“GÜZEL KIRIM”
NENEMİN
NİNNİLERİNDEYDİ,
DEDEMİN
MASALLARINDAYDI,
BABAMIN HEP
DİLİNDEYDİ.
GÜZEL KIRIM, GÜZEL
KIRIM,
RÜYALARIM OLDU
BAHÇESARAY,
SEVGİ DOLU
HANSARAY.
UMUTLARIM OLDU BİR
GÜN; KIRIM’A GİTMEK.
AYLAR YILLAR
GEÇTİ, BIKTIM BEKLEMEKTEN........
Yaşım hayli ilerledi. Nasıl geçti bu koskoca
yıllar; bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var; Cengiz Dağcı gibi beni yaşatan,
beni ayakta tutan; nenemin ninnilerinde, dedemin masallarında dinlediğim,
babamın hep dilinde olan “Güzel Kırım”ı
bir gün görebilmek umudu idi...
Rüyalarıma giriyordu Akmescit;
burnumda tütüyordu Bahçesaray...
Bütün benliğimi ve ruhumu sarıyordu;
Giray Hanların yaşadığı o muhteşem Hansaray.
Aylar geçiyordu, ardından yıllar
birbirini kovalıyordu; bıkmıştım, usanmıştım;
”Ne zaman gideceğim Kırım'a?” diye
günleri bir mahkûm gibi birer birer sayıyordum.
Duvarlar yıkılmıştı...
Demirperde param parça olmuştu...
Güneş bizim için daha güzel doğuyordu
doğudan şimdi. Bize gülümsüyordu:
”Gelin Kırım'a; bakın ben artık, Güzel
Kırım'ın nurlu ufuklarından özgürce doğuyorum. Bir zamanlar bana perde
çekmişlerdi. Bu perde şimdi yırtıldı. Ne zaman beni Kırım'ın dağlarından,
ovalarından, bağlarından ve bahçelerinden doğuşumu seyredeceksiniz? Sizleri
kızıl gözü yaşlı anaylar, babaylar, kartbabaylar, balalar bekliyor.” diyordu.
Bana göz kırpıyordu; her sabah baktığım dünyaya
hayat veren Güneş...
Bazen Kırım'a olan hasretliğimi
gidermek için, köyümün güney yamacında, sırtını dağa yaslamış, on-on beş metre
yüksekliğinde bir mantar gibi kayalar üzerinden göğü yararcasına yükselen;
ilginç, insanı büyüleyen heybetli bir kaya parçasından oluşan "Küçük Kale" üzerindeki iki üç tane
badem ağacına bakıyorum; bu badem ağaçları, vadi boyunca ılgıt ılgıt esen
rüzgârın etkisiyle özgürce sallanıyordu; her bahar mevsiminde açan mor
çiçekleri ile,
"Kırım Tatar Türkleri
yeniden doğuyor, yeniden açıyor; bizleri kırk bin kere Kırım Kırım kırsanız
dahi yine doğacağız, yine açacağız. Sizler rahat uyuyunuz! Ey şehitler!.. Ey
gaziler! " der gibi, karşısında mezarlıkta yatan kartbabaylara bir
şeyler fısıldadığını, bir şeyler anlatmaya çalıştığını işitir gibi
oluyordum....
Kaya parçasının tepesinde bu badem
ağaçları nasıl yetişmişti?
Kim dikmişti bunları?
Köyümde bunları bir bilen yoktu, ne acı
ki....
Kırım Tatar Türklerinin acılarını,
ıstıraplarını ve kendi yaşadığı olayları da akıcı bir dille yazan Kırımlı Büyük
Romancı Cengiz Dağcı'nın "Badem
Dalında Asılı Bebekler" romanında bahsettiği "badem ağaçları" nın tohumları mı
acaba? diye hüzünle, kederle bakıyordum onlara...
Evimin penceresinden, her bahar
geldiğinde, komşu apartmanın bahçesinde yaşlı badem ağacındaki mor çiçeklere
baktığımda da; köyüme, Kırım'a doğru dalıp gidiyordum. O mor çiçeklerde zulmü yaşamış; Kırım Tatar Türklerinin; balaların,
anayların, babayların, kartbabayların gözlerinden akan kanlı kızıl gözyaşlarını
görür gibi oluyordum.
İşte bu duygularla geçmişti kısacık bir
ömür...
Benim için Kırım'a gidecek uçak ne
zaman kalkacaktı? diye diye gün sayıyordum. Bir gün benim içinde kalkacaktı bir
uçak; bu uçaktan da Kırım'ın semalarından Cengiz Dağcı'nın Gurzuf’unu,
Kızıltaş’ını, Ayuv Dağı’nı, Gelin Kayası’nı, Giray Hanların başkenti
Bahçesaray'ı ve Akmescit'i doya doya seyredecektim.
Umutluydum. Hiç bir zamanda umudumu
yitirmemiştim.
Bakın şairimiz ilk Kırım'a girişinde şu
dizeleri yazmış:
İLKÖNCE AYUV DAĞI
GÖRDÜK, DENİZDEN.
DALGALAR YANAŞTIRDI BİZİ YALTA'YA,
HEMEN KOŞUP GİTMEK
İSTEDİM BAHÇESARA'YA
“YASAK,
GİDEMEZSİN” DEDİLER, KALDIM YAYA...
Acaba gerçekten yasak mıydı bu
topraklara gitmek?
Beni de çevirirler miydi yoldan;”Yasak gidemezsin” derler miydi, kalır
mıydım yaya, bunu bilemiyordum...
BURADA TOPRAK
KOKUSU BAŞKA,
DENİZE KARŞI ŞÜKÜR
NAMAZI SECDESİNDE,
BU KOKU İLE DOLU
CİĞERLERİM HUŞU İÇİNDE,
BU TOPRAKLARA
BOŞUNA “GÜZEL KIRIM” DEMEMİŞLER.
Diye şiir devam ediyordu.
Bende bir gün Hansaray Camisi'nde, Cuma
Camisi'nde “Şükür Namaz”ı kılar mıyım diye Rabbime her namazdan sonra dua
ediyordum.
Çocukluğumuzda bizleri; Tatarları, hep
hor gördüler, oyunlarda hep ittiler kenara. Kavga ettiğimizde de
“Tatar...Tatar....İğnesi ....... Batar” diye kızdırdılar, kovaladılar
evlerimize kadar....
Ama birileri benim kulağıma şu dizeleri
okumadı, anlatmadı o yıllarda. Eğer okusaydılar, anlatsaydılar, bana” Tatar
Tatar........” diyenlere:
“Ben öz be öz Türküm “diye gerinerek, :
“TATAR ATLILARI
ÖNÜNDE KRALLAR, PRENSLER
BOŞUNA BAŞ
EĞMEMİŞLER.
BİLMEYENLER GELSİN
GÖRSÜNLER,
TAŞINDA TOPRAĞINDA
TARİHİ ÖĞRENSİNLER” diye
haykırırdım...
Sonrada Kırım Tatar Türk kardeşlerime
de döner:
“TATAR TÜRKLERİ
BİR BOYDUR Kİ, GÖĞE DAMGASINI VURMUŞ,
GÖK BAYRAK OLMUŞ.
ASIRLAR BOYU
GÖKLERDE DALGALANIP GELMİŞ,
BALAM BU BAYRAK
SENİN, BU TOPRAK SENİN,
“GÜZEL KIRIM”
SENİN,
BALAM KIYMETİNİ
BİLESİN...”
Derdim.
Çocukluk yıllarımda bunları diyemedim.
Ama şimdi balalarıma:
“Balam bu bayrak
senin, bu toprak senin” diyorum.
Benim olan bu topraklara 1.7.2003
tarihinde yolculuk başladı.
Hasretliğim bitiyordu.
Havalarda uçuyordum.
Ne mutlu bana....
Devamı haftaya....
NOT: Yazıda geçen “Güzel Kırım “şiiri
Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Merhum Dr.Ahmet İhsan Kırımlı'ya
aittir. Böyle güzel bir şiiri bizlere hediye eden Sayın Kırımlı'ya teşekkür
ediyorum. Allah Rahmet etsin, Mekanı Cennet olsun.