanınırdı. Köyümüzde herkese bir lakap vermek adettenmiş eskiden. Bu lakap takma geleneğini Kırım seyahatimde de gözlemledim; Kırım'da da birçok insanın ikinci bir adı vardı; Sit Hasan, Sit Ömer, Börü Murtaza gibi...

Kalecikkaya köylülerimiz de babayımın başının kel olmasından, yüzünün de sigara jelatini gibi parladığından Işılak lakabını yakıştırmışlar.

Babayımın emsallerinden lakabı olmayan hemen hemen yok gibiydi.

Bildiğim kadarıyla İsmail adlı birkaç kişi vardı köyümüzde; hepsinin de bir lakap takılmıştı; Koyan Sımayıl, Canı Sımayıl, Sımayıl Çavuş bunlardan bazıları idi.

Çocuk yaşlarda geçirdiği şiddetli bir hastalıktan, babayımın saçları dökülmüş. Bir daha da çıkmamış; başı kel olarak kalmış.


O yıllarda erkekler kafalarına takke ve şapka giyerlermiş. Anayım babayımın kel olduğunu nişanlılık döneminde hiç anlamamış. Evlendikten sonra babayım takkeyi kafasından çıkarınca, anayım babayımın kel olduğunu görmüş ve çok şaşırmış.

Anayım:
"Men senin kel bolduğunu bugüne kadar bilmey edim. Eğer bilseydim sennen üylenmez edim (evlenmezdim)" diye de babama latife yapmış.

Kartbabayımın (babayımın babayı) adı Yetim Yusuf'tu. Kartbabayım Yetim Yusuf'un babayı ve anayı Kırım'da Ruslar tarafından öldürülmüş. Dedem yetim kalınca, emmisinin oğlu köyümüzde "Taşdemirlerin Kartbabası Efendi Hoca " yanına almış, ona kol kanat germiş.

Efendi Hoca, kartbabayım on üç yaşına geldiğinde, Merzifonlu bir ağaya bir küp çalma pekmeze azap olarak vermiş.

Kartbabayım yirmi yaşına kadar Merzifon'da ağanın yanında çalışmış. Ağa öleceği sıralarda oğullarını yanına çağırmış:

"Bakın oğullarım Kalecikkaya köyünden gelme Yusuf çok dürüst ve çalışkan biri. Bize çok emeği geçti. Kardeş gibi büyüdünüz. Eğer bir gün ben ölürsem bu çocuğa bir çift öküz, bir at, bir eşek ve beş tanede koyun verin köyüne gönderin, yoksa hakkımı helal etmem" demiş.

Çocuklar babasının vasiyetini tutmuşlar. Babaları öldüğünde dedem Yusuf'un önüne babaların söylediği hayvanları katarak, Kalecikkaya'ya göndermişler.

Dedem köye gelince yine Efendi Hoca emmisine sığınmış.

Efendi Hoca emmisi Yusuf'u yine bağrına basmış.

Efendi Hoca, dedemin evlenme çağına geldiğinde onu evlendirmek istemiş. Sungurlu ilçesine bağlı İncesu köyünde devamlı konuştuğu ve ahbablık yaptığı Hoca arkadaşına bir gün:

"Arkadaş" demiş, " sende de bir yetim bar (var), mende de. Kel (gel) bu garipleri üylendiriyik (evlendirelim)" Arkadaşı da kabul etmiş Efendi Hocanın teklifini.

Dedem Yusuf'u, İncesulu Fatma ebemle sade bir törenle evlendirmişler.

O yıllarda yoksulluk, kıtlık olduğundan şimdikiler gibi şatafatlı bir düğün yapamamışlar.

Hoca emmisi"Onların mutlu ve mesut olmalarını, vatana ve millete hayırlı evlatlar yetiştirmeleri" konusunda güzel bir dua okuyarak nikâhlarını kıymış.

Bu evlilikten üç erkek çocuk ve bir de kızları olmuş. Bu erkek çocuklara Lütfü, Ahmet, İsmail ismini, kız çocuğuna da Firdevs adını koymuşlar.


Babam 1915'de; tam Çanakkale Savaşı'nın başladığı yılda doğmuş.

Dedemi Çanakkale Savaşı'nın başladığında askere çağırmışlar. Dedem arkasında dört yetim ve güzel eşi Fatma'yı köyde bırakarak görev yeri Yozgat'a gitmiş.

Dedem yanında bulunan köyümüzden olan bir zata "Millet Çanakkale'de küreşe (savaşıyor). Biz de mında (burada) kös kös oturamız. Haydi bizler de ketelim (gidelim), savaşmaga" demiş ve Çanakkale Savaşına katılmışlar.

Dedem karnından yaralanmış köye gelmiş, her yanını bit sarmış, bir ay sonra da dedemin karnından bağırsakları dışarı çıkmış.

Dedem "Şehit olmadım " diye çok üzülmüş. Köyümüzün imamı "Yusuf Akay, üzülme. Sen şimdi gazisin. O da büyük bir şeref. Yaralandıktan sonra kırk gün içinde ölenler de şehittir.

Köydeki bir ebe "Yusuf akam bağırsaklarını içeri sokayım, mikrop kapar" demiş.

Köyün ebesi dedemin yaralı karnından dışarı sarkan bağırsakları içeri sokarken bir bağırsak kopmuş.

O günün şartlarında da doktor bulunmadığından kopan bağırsak dikilememiş, dedem birkaç gün sonra köyde vefat etmiş.

Babayım bir gün gece dışarı çıktığında havluda bir ışık görmüş. Annesi Fatma ebeme bunu anlatmış. Ebem tam gördüğü yeri sormuş. Babam yerini tarif etmiş. Ebem babama "Ulum babayın Yusup'u o kördüğün (gördüğün) ışıklı yerde cuvdular (yıkadılar). Babayın şehit olmadım diye çok üzülüyordu. Bilesin ki vatan için savaşıp gazi olanlar kırk gün içinde vefat ederlerse şehit olurlar. Babayın da yaralanıp geldikten sonra kırk gün dolmadan vefat etti, yani şehit oldu. Şehitler bilesin ki ölmezler. O bahçede gördüğün ışık babayının ruhudur" demiş.

Dedem rahmetli olunca evlatları olan Lütfü, Ahmet, İsmail ve Firdes aynı babaları gibi çocuk yaşta yetim kalmışlar. Ebem babam ve amcalarıma hem baba olmuş, hem de ana. Sırtından Alaca'ya kadar bir torba buğdayı aynı gün götürür, akşamın karanlığında öğütür getirirmiş

Çocukluklarında çoğu zaman aç kalmışlar. Sabahlara kadar ekmek diye yalvarmışlar. Ebem Kırım'dan getirdiği ceyizliklerinin çoğunu komşumuz Kıcıllı köyüne götürür bunların karşılığında buğday ve un alırmış o yıllarda.

Babam ot yediklerini ve karınlarına taş bağladıklarını zaman zaman bizlere anlatırdı. Nimetin kıymetini çok iyi bilirdi. Sofrada yere düşen ekmek kırıntılarını eliyle toplayıp yerdi. "Babay yapma yerdekiler pistir" dediğimde "Ah balam, ah!..Biz balalıgımızda bunları yerde bile tabamazdık (bulamazdık) " derdi.

Bazı günler köyümüzü eşkiyalar basarmış. Köyde yiyecek içecek ne varsa toplayıp götürürlermiş. Vermeyenlere eşek sudan gelinceye kadar döverlermiş.

Bir keresinde bu eşkiyalardan birkaçı babayım ve amcam Lütfü avluda oyun oynarken yanlarına gelmişler. Ebem ve halam daha önce eşkiyaları gördüklerinden, pateteslerin sakladıkları kuyuya girmişler.

Babayım ve amcam atlı eşkiyaları görünce korkup ağlamaya başlamışlar.

Eşkiyaların başı atından aşağıya inmiş, babayının ve amcamın başlarını okşamış.
"Babanız, ananız yok mu? demiş. Lütfü amcam:

"Babayımız Çanakkale Savaşı'na gitti. Şehit oldu. Anayımız da öldü, yetim kaldık" demiş.

Eşkiya başı, babama ve amcama acıyıp korumalarından birine "Bu çocuklara biraz yiyecek bırakın" demiş. Eşkiyalar babama ve amcama biraz yiyecek verip çekip gitmişler.

Babam çocukluğunda tahtalardan, ağaç parçalarından at arabası, kağnı yaparmış. Bu arabalara köpekleri, kedileri koşarmış. Çocukluğunda yaptığı bu arabalar sayesinde üç beş kuruş kazanıyormuş. Bu uğraş ona ileriki yıllarda marangozluk-inşaat ustalığı mesleğini kazanmasına vesile olmuş.

Çoğu zaman yaz tatillerinde babayımın yanında ben de inşaatlarda çalıştım. Bu inşaatlarda çalışırken bana hayattan dersler verirdi. Söylediği sözler sanki okumuş bir alimin sözleri gibiydi. Aslında hiç tahsil görmemişti; okur yazar değildi babam. Ama hayat onu olgunlaştırmıştı; sanki ayaklı bir kütüphane idi.


Bir gün yine bir inşaatın kapısını takarken :

"Balam şu sözlerimi hiçbir zaman unutma, kulağında küpe olarak kalsın" deyip bana şu nasihatı vermişti.

"Bir üyge (eve) kirdiğinde sağ ayağın ile kir (gir), Euzu besmele çek ve içeride hiç bir kimse dahi olmasa selam ber (ver), arkasından da bir Elham oku".

Babayımın bana verdiği bu öğüdü o gün - bugün unutmadım.

Tabii ki Akmescit gümrük kapısından içeri girerken de babayımın öğütü aklıma geldi.

Akmescit gümrük kapısından sağ ayağımı içeri atar atmaz:

"Eûzübillâhimineşşeytanirracim. Bismillâhirrahmânirrahim (Şeytanın şerrinden Yüce Rabbim Sana sığınırım. Rahman ve Rahim Olan Allahın adıyla)" dedikten sonra

"Selamün Aleyküm (Allah'ın selamı üzerinize olsun)" dedim.

Arkasından da" Elhamdü lillâhi rabbil'âlemîn. Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddin. İyyâke na'budü ve iyyâke neste'in. İhdinessırâtal müstakîm.Sırâtellezine en'âmte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllin.

( Hamd, âlemlerin Rabbi, merhametli olan, merhamet eden ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a mahsustur.(Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola; nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir) "

amin deyip, Fatiha Süresini okudum.

Çünkü ben kartbabaylarımdan bizlere miras kalan "Cennet Vatan Kırım"ın ilk kapısından içeri giriyordum.

Bu kapı benim üyümün (evimin) ilk giriş yeriydi. Bu kapıdan içeri girmeden öncede bu cennet vatanın gerçek sahiplerinden biri olan anayımın dedesi Kartbabayım Mustafa Akamdan da içeri girebilmem için vize almıştım.

Artık içerdeki görevlilerden vize alıp almamam benim için o kadar da çok önemli değildi.

Devamı haftaya...
 
Haber :
Bu Haber 2610 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :kalecikkaya, kırım, kara hacı, Mustafa Kartbabay, tatar, çanakkale,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5730
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5677
Semer
İzlenme : 3134
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2518
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr