KIZIL
GÖZYAŞLARI –10
“Bu vatan kimin?”
Rüstem kelimesini duyunca birden
şaşırdım. Hemen yüzümü Kartbabayın emir verdiği
akayga doğru çevirdim. Fakat Rüstem akay, arkasını dönmüş su getirmeye gidiyordu. Arkadan baktığımda
aynı beni sorguya çeken Kartbabayga (dedeye) çok benziyordu. Rüstem
akayda kartbabay gibi kalpak, palto, çizme giymişti, ince uzun boylu biriydi.
Omuzuna da bir av tüfeği atmıştı.
Kartbabayın tavrı beni
sakinleştirmişti. Korkum dağılmıştı. Artık ayaklarım da titremiyordu. Kendimi
de iyi hissetiğimi anladığımda,
“Kartbabay meni sorguga
şekeceksiniz (Dede beni sorguya çekeceksini). Bundan kaçış yok. Bunu çok
iyi anlayman. Affınıza sığınarak. Mende sizge bır soru sormak isteymen. Müsaade
eter misin?” dedim.
“Bak evladım. Aslında soruları
bız sorarız. Sizin soru sormaya hakkınız yok. Yalnız seni süydüm (sevdim).
Sadece bir soru sorabilirsin” dedi Kartbabay. Buna sevinmiştim. Hemen hiç
düşünmeden,
“Siz küm (kim) sünüz? Meni ne hakla sorguga şekesiniz?”
dedim.
Kartbabay buna çok hiddetlenmişti.
Yüzünün her tarafı gerildi. Omuzumda ki elini
geri çekerek, işaret parmağı ile
gövdesini göstererek,
“Bız bu yalancı cennetnin GERÇEK SAHİPLERİYİZ. Bizlerge KIRIM TATAR
TÜRKLERİ derler. 1783 yılından 1944 yılına kadar bızlerni vatanmızdan sürdüler
ama bızlernin ruhu bu yalancı Cennetni terk etmedi. İşte bu yüzden bu yalancı Cennetni ziyaret
etmege kelgenler ilk önce gümrük kapısından keşmeden bızden vize almalılar.
Şimdi bizim küm olduğumuzu iyi anladın mı?” dedi.
Bu
sözleri duyunca sevinmiştim. Artık korkum kalmamıştı. Ben de kartbabayın yüzüne
gülerek,
“Sizni çok iyi anladım.
Haydi kartbabay sorunu sor. Men
hazırman “ dedim, ve esas duruşa geçtim.
Çünkü karşımda bir Kırım Tatar
Türkü’nün Kartbabayı vardı. Artık ona saygıda kusur etmemem
gerekti. Bunun bilincindeydim.
“Soruyorum. Hazır bol. BU VATAN KİMİN?” dedi.
Bu benim için çok kolay bir soru
idi. Gözlerimi gök yüzüne kaldırdım,
sesimin çıktığı kadar haykırdım:
BU VATAN KİMİN ?
“Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından.
Hudutlarda gazâ bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çıkan, sel gibi
coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheye soranlarındır .
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu
destan,
Nehirler gâzidir, dağlar
kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsam ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusunda görenlerindir.”
Orhan Şaik Gökyay'ın şiirini okudum.
Şiir tam biter bitmez bir anda
arkamda binlerce alkış gök yüzünde şakıladı. Arkamı dönüp geriye baktığımda
ise, binlerce Kırım Tatar Türkü beni ayakta alkışlıyordu. Tam karşımda da
elinde bir bardak suyla beni tepeden aşağıya süzen ve yüzüme gülen Rahmetli Rüstem kartbabayım , yanın da
küçük bir tepsinin içinde çiğbörek dolu bir tepsi tutan Şefika kartanayım
duruyordu.
Her ikisinin de yüzlerinden hemen
tanıdım. Rüstem kartbabay benim anayımın
babası, Şefika kartanamda anayımın anayı idi. Daha ben ağzımı açmadan, beni sorguya çeken
kartbabay:
“Aperim balam. Avzuna sağlık. Bu
vatan kumünmiş cevabını bu şiirle aruv berdin. Saga başka soru sormacakman.
Yalnız şu karşında turan akayı ve apakayı tanıdın mı?” Dedi. Ben de:
”Tanımaz bolurman mı? Mınavı Kartbabayım Rüstem ve
mınavı da Kartanayım Şefika.” Dediğimde Rüstem dedem hemen bir adım attı,
“Balam seni sorguga çeken de
menim babayım Mustafa Akay, yani seninde
kartbaban bolur” dedi.
Ben ne yapacağımı birden
şaşırdım. İlk önce hangisinin elini öpeyim diye düşündüm. Bizim adete göre ilk
önce kartlardan başlanır. Hemen Mustafa Kartbabayımın ellerine eğildim, öptüm.
Mustafa Kartbabayım benim gözlerimden öptü.
“Koş keldin balam Yalancı
Cennetke. Seni biz dört gözle bekliydik. Niye keş (geç) kaldın” dedi.
Kartbabayım
Mustafaga cevap veremedim. Gözlerimden yaş akıyordu. Rüstem Dedemin elini öpmek
istediğimde de “Balam mına suvnu iç.
Ondan son öpersin” dedi.
Uzatılan
suyu bir solukta kafama diktim. Rüstem dedemin ellerini öptüm. Oda aynı Mustafa
Kartbabayımın dediği gibi. “Niye geç kaldın balam. Bizlerni çok beklettin”
dedi.
Şepika ebemin yanına gittiğimde
ise maramasına (yazmasına) gözyaşlarını siliyordu. Elini öpmeye
uzandığımda:
“Balam şu yanımda duran babayının
anayı senin Eben Fatma ebiy, onun yanındaki babayının babayı Yetim
Yusuf Akam, diğerleride amcan Lutpü Akay, amcan Amet Akam, Halan Firdevs
bacım, kocası Kara Hacı Enişten ve şu sondaki de rahmetli Babayın
Sımayıl Akam”dediğinde, omuzumdan biri çekti. Gözümü açtım. Omuzumu çeken
arkadaşım Halil ibrahim Akay :
“Şükrü
ne yasaysın. Eğer men seni çekmeseydim az kalsın kapının eşiğinden tüşe (düşe)
yazdın “ dedi...
Yine hayal kurmuştum. Babayımın
babayı Yusuf Kartbabayımı, anayı Fatma Kartebiyimi, Cennet adlı Firdevs Halamı
ve kocası Kara Hacı Eniştemi, Lütfü ve
Ahmet amcalarımı ve geçen sene vefat eden rahmetli Babayımla konuşamamıştım,
ellerini öpememiştim.
İşte beni yine hayal alemimden
uyandıran Halil İbrahim Akay'a tekrar
kızdım. Ama beni eşikten düşmekten kurtardığı içinde kendisine ayrıca teşekkür
ettim.
Şimdi ben İbrahim Akay'a ne yasayım?
....
Devamı haftaya...
Şükrü BİLGİLİ