AYAKKABI BOYACISI ŞEREF
İKİNCİ BÖLÜM
Ayakkabı boyacılıktan fazla para kazanamıyordu. Ancak evin geçimine yetiyordu günlük kazandığı para. Bir gün pazarın kurulduğu Perşembe günü ayakkabı boyarken bazı çocukların köylülerin satın aldığı sebzeleri el arabası ile pazar dışına taşırken gördü. Onlardan birini çevirdi. “ Günde kaç lira kazanıyorsun bu el arabası ile “ dedi. Çocuk “ Çarşamba günü öğleden sonra pazar yerine gelen köylülerin satacağı sebzelerini tezgahlara taşıyorum. Perşembe günü de köylülerin aldıkları meyve ve sebzeleri pazar yerinden, traktörlerinin olduğu yere götürüyorum. Bir buçuk günde on beş lira kazanıyorum.” deyince Şeref çok şaşırdı. Bu para kendisinin ayakkabı boyacılıktan bir hafta da kazandığı para idi. O anda bir el arabası almaya karar verdi.
Babasının tanıdığı birinden bir el arabasını taksitle satın aldı. Çarşamba ve Perşembe günleri boyacılığa ara verip el arabası ile yük taşıdı. Düşündüğü gibi yük taşıma işinde boyacılıktan daha fazla para kazanıyordu. Borç para ile aldığı el arabasının parasını kısa zamanda ödedi. Artık Şeref’in iki işi vardı; ayakkabı boyacılığı ve el arabası ile yük taşıma işi.
Ramazan bayramına bir kaç gün vardı. Küçük yaşta olmasına rağmen oruçta tutuyordu. Yine bir gün İsmail Amcasının büfesi karşısına ayakkabı boya sandığını koymuş müşteri bekliyordu. İsmail Amcasının kendisine bağırdığını duydu. Gözlerini büfeye doğru kaldırdığında küçük hasır sandalyede bir adam ile oturan İsmail Amcasının el salladığını gördü. Elindeki ayakkabı fırçalarını sandığın üzerine koydu. Koşarak gitti. İsmail Amca’sının yanına geldi. Esas duruşa geçerek “ Buyur İsmail Amca, boyayacak ayakkabın mı var?” dedi.
“ Hayır Şeref. Ayakkabım yokta sana müjdeli bir haberim var. Sen bu sene ortaokula gideceksin. Takım elbisen, kıravatın, şapkan , gömleğin var mı?” dedi.
“ İsmail Amca, o dediklerinin hiçbiri yok. Bu yazın kazandığım para ile onları alacağım. Babamın alacak parası yok. “
“ Şeref, madem yokmuş. Şu yanımda oturan amca senin bu ihtiyaçlarını almak istiyor. Ne diyorsun bu işe? Sen, annen razı olur mu?”
“ İsmail Amca, sen bilirsin. Eğer amca benim giysilerimi alırsa ben de kazandığım paraları evimizin ihtiyaçları için harcarım, fazlasını da biriktirir okulda harçlık yaparım.” deyince, İsmail Amca’nın yanındaki hayır yapacak şahıs , Şeref’in başını okşadı:
“Aferim oğlum. Seni gözüm tuttu.Hadi o zaman birlikte mağazaya gidelim. Seni baştan aşağı giydireyim.” dedi, İsmail Amcası da yanlarında olmak üzere en yakın bir giyim mağazasına gittiler...
Hayırsever Vatandaş, İsmail Amcanın çok yakından tanıdığı, çok zengin biriydi. Her yıl ramazan ayının başında ilçeye ailesi ile gelir, orucunu tutar, bayrama doğru da ilçede ne kadar fakir fukara varsa onlara yardım ederdi. İsmail Amcası ile sohbet ederken “ İsmail bu senede fakirlere yardım edeceğim. Senin yakından tanıdıkların varsa onlara da yardım edebilirim.” demişti ve İsmail Amcası da büfesinin karşısında ayakkabı boyacılığı yapıp evlerini geçindiren ve okuyan köylüsü Şeref’i göstermişti.
Hayırsever Vatandaş mağaza sahibine “ Bu çocuğu tepeden tırnağa , ne isterse, giydir. Parasını ben ödeyeceğim. “ dedi.
Mağaza sahibi “Hoş geldiniz beyler. Siz şu kenardaki sandalyelere oturun. Ben de çocuğun istediklerini vereyim.” dedi.
İsmail Amcası ve Hayırsever Vatandaş otururken, mağaza sahibi Şeref’i baştan aşağı donattı. Siyahta bir potin ayakkabı verdi. Şeref takım elbiseden çok ışıl ışıl potine sevindi. O kadar ayakkabı boyamıştı ama ayağındaki gibi güzel parlak bir potin boyamamıştı. Artık kendisinin de boyayayabileceği bir ayakkabısı vardı.
Mağaza sahibi Şeref’i giydirip İsmail Amcası ile Hayırsever amcanın karşına getirip dikti. “ İşte oğlunuzun istediği takım elbiseyi, gömleği, kıravatı, potini giydirdim. Nasıl olmuş? Beğendiniz mi?” dedi, mağaza sahibi.
Hayırsever Vatandaş ve İsmail Amcası , Şeref’i baştan aşağı süzdüler. Her ikisi de aynı anda “ Çok güzel yakışmış. “ dediler. Şeref, eğilerek her ikisinin elini öptü. Almancı Hayırsever Vatandaşa ” Amca, size teşekkür ederim. Bugüne kadar benim hiç takım elbisem olmamıştı. Hiç potimim olmamıştı. Ne kadar sevindim bilemezsiniz. Allah razı olsun. Bu iyiliğinizi hayat boyu unutmayacağım.” dedi.
Almancı Hayırsever Vatandaş, Şeref’in yanaklarından öptü. “ Bu sene ortaokula başlayacağını söyledi İsmail Amcan. Hadi seni göreyim. Derslerine iyi çalış. Başarılı bir öğrenci ol. Şimdi senin cebine birazda para koyacağım. Boyacı sandığını ve üzerine giydiğin elbiseleri alıyorsun, doğru evine gidip cebine koyduğum parayı ve elbiseleri annene teslim ediyorsun. Bugünkü harçlığını da ayrıca sana veriyorum. Yani bugün çalışma. Dinlen. Git annen ile geçir.” dedi.
Şeref, söylenenleri duyunca ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaştı. Elbiseleri çıkarmak için giderken ayağı birden kaydı. Tam düşecekken mağaza sahibi Şeref’i yere düşmeden tuttu. Şeref, yeni giydiği elbiselerle yere düşmediğine çok sevinmişti. Bu sevinçle koşa koşa evlerine gitti.
Annesi, Şeref’i elinde bir poşetle geldiğini görünce şaşırdı. Elindeki güğümü bırakıp oğlunu eve girmeden bahçenin ortasında karşıladı. “ Oğlum, bugün erken geldin. Hayır mı? Birşey mi oldu? Elindeki bu poşette ne var? “ deyince, Şeref başından geçenleri bir solukta annesine anlattı.
Annesi oğlu Şeref’i kucakladı. Oğlu da elindeki boya sandığını ve poşeti yere bıraktı , annesine sarılıverdi. Annesinin o anda gözlerinden damla damla yaş akıyordu. Oğluna ağladığını hissettirmeden gözlerinin yaşını silip eğildi. Oğlu Şete’in gözlerinin içine bakarak:
“ Oğlum, Rabblm seni imtihan etti, gördün mü? Parasını bulduğun Almancı bir adam sana hiç bir hediye vermemişti. Sen gerçi biraz gönül koymuştun. Ben sabret oğlum demiştim. Bak Rabbim, sana yine bir Almancı göndermiş; bugün Almancı Amcan çok güzel elbiseler hediye etmiş. İşte sabrın sonu selamettir. Sabır acıdır, ama meyvesi tatlıdır. Sana kim bu güzel elbiseleri almışsa Allah hayrını kabul etsin. Hala dünyada hayırsever insanlar var, demek ki!...Rabbime şükürler olsun.” dedi.
O akşam Şeref, takım elbisesini, gömleğini, kravatını, potinini yatağının içine koydu. Sabaha kadar onlara sarılarak uyudu. Gece çok güzel rüyalar gördü. Yeni elbiseleri ile gök yüzünde kuşlar gibi çok uzak diyarlarda dolaşıp durdu.
Şeref, Almancı Hayırsever Amca’nın hediye ettiği takım elbiseyi, gömleği, kravatı ve potini ortaokulu bitirene kadar giydi. Ortaokulu bitirir bitirmez köye gitti. Babasına :
“ Babacığım, ben liseyi okumayacağım. Bana biraz para verirsen Ankara’ya gideceğim. Orada çalışıp para kazanacağım. Ağabeyim de Ankara’da. Bana O yardımcı olur.” dedi. Babası :
“ Oğlum, sana verecek param yok. Ankara büyük bir şehir. Sen daha küçüksün. Bu şehir seni yutar. Abin evet orada. Uzun zaman ondan haber olamıyoruz. Gel sen bu sevdadan vazgeç. İlçede ayakkabı boyacılığına devam et. Üç beş kuruş kazanıyorsun. Kendi kazancınla ortaokulu okudun. Liseyi de aynı şekilde okur bitirirsin. Sana söyleyeceğim bunlar oğlum.” dedi.
Şeref, babasından umduğu desteği görememişti. Üzgün üzgün köyden ilçeye geldi. Anasına da durumu arz etti. Anası da “ Oğlum, sen bilirsin. Küçük yaşta sana evimizin yükünü yükledik. Allah senden razı olsun. Hem ortaokulu okudun hem de çalıştın. Ele, buna bizi muhtaç etmedin. Aklın neye eriyorsa onu yap. Babanın anlattığı gibi O’nun sana hiç faydası olamayacak.Zavallı baban da geçim için köyün sığırlarını güdüyor, yanımıza gelemiyor. O’na sana yardım edemediği için gönül koyma. Ben senden razıyım. Rabbim senin işini rast getirsin.” dedi.
Şeref, anasının hayır duasını alır almaz, kalkıp çarşıya gitti. Arasıra yemek yediği köylüleri İrfan Amcanın yanına uğradı. Ona da “ Ankara’ya gidip çalışmak istediğini, kendisine biraz borç para verip veremeyeceğini?” söyledi. Lokantacı İrfan Amcası, Şeref’in çok dürüst ve çalışkan bir çocuk olduğunu, ekmeğini taştan çıkaracağını çok iyi biliyordu.Hiç düşünmeden para koyduğu çekmeceyi çekti , Şeref ‘in Ankara’ya gittiğinde bir hafta kalacağı kadar ihtiyacını karşılayacak parayı ve yol parasını sayıp eline verdi. “ Şeref, oğlum yolun açık olsun. Gözünün önüne iyi bak. Ankara’da it kopuk çok olur. Sakın onların peşine takılma. Güzel bir işe gir. Burada çalıştığın gibi çalış. Karnın açsa doyurayım.” dedi.
Şeref, İrfan Amcasının eline verdiği paraya bakarken nerede ise ağlayacaktı. Kendini zor tuttu. Para tuttuğu elini hafifçe gözlerine dokundurdu. “ İrfan Amca, bana borç verdiğin bu parayı en kısa zamanda kazanıp ödeyeceğim. Allah senden razı olsun. Karnım tok. Sağol. Biran önce anamın yanına gidip yarın Ankara’ya gitmek için hazırlık yapayım.” dedi, İrfan Amcasının elini öpüp lokantadan mutlu bir şekilde ayrıldı.
Şeref, Ankara’da Abisinin yanına gitti. Abisi onu Ostim’de tanıdığı bir demirci ustasının yanına verdi. Demirci Ustası çok iyi bir insandı. Şeref’i daha ilk günde sevdi. “ Oğlum, seni gözüm tuttu. Sen de usta olacak yetenek görüyorum. Sana her gün on tane kaynak elektrodu bırakacağım. Mesaiden sonra dükkanın arkasındaki hurda demirlerle kaynak yapmayı öğren. Abinin evi çok uzak. İstersen dükkanın şu köşesinde benim koltukta yatarsın.” dedi. Şeref ustasının bu teklifine “ Yaşa Ustam. Ben de sizden böyle bir şey isteyecektim.” diye karşılık verdi.
Şeref, demirci dükkanında bir haftada kaynak yapmayı, üç ay içinde de ustalığı öğrendi. Ustası çok kısa zamanda demirci ustalığını kavrayan Şeref’in haftalığını hemen artırdı. Şeref her hafta aldığı haftalıktan artırdığı paralar ile çeyrek altın satın aldı. Teneke kutusundan yaptığı kumbarasına çeyrek altınları bir bir attı. Günler geçtikçe teneke kutusunda çeyrek altınların sayısı artıyordu. Bunu her attığı çeyrek altının çıkardığı sesten anlıyordu.
Üç yıl sonra ilçesi Mucur’a ustasından izin alarak geldi. Otobüsten iner inmez doğru lokantacı İrfan Amca’nın yanına gitti. Şeref’i gören İrfan Amcası “ Oooo Şeref hoş geldin oğlum. Maşallah boyun bosunda büyümüş. Kendini özlettin. Maşallah çok uzun süre gittin. Anlat bakayım. Yediğin içtiğin senin olsun. Ankara’da iş bulabildin mi? Çalışabildin mi?” dedi.
Şeref, lokantacı İrfan Amcaya Ankara’daki yaşadıklarını kısaca anlattı. Cebinden bir tomar para çıkartıp, İrfan Amcanın masası üzerine koydu. İrfan Amcası “ Şeref , maşallah para kazanmışsın. Bu para neyin nesi? Niçin bu parayı benim masanın üzerine koydun?” dedi.
Şeref, “ İrfan Amca, Allah senden razı olsun. Ankara’ya giderken senden borç para istemiştim. Sende hiç tereddüt etmeden vermiştin. İşte masaya koyduğum para senin verdiğin borç para. Sana geri ödeyeceğim diye söz vermiştim. İşte borcumu geçte olsa getirdim.” dedi.
Lokantacı İrfan Amcası, Şeref’in masasına koyduğu paraları eline aldı. Şeref’in gözünün içine baktı; Şeref’in gömleğinin cebine koydu. Eliyle omzuna dokunarak. “ Oğlum Şeref, ben bu parayı sana borç vermemiştim. Sana hediye etmiştim. Al bu parayı güle güle harca. “ dedi ve Şerefin yanakların öptü.
Şeref, lokantacı İrfan Amcasının elini öptü. “ Allah’a ısmarladık İrfan Amca. Hakkını helal et. Anama uğramadan otobüsten iner inmez senin yanına geldim. Müsaade edersen O’nun yanına gitmek istiyorum. Anamı da çok özledim. Burnumda tütüyor.” dedi ve anasının evinin yolunu tuttu.
Yolda giderken Şeref içinden “ Dünyada hala iyi insanlar var; bana ortaokula başlarken elbise alan Almancı Hayırsever Amca gibi, Ankara’ya giderken borç para aldığım ve bu borç parayı iade ettiğim halde almayan lokantacı İrfan Abi gibi insanlar olduğu müddetçe fakir ve fukaralar aç kalmaz. Ben, İrfan Amcanın hediye ettiği para sayesinde ayakkabı boyacılığından, el arabası ile yük taşıcılığından kurtularak Demirci Ustası oldum. Çeyrek altınlar biriktirdim. Onları bozdurup evleneceğim. Kendi düğünümü kendim yapacağım. Ömrüm boyunca kazandığım her kuruşta ve yediğim her lokmada İrfan Amcaya ve Almancı Hayırsever Amcaya dua edeceğim. Rabbim Almancı Hayırsever Amcaların, İrfan Amcaların sayısını artırsın. Amin.” dedi ve ellerini yüzüne götürdü.
Bitti.