Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

13-ALACA’MIZ' DA İZ BIRAKANLAR: “KÖFTECİ/LOKANTACI İRFAN ŞİMŞEK’İN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ (8)


13-ALACA’MIZ' DA  İZ BIRAKANLAR: “KÖFTECİ/LOKANTACI İRFAN ŞİMŞEK’İN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ (8)



 Paylaş
 14 Agustos 2020 16 : 44 

İrfan Abinin, kafasını sallayarak Merhum Menderes’in ölümüne , hiç bir şey yapamamanın ezikliği altında “ Elimde bir şey olsa idi parçalayacaktım Menderes asıldığında. Yoktu efendim. Zabaha kadar ağladım.” sözlerinden çok etkilenmiştim. 


Merhum Adnan Menderes 17 Eylül 1962 yılında asıldığında İrfan Abi tam ondokuz yaşında kanı fıkır fıkır kaynayan genç bir delikanlı imiş. Taşı sıksa un edermiş. Menderes’in asılmasına ülkemizde o yıllarda yaşayan yirmi yedi milyon insanımız gibi İrfan Abi’de çaresizlik içerisinde hiçbir şey yapamayıp sadece  “ Zabaha kadar ağlayıp “ yas tutmuş. 


Menderes asıldıktan sonra filmi çevrilmişti. Alaca’ya da bu filim gelmişti çocukluğumda. Çok iyi hatırlıyorum Yalçın Sinemasının önünde tahtaya yapıştırılmış bir afişte; Merhum Adnan Menderes’in beyaz kefen giymiş, boynundan urgan ile asılmış darağacında asılı resmine defalarca bakmış, çok üzülmüştüm. Bu filme parasızlık yüzünden gidememiştim. Aklım yettiğine göre on yaşlarında olmalıydım. İrfan Abi, Menderes asıldığında “ Zabaha kadar ağladım.” dediğinde, gözümün önünde çocuklukta gördüğüm Menderes filminin afişindeki o masum, o temiz yüzlü Demokrasi Kahramanı Adnan Menderes geldi. “Mekanı cennet olsun. Bu büyük devlet adamını asanların, sebep olanların öbür dünyada yerleri Cehennem olsun. Rabbim onları en ağır ceza ile cezalandırsın. 


Bir de İrfan Abi’nin Alaca’nın insanları hakkındaki  şu sözlerinden bir Alacalı olarak gurur duydum. Bakın Alacalılar ile ilgili ne diyor İrfan Abi okuyalım: “ Alaca’nın insanı çok güzeldir. Alaca’nın insanı çok insandır. İnsanları insan gibi görür. Alacalıyım ben. Deseler ki Çorum’a gidersen altın vereceğiz, Ankara’ya gidersen altın vereceğiz, işte İstanbul’a. Asla Alaca’yı bırakıp gidemem. Çünkü Alaca’nın insanları çok güzel. Cenazede beraber. Hastalıkta beraber.Yoksullukta beraber, Varlıkta beraber. Yani Alaca’nın gerçek insanları insan gibi insan. Hiçbir zararını görmedim. Allah’a şükür.” 


”İrfan Abi, senin çocukluğundaki Alaca’dan, özden yani Alaca’ın ortasından geçen çaydan biraz bahseder misin? Hatırladığım kadarı İle bu çayın içi çok pisti. Alaca’nın bütün çöpleri bu dereye atılırdı, değil mi?” dedim. 


“ Çok iyi hatırladın. Deren’in içi pislikten geçilmiyordu. Özün yanında boyacılık yapardım zaten. Yanında tahta köprü vardı. Köprünün yanında Hışırlılı Şefket Ağa vardı. Kitap mitap satardı. Zurna satardı. Şunu satardı. Bunu satardı. Onun karşısında Çeliklerin mağaza vardı, özün öbür yanında. Meydan pazardı. Buğday pazarıydı. Buğday pazarının karşısında şey vardı. Hani sigara satan yere ne diyorlar?”


“ Tekel diyorlar İrfan Abi” diye cevap verdim.


“ Tekel vardı. Belediye oradaydı. Osman Akçanın dükkanı vardı. Un satardı. Ya!...ya!...hep ordaydı.”


“Eski esnaflardan bahsedebilir misin? Mesela Osman Akça nasıl bir insandı?”


“Osman Akça , çok temiz, düzgün bir insandı. Muhittin Koçak, Nurettin Koçak, Dursun Ercoşkunlar. Hasan Erçoşkunlar. Varda vardı işte. Kacalın İsmail vardı. Totanın Hasan vardı. “


“ Kacal İsmail’de Tatar’dı değil mi İrfan Abi?”


“ Tabii. Kacalın İsmail’de Tatar’dı. Aktaş vardı. Abdullah Aktaş ile ortak şiş sattık. Şiş kebap yapar satardık.”


“ Abdullah Abi’nin de yanına gideceğim. O da kabul ederse hayat hikayesini anlattıracağım ve yazacağım.” dedim.


“ Tatar Bakı vardı. Dur bakayım, sana Osman Akça’nın nasıl bir insan olduğunu anlatayım ” dedi, eli ile burnunu kaşıdı, yüzünü yukarıdan aşağı sıvatladı:


“ Osman Akça, çok dürüst bir esnaftı . Niye? Bir gün dedim ki ‘Osman Amca , unum yok. Bana bir aylığına veresiye bir çuval verin mi?” dedim.  (İrfan Abi tam o sırada başını yukardan aşağı indirdi ve gözlerini yumdu) ‘Olur...’ dedi. Bir ay oldu. Veremedim.”


“ Kurabiye için değil mi?”


“Evet . Bir ay oldu yine veremedim. Gettim yanına. Osman Amca , bu ayda veremeyecem, dedim. ‘Olur!.’ dedi. Üç ay sonra götürdüm verdim. ‘Un!..’ dedim, ‘zam koymuş. Unu zamlı al’ dedim,  parayı uzattım. Osman Amca ‘ Yook’ !..’ dedi. ‘Kaç kuruşa aldıysan, fiyat o.’ dedi. “


“Görüyor musun Osman Akça Amcayı, senden üç ay sonra una zam gelmesine rağmen eski fiyattan almış!..Çok iyi bir esnafmış.” dedim.


“ Ya!.. Ya!... Osman Akça çok dürüst bir adamdı. Hesap et. Hem de Cumhuriyet Halk Partiliydi. “


“Öyle mi Osman Akça Halk Partili miydi?”


“ Yaaaa. Halk Partiliydi. Oğulları şimdi Türkeşçi. Kimin ne olduğunu bilirim. Beni Belediye Başkanlığına koymak istediler.” deyince, çok merak ettim ve soruyu hemen patlattım: 


“ Hangi Partiden?”


“Parti  marti yok dediler “


“Yani bağımsız?”


“Hepimiz seni destekleyeceğiz, dediler. Yok ben olmam. İşimi kaybederim.“ dedim. 


“Anavatan Partisinden birini koydulardı. Neydi İrfan Abi. Hatırlıyor musun? Benim aklıma gelmedi.” dediğimde, “ Mımmmmm” deyip aşağı doğru eğildi İrfan Abi, bir müddet düşündü. Sonra başını kaldırdı;


“ Bağımsız koyduydular değil mi?” 


“ Yok. Anavatan’dan koyduydular.” 


“ Haaaaa. Ali İhsan’ı mı?”


“Evet . Ali İhsan Abi. “ dedim ve sohbete karşılıklı konuşarak devam ettik:


“ O zaman Anavatan kurulduğunda bana ilçe başkanlığını da verdiler. Almadım. Onları alsam işimi kaybederdim.”dedi İrfan Abi. Ben de:


“Tabii. Ticaret yapamazdın!..” dedim ve İrfan Abi konuşmasına devam etti:


“Onları çok düşündüm. O iş ekstradan bir iş. İşin yörüyecek, o da ekstra olacak. “ 


“ İrfan Abi, Alacamızın tam ortasında bir tahta köprü vardı. Ben çok iyi hatırlıyorum. “ dediğimde , sözümü tam bitirmeden:


“ Çok iyi biliyorum. O köprüde oturur boya boyardık. Bir köprüde şu arada vardı.Şimdi ki...” dedi, eliyle oturduğu evin sokağını işaret etti. Ben de:


“ Babey’in tuvaletinin karşısında değil miydi o köprü İrfan Abi?”


“ Haaa. Şimdi ki  Babey’in tuvaletin karşısında. Derede iki köprü vardı.”


Babey ismi geçince benim de anılarım tazelendi. Babey, muhacir mahallesinde otururdu sanırım. İlçemizin Belediyeye ait tuvaletine bakardı. Babey, çoğu kere tuvaletin kapısında dururdu; devamlı giydiği sekiz köşeli kasketini, sağ eli devamlı bozuk paralarını koyduğu delmesinin ( takım elbise ile dikilen kısa kollu yelek, giysi) cebindeki görüntüsünü şimdiki gibi hatırlıyorum; yan dudağı arasında sigarası olduğu halde , hiç durmadan “ Sular kesik, taslar  dolu.” sözleri ise hala kulağımda bugünkü gibi çınlıyor. 


Alaca ilçemizde çok sık su kesilirdi o yıllarda. Babey Amca, bunu bildiği için birer musluk takdırdığı bidonlara devamlı suyu doldurur, su kesildiğinde de bu bidonlardan  tuvaletlere tas tas su taşırdı. İşte o zamanda devamlı müşterileri uyarmak için “ Sular kesik, taslar dolu” diyerekten, müşterilere suyu idareli kullanmalarını , yoksa işini bitirmeden yarı yolda kalacağını hatırlatırdı. 


Babey Amca,  tuvaletten çıkan müşterilere “ küçük mü büyük mü?” diye sorardı. Alacalı olmayan müşteriler Babey’in bu sorusunu yanlış anlarlardı. Zaman zaman bu yüzden Babey ile müşteri arasında tartışma olurdu. Babey, müşterinin yanlış anladığını sezince “ Kardeşim, büyük abdesti mi yaptın, küçük abdesti mi? Büyük abdest on beş kuruş, küçük abdest on kuruş” der, müşterilerin yaptıkları tuvaletlere göre ücret alırdı. 


İrfan Abi ile konuşmamızda Babey ismi geçince “ Alaca ilçemizin ilk tuvalet işleten Babey ile ilgili hatıran var mı?” dedim.


“Babey, sucudur. İyi bir su ustasıdır. Tuvalet işini ekstreden yapıyordu. Ya!..Ya!...Aslı öyledir. Babey’in yanında kimin kahvesi vardı; dur bakayım.İsmail Ağanın kahvesi vardı. Terzi Ömer vardı. Nihat Salbaş, Rıfat Salbaş, Hoca’nın Memet, Kekeç Memet; eski adamlardı bunlar...Sıttık Abi vardı. Oğlu şimdi Çorum’da öğretmen...Fırıncı Pehlül Usta vardı. Kısa boylu. Tam köşede Pehlül Ustanın fırını vardı. Dur bakıyım. Tamamını biliyom, ama, unutkanlık. Bir çoğu aklıma gelmiyor,”


İrfan Abi’ye, unuttuklarını hatırlaması için , hafızasını tazelemesi için  şu soruyu sordum:


“İrfan Abi, bir de Cumhuriyet Meydanının olduğu yerde; derenin hemen kenarında Halk Bankasının tam karşısında, iki katlı bir beyaz bir bina vardı. Burası nüfus müdürlüğü mü idi? Nüfus Müdürlüğü binasının yandığı söyleniyor. Hatta binanın kasıtlı yakıldığını duydum. Bu konuda ne dersin?“


“ Haaa. Orası Abbas Çavuş’un mağazası idi. Abbas Çavuş zengin idi...”


“Bir de Alaca’mızda eskiden hanlar vardı. Bu hanları anlatırsan çok memnun olurum İrfan Abi.” dedim.


Biraz önce “ Tamamını biliyorum, unutkanlık. Bir çoğu aklıma gelmiyor”  diyen İrfan Abinin gözleri fal taşı gibi açıldı:


“ Hacı Arab’ın hanı vardı; İşte Halk Bankasının olduğu yer. Cin Hasan’ın Hanı vardı; Abdullah Aktaş’ın olduğu yer. Az ilerisi de Topal Dursun’un Hanı idi; Tapol Dursun Hatipoğlu’nun ( Yasin) kayınbabasıydı. Az ileride de tam köşede Tefiğin Hanı vardı.” 


“ Tefiğin Hanı , Ankara yolunda değil miydi İrfan Abi?”


“ Yoo. Yoo. Tam köşede idi Tefiğin Hanı. Yaaaa, yaaaa!..”


“ Bir de bizim mahallede motorhanenin tam karşısında Taciyiriğin Hanı vardı, “ dediğimde, İrfan Abi elini sallayarak: 


“Taciyiriğin Han daha sonra idi.  Ben eskileri diyorum. Tüm hanlar orada idi.  Köylüler kağnılarla  bir gün eveli gelirlerdi. Kağnıları dışarı korkardı. Hayvanları hana bağlarlardı.  Kendileri de bokun üzerinde handa yatarlardı. Benden de çorba içerlerdi. Çorba ucuz; yirmi beş kuruştu. Hanların karşısı yanı şimdiki Cumhuriyet Meydanı ekin Pazar’ı idi, az ilerisi şu anda ayakkabıcıların olduğu yer mal pazarıydı. Sebze pazarı da bunların arasında bir yol vardı orasıydı.”


“İrfan Abi, köfteleri bu pazarlarda mı satardın?  Bir de Sucukçu Hasan’da, Kasap Muaammer’de köfte satıyormuş. Rekabet eder miydiniz?”


“Hepimiz caminin önünde köftelerimizi satardık. Aramızda rekabet yoktu. Herkes satardı. Aramızda rekabet mekabet yoktu. Caminin önü buğday pazarıydı, şu resmini gördüğün köfte arabasıyla çok köfte sattım. Köfte arabasının resmini de çektin. Her şeyi canlı gördün,” dedi, İrfan Abi.


Tam o sıra Alaca’mızda akşam ezanı okunuyordu. İrfan Abi’nin evi Şıhlar Camisine iki yüz metre uzaklıktaydı. Ezan sanki evin içinde okunuyor gibiydi. Ben konuyu değiştirmek için;


“ İrfan Abi, birde şu sinemalardan bahset , sinema ile ilgilide bir yazı yazacağım.” dedim.


Bir yandan bir kulağı ile ezanı bir kulağı ile beni dinleyen İrfan Abi, oturduğu yerden sanki zikir yapar gibi eğilip eğilip kalkıyordu. 


“Sinemacı Lütfü’den daha evvel Sinemacı Yozgatlı Faruk vardı. İlk sinemayı o işletti . Faruk Abi işletti.  Ondan sonra Lütfü aldı. Bu sinemanın adı Yalçın Sinemasıydı. Bir müddet Lütfü işletti. Bir de Çöplülerin Güneş Sineması vardı. Sinemanın hayatı bu; basit bir hayatı var.” 


“ İrfan Abi , sinema deyince ben çocukluğumdan beri seni ben hep artist Kudret Karadağ’a benzetirim. Benden başkası size Kudret Karadağ’a benzediğinizi söyledi mi?” dediğimde, İrfan Abi gülümseyerek ve elini bana doğru sallayarak:


“ Söylediler, söylediler. Aynen söylediler.” dedi.  


Akşam ezanı Alaca’mızın semalarında hala devam ediyordu...


Devam edecek...








 
Haber :
Bu Haber 2188 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :İrfan Şimşek, Alaca,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5758
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5744
Semer
İzlenme : 3162
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2542
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr