“KIZIL GÖZYAŞLARI”
“6-HAKKIM=KIRIM”
Uçak çok eskilerden kaldığı belli
olan eski model bir Ukranya uçağı idi. Sağ olsun gezimiz tertip eden
arkadaşımız maliyet biraz hesaplı olsun diye Ukranya uçağını tercih etmiş.
Aslında daha sonra öğrendiğime göre Türk Hava Yolları'nın uçağı ile Ukranya
uçağının arasındaki ücret farkı 40- 50 dolarmış.
Aslında bu fark verilerek daha
lüks olan kendi uçağımız ile gidebilirdik.
Her neyse.
Elimdeki numaraya göre oturacağım
yeri aradım. Numara on üçtü.
Bazı insanlarda batıl inançlar
vardır; ama, ben hiçbir zaman bu batıl inançlara inanmadım. Genelde bu tür
insanlar on üç sayısını uğursuz bir sayı olarak algılarlar; bu yüzden de on üç
ile ilgili hiç bir şeyi kabul etmezler.
Ne tesadüf ki benim koltuk
numaram da on üç idi. Aklıma birden bu
batıl inanç geldi ve kendi kendime de “Şükrü dikkat et; uğursuz bir sayının
koltuğuna oturacaksın. Aman ha...,” dedim.
İlk defa uçağa biniyordum ve
içinin nasıl olduğunu çok merak ediyordum.
Uçağın içi aynı bir otobüsün
içine benziyordu. Ortada bir uzun koridor, bu koridorun her iki yanına
sıralanmış üçer kişilik koltuklar vardı. Oturacağım koltuk arka sıralarda, üç
kişinin oturacağı koltukların ortasındaki bir numara idi.
Koltuğum sağında ve solunda iki
tane güzel Ukranya’lı bayan oturuyordu. Yerime tam oturacağım sırada pencere
kenarında ki bayan bozuk bir Türkçe ile sağımda oturan bayanı işaret ederek
“Yan yana oturabilir miyiz? “dedi.
Ben de “tamam” deyip koridor
kenarındaki koltuğa oturdum. On üç numarası hiç te uğursuz bir sayı değilmiş.
Sol yanımda iki tane güzel Ukranyalı bayan oturuyordu. ”Böyle uğursuz sayıya
can kurban” dedim içimden.
Hostesin biri Rusça ve İngilizce
kemerlerimizi ve can yeleklerimizi nasıl takacağımızı ve nasıl kullanacağımızı
söyledi. Bir yandan da işaretle uygulamasını gösterdi. Bizler gerek Rusça'dan
gerekse İngilizce'den bir şey anlamadık ama gösterdiği hareketlerinden
kemerlerimizi kolayca bağladık.
Uçağımız hareket etmeye başladı.
Heyacan dorukta idi.
Kuşlar gibi ben de ilk defa
uçacaktım. Hatırladığım kadarı ile çocukluk yıllarımda rüyalarımda çok uçardım.
İşte bugün rüyalarım gerçek oluyordu. Evet uçuyordum; bu uçuşumun bir hedefi
bir gayesi vardı; Cennet Vatana, kartbabaylarımın, kartanaylarımın vatanına bir
kuş gibi özgürce uçacaktım. Yıllar önce vatanlarından sürülen kartbabayların,
kartanayların torunları olan ben Kırım'a mas mavi ve bembeyaz bulutlar arasında
gidecektim...
Çok sevinçliydim...
Uçağımız yavaş yavaş yükseldi. Ön
tarafının yükseldiğini hissediyorduk. Pencereden aşağıya bakmaya çalışıyordum.
Epey bir müddet uçağımız yukarıya doğru uçmasına devam etti. Daha sonra düz
olarak uçmasını sürdürdü.
Benim devamlı olarak boynumu
uzatarak pencereden aşağıya baktığımı gören pencere kenarındaki Ukranyalı
bayan: “Yer değişelim. Benim için no proplem” dedi. Bana pencere kenarındaki
yerini verdi, kendiside benim koltuğuma geçti.
Aman Allah’ım!...
Aşağıya baktığımda İstanbul
Boğazı üzerinden uçuyorduk. İstanbul'un evleri, Boğaz Köprüsü, caddelerdeki
arabalar çok rahat seçiliyordu.
İstanbulu'muz gerçekten gök
yüzünden muhteşem görünüyordu. Harika bir manzarası vardı. İstanbul Boğazı'nın
Karadeniz ile birleştiği yere kadar penceremden İstanbul'u doya doya seyrettim.
Sonra da Karadeniz üzerinden uçmaya devam ettik.
Hostesler bizlere yemek ve içecek
servisi yaptılar. Yiyecekler içinde salama benzeyen etler vardı. Domuz etidir
diye hiçbirine dokunmadım. Böreğe benzer yiyeceklerden yedim. Vişne suyu çok
hoşuma gitmişti. Yer değiştiğimiz koridorun kenarında oturan çat pat Türkçe bilen Ukranya’lı güzelden, hostesten
“Bir vişne suyu daha” istemesini rica ettim.
Bu konuşmamla Ukranyalı
güzellerle kontak kurmuştum. Bana kendisinin “Ukranya’lı olduğunu, Türkiye de
bir Türk ile evlendiğini, anne babasını ziyarete gittiğini, yanındaki diğer Ukranya’lı bayanın
Türkçe’den anlamadığını ve arkadaşı olduğunu, bir daha yolculukta ise Ukranya
Uçağına binmeyeceğini, bu eski uçaktan çok korktuğunu,” söyledi.
Bir ara uçağımız hava boşluğuna
düşmüştü. O zaman çok korkmuştu bu güzeller...
Ukranya’lı bayanlar ile muhabbeti
koyulaştırmıştık. Karşılıklı birbimize sorular sorarak gök yüzünde güzel bir
yolculuk yapıyorduk.
On üç sayısını ugursuzluğuna
inananlara duyrulur.....
Karadeniz aşağıda masmavi bir
çarçaf gibi serili duruyordu...
Beyaz bulutlar arasından Akmescit
semalarına geldik. Gök yüzünden Akmescit'te İstanbul gibi çok güzel
görünüyordu. Akmescit şehrinin çevresi dağlarla çevrilmiş, geniş bir ova
üzerine yerleşmiş üç yüz elli bin insanı barındıran güzel bir şehirdi. Şehir
merkezi yemyeşil ağaçlarla kaplanmış, şehirin dışında ise sanki cetvelle
çizilmiş ucu bucağı görünmeyen buğday tarları göze çarpıyordu.
Tam
inişe geçtiğimiz sırada pencereden bir kara tren gördüm. Hemen aklıma 18 Mayıs
1944 yılında hayvan vagonlarına istiflenerek doldurulan; bu vatanın esas
sahipleri olan mazlum Kırım Tatar Türklerini hatırladım.
Kendi
kendime içimden “Üzülmeyin kartbabaylar. Sizleri hayvan vagonlarında
Sibirya'nın tundralarına sürdüler ama bakın sizlerin torunları olan bizler
bugün gök yüzünden uçakla tekrar geliyoruz. Sizler yerlerinizde rahat uyuyun.
Sizlerin torunları bu topraklara gelecek, sizlerin bıraktığınız yerden bu
toprakları yeniden yeşertecekler, yeniden imar edecekler” dedim.
Uçağın merdivenlerinden inerken de
aşağıdaki şiiri içimden haykırarak okudum.
“Hakkım” yazılan kelimenin
yerine bir kez de “Kırım” kelimesini
koyarak okudum. Sizlerde benim gibi bu şiirde geçen “Hakkım” kelimelerinin yerine “Kırım”
kelimesini koyarak okuyun. Merhum Millî Şairimiz Şevki Bektöre’ye saygısızlık yapmamak için şiirin aslını bozmadım.
“HAKKIM İÇİN”
Herşey derin uykularda yatardı,
Gündüzünü gecesine katardı.
Zulüm hakkın pençesinde tutardı,
Uyandımda:-”Hakkım!..”- diye bağırdım.
Yeller aldı, dağlar kesti sesimi,
Azmim ile yendim bütün sesimi,
Şaşırmadan öğrendiğim dersimi,
-”Hakkım, hakkım, hakkım!..”- diye bağırdım
Bir gün geldi kan bürüdü her
yeri,
Hep dağıttı yatağından erleri.
Kalmış iken ben yalnız, serseri,
Yine-”Hakkım, hakkım” - diye bağırdım.
Dağlar ateş, yerler ateş
kusarken,
Cellât eller mazlumları asarken,
Hak hak iken, korkar gibi
susarken,
Ben susmadım, -”Hakkım!..”- diye bağırdım.
Deniz coştu dalgalandı dağ gibi,
Dağ eridi karşısında yağ gibi,
Gök kapandı üstüme bir ağ gibi,
Dipten yine -”Hakkım!..”- diye bağırdım.
Gür sesimden bütün varlık inledi,
Her şey sustu, feryadımı dinledi.
Dedim:İnsan zalim insan çiğnedi,
Hakkımı, -”Ah, hakkım!...”- diye bağırdım.”
Devamı
haftaya
Şevki
Bektöre,Birlik Dergisi, Qırım Fondu, New York,2001, s.6