KIZIL GÖZYAŞLARI
8- “Beni hayal alemimden niye uyandırdı?”
Menfûr bir cinayete kurban giden Rahmetli Necip
Haplemitoğlu dedesinin Kırımlı olduğunu belirtiği “Kırımda Türk Soykırımı” kitabının 66 ve 67 . sayfalarında,
Kırım’daki soykırımını şöyle anlatıyor:
“18 Mayısı
19'a bağlayan gece, şehir ve kasabalarda
yaşayan Türkler'in tamamı kendi evlerinde, silâhlı askerlerin baskınına
uğruyor. Kendilerine çevrilen Tompsonların namluları karşısında, elleri
kaldırtılarak ve duvar dibine dizilerek şu emri veriyorlar:
“Elde götürebilecek eşyanızı alın ve 15 dakikada hazır
olun.”...
Sankiza
İbrahim imzalı ve Sovyetler Hükümetine yazılan mektupta şöyle deniliyor:
“Saat 3'te çocuklar uyurken, askerler geldi. Hazırlık
yapmak için bize 5 dakika verildi. Ne eşya ve ne de yiyecek almamıza müsaade
edildi. Zannettik ki, kurşunlanmaya götürülüyoruz.”
Kırım
Türkleri'nin sürülmesinde vazifeli bulunan
ve 1953 yılın Haziran ayında hürriyeti seçerek Batıya sığınan sabık NKVD
Yarbayı Grigoriy Stepanoviç Burlitski diyor ki:
“Sürülenler, hayvan nakiline mahsus, hiçbir ipdidaî
tertibatı olmayan vagonlara doldurulmuşlardı.” “Vagonlar balık istifi
dolduruluyor, kilitleniyor, mühürleniyor ve askeri kıt'alar tarafından
muhafazaya alınıyordu.” “Sürgün mahalli bildirilmemişti.” Burlitski'nin tahminine göre, sürgün edilenlerin “büyük kısmı” daha yolda iken “ telef olmuştur”
Sankiza
İbrahim'in protesto mektubu devam ediyordu:
“.......Fakat çabuk ölüm değildi bu. Hayvan
nakline mahsus vagonlarda tıka basa dolu bir şekilde 3-4 hafta sürecek
yolculuğa çıkarıldık. Yolumuz Kazakistan'ın kızgın çölünden
geçiyordu............götürülenlerin içinde..........hastalar ve ihtiyarlar da
mevcuttu ......
...Eşleri ve çocukları ise, zorla götürülenlerin
ekserisini teşkil ediyordu.........Ölüm nisbeti; küçükler, ihtiyarlar ve
hastalar arasında bilhassa yüksekti.
Ölüm sebebi; susuzluk, havasızlık ve pislikti. Yolda can
verenlerin cesetleri dışarı çıkarılamadığından, yaşayanlar arasında çürür, su
ve gıda almak için yapılan kısa durmalar esnasında, demir yolu hattı kenarında
bırakılırdı. Gömülmelerine izin yoktu.”
Gördüğünüz
gibi bu cennet vatandan sürülürken bile kartbabaylarımıza 5-15 dakikadan fazla
süre ve hatta gömülmelerini bile izin
vermemişler. Bu da şunu gösteriyor ki Kartbabaylarımız, Kartanaylarımız bu
Cennet Vatandan hiç bir şey götürememişler; sadece elbiselerini ve bir de
canlarını...
O canda
yolda telef olmadı ise...
Bu yüzden
Kırım'ın taşı, toprağı, havası, suyu;bahçelerindeki kızıl rekli vişneleri, al
al kirazları, yeşil cevizleri, kırmızı erikleri, bağlarındaki mor salkım
üzümleri bize helaldir diyordum kendi kendime.
Birisi
arkamdan :
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şuhedâ
fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı,
cânânı, bütün varımı alsında Hüda,
Etmesin tek
vatanımdan beni dünyada cüda.” diyordu. Ben de ona :
“Amin” diye karşılık
verdim. Başımı çevirip:
“Ama Kırım
Tatar Türkleri'nin cânı, cânânı, bütün varlıkları ellerinden alındı. Bu dünyada
vatansız kaldılar; dile kolay tam kırk yedi yıl. 1783-1944 yıllarını
saymıyorum;bu yıllarda esaret altında yaşadılar ama hiç olmazsa bir kısmı kendi
vatan topraklarında idiler. Rabbime şükürler olsun ki o kara günler geride
kaldı şimdi;Güneş artık bizim için Kırım'da yeniden doğdu; üç yüz bine yakın
insan Cennet Vatan'a kavuştu. Şu andan
itibarende beni de sayarsan Cennet Vatan Topraklarında üç yüz bin bir Kırım Tatar Türkü şehitlerimizin kanları ile sulandığı toprağa
ayak bastı , dedim. Hemen arkasından da;
“Zamanla bu
sayının çoğalacağını; Kırım'ın verimli ovalarında sarı tenli buğday başaklarının yeniden filizleneceğini,
ateislik merkezi yapılan camilerin kapısının yeniden ibadete açılacağını,
yıkılan minarelerin yeniden imar edilerek göklere yükseleceğini, susturulan
ezanların Kırım semalarında yeniden dalga dalga yankılanacağını, Giray Hanların
torunlarının yağız atlara yeniden binip birbirleriyle
kavga yerine hizmet yolunda yarış
yapacağını, ufukta gördüğümü” söyledim.
Sonra da
gözlerimi kapadım:
“Ne butlu
bana....Yarabbim!...Ölmeden önce bana bu toprakları gösterdin. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır” diye dua
ettim, içimden sezsizce. Duamı yeterli görmedim. Kollarımı semaya kaldırdım:
“Yarabbim, bizim günahlarımızı affet, hatalarımız
bağışla. 1783 yılından 1944 yılına kadar vatanlarından sürülen bu mazlum
milletimin yüzünü artık güldür. N'olur Rabbim yardım et bize. Karanlık
gece dönsün gündüze. Tut elimizden tutki çıkalım düze.“ dedim.
Duamın
arkasındanda şu mısraları ilave ettim.
“Ruhumun
senden, ilâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd
ile bin secde eder-varsa-taşım,
Her
cerîhamdan, ilâhi,boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır
ruh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen
de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen
sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!. “
Halil İbrahim
Akay, omuzuma eliyle dokundu; herhalde ben uyumuştum.
Gözlerimi
açtığımda “Şükrü gümrük kapısına geldik.
Haydi otobüsten inelim” dedi.
Halil
İbrahime içimden kızmıştım;”Beni hayal
alemimden niye uyandırdı? ” diye..
Devamı
haftaya….
Hoşça kalınız….
Şükrü BİLGİLİ