Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

AYAKKABI BOYACISI ŞEREF: BİRİNCİ BÖLÜM


AYAKKABI BOYACISI ŞEREF: BİRİNCİ BÖLÜM



 Paylaş
 13 Ekim 2020 15 : 45 

AYAKKABI BOYACISI ŞEREF


BİRİNCİ BÖLÜM


Okuldan gelir gelmez, çantasını bir kenara bıraktı. Kara önlüğünü ve beyaz yakasını çıkarıp kapının arkasındaki çiviye astı. Acelesi vardı. Yerinde duramıyordu. Biran önce evden çıkmak istiyordu.  “Ana dürümüm hazır mı? çıkıyorum.” diye , diğer odadaki anasına  seslendi..


Annesi, oğluna her gün olduğu gibi bugün de çökelekli bir dürüm hazırlamıştı. İçine de bahçeden topladığı bir kaç dal maydanoz koymuştu; lezzet versin diye...Annesinin uzattığı dürümü sağ eline aldı. Nimeti hep bu eliyle tutardı. Sol eliyle de kapının kenarında babasının tanıdığı bir marangoza sonra ödemek şartı ile yaptırdığı; Türkan Şoray’ın ve Cüneyt Arkın’ın resimleri ile süslediği  ekmek teknesi  ”Ayakkabı Boya Sandığı”nın kayışından tutup zorlanarak sırtına attı. Teneke yağ kutusundan yaptığı oturağını da yerden almayı unutmadı. 


Kapının eşiğinde  büyük bir sevgiyle kendisine bakan anasının yanağından öptü. Annesi kapıyı açtı. “ Allahaısmarladık Ana.” dedi, çökelekli dürümünü ısıra ısıra çarşıya doğru yürümeye başladı.


Annesi : ” Güle güle git oğlum. Hayırlı kazançlar. Sakın hakkın olmayan bir parayı alma. Harama yaklaşma. Yoksa sana sütümü helal etmem. Akşam ezanından önce eve gel.” dedi. Oğlunun arkasından da el salladı...


Küçük yaşında hem ilkokula giden hemi de çalışıp evin geçimini katkı sağlayan , sırtındaki boya sandığını zor taşıyan, ayakları birbirine dolaşan oğlunun arkasından köşeyi dönene kadar  bakıp durdu Annesi...İçinden bildiği duaları okudu. Kapının dışına çıkıp sağa sola üfürdü: “ Rabbim, oğluma bol kazançlar versin. İyi insanlarla karşılaştırsın. Onu her türlü kötülüklerden korusun. “ dedi, iki elini yüzüne götürüp “Amin” diyerek duasını tamamladı.


Henüz on iki yaşında idi Şeref. İlkokul beşte okuyordu. Her gün sabah okula gidiyor, öğleden sonra da boya sandığı  ile üç beş kuruş kazanıp ailesine destek oluyordu. Babası köyde çobanlık yaptığından evin geçimi omuzlarına binmişti; bu yüzden hem okuyor hemi de çalışıyordu. Bir annesi, bir ağabeyi ve bir de erkek kardeşi ile birlikte ilçede yaşıyorlardı. Ağabeyi haylaz bir çocuk olduğundan çalışmayı hiç sevmiyordu. 


Ağabeyi ilkokulu bitirince ilçedeki ortaokulda okumak için gelmişti. İki Arkadaşı ile bir ev tutmuşlardı. Ağabeyi sigara içmeye başlamıştı. Bir akşam yatakta uzanırken sigarasını yakmış, sonra da uyuyakalmıştı. Ağzındaki sigara yatağa düşmüş; yatak yanmaya başlamıştı. Diğer arkadaşları yatağın yandığını görünce yangını söndürmüşler. ve Şeref’in  Ağabeyini büyük bir felaketten kurtarmışlardı. 


Annesi bu olayı duyunca dayanamamış, diğer iki çocuğunu da alarak, kocasını köydeki hayvanlarla başbaşa bırakıp İlçeye gelmişler; kiraladıkları küçük bir bahçesi olan iki odalı dambaşılı bir eve yerleşmişlerdi.


Bahçenin köşesine bir kümes yapmışlardı. Bu kümesin içine Şeref’in kazandığı ayakkabı boya parası ile bir horoz, beş tavuk almışlardı. Her gün iki üç tavuk yumurtluyordu. Köyün çobanlığını yapan babası da iki haftada ilçeye gelirken süt getiriyordu.Annesi de bu sütten yoğurt, çökelek yapıyor; karınca kararınca geçinip gidiyorlardı. 


Şeref, İlçe merkezindeki çarşıya geldiğinde , anasının eline tutuşturduğu çökelekli dürümü bitirmişti. Köylüleri İsmail Amcasının büfesinin önünden geçerken her gün olduğu gibi kafasını büfeye doğru çevirdi. İsmail Amcasına selam verip “ Hayırlı işler “ diyecekti. Onu içeride göremeyenince içeriye daha dikkatlice bakmaya çalıştı. İçinden “ Herhalde bir yere gitmiş İsmail Amcam. “  dediği anda , ayağı bir taşa takıldı. Sırtındaki sandık bir yana , elindeki oturağı bir yana “tangur tungur “ sesler çıkararak yuvarlandı. O küçük bedeni de yere boylu boyunca uzandı. Yere düşerken  çevik bir hareketle ellerini yere koymuştu; bu yüzden yüzünü ve bedenini yaralanmaktan kurtarmıştı. Sadece sağ elinin içi hafifçe yüzülmüştü. 


Düştüğü yerden kalktı. Önce bir kaç metre yola doğru yuvarlanmış boya sandığını, sonra da oturağını aldı,  kaldırımın kenarına koydu. “Başka ağrıyan yerim var mı ?” dedi, tepeden tırnağa tüm bedenin kontrol etti. Çok şükür avucunun içinden başka acıyan yeri yoktu. Ayağına takılan taşın yanına geldi. “Kim koymuş bu taşı? Başka biri de takılıp benim gibi düşmesin. Kenara kaldırıp koyayım“ dedi.


Taşı almak için eğildiğinde yerde siyah renkli bir şey gördü. Eline aldı. Bu bir deri cüzdandı. İçini açtığında gözlerine inanamadı. Cüzdanda bugüne kadar hiç görmediği değişik renkli paralarla birlikte Türk paraları da vardı. Çok şaşırdı. Ne yapacağını bilemedi. Sağına soluna gözattı. Kendisine bakan çevresinde hiç bir kimse yoktu. Cüzdanı koynuna attı. 


Boya sandığını ve oturağını kaldırımdan aldı. Her zamanki gibi büfenin karşısındaki ayakkabı boyadığı mekana gitti. Ekmek teknesini, oturağını yere koydu ve oturdu.  Ayakkabı fırçalarını eline aldı,  tahta kısımlarını sandığın kenarına ritmik bir tempo ile vurdu. Sandıktan çıkan “Tiki tak ...tiki tak... “ sesleri ile Şeref’in  “ Abiler, amcalar, dayılar ayakkabılarınız badem yağı ile garantili boyanır”  sözleri , çarşı  meydanındaki sessizliği bozuverdi. Çevredeki esnaflar, duydukları bu seslerden Şeref’in geldiğini anlamışlardı. 


Şeref,  elindeki boya fırçalarını bugün daha iştahlı ve daha hızlı vuruyordu. Çünkü hayatında bugüne kadar hiç görmediği paracıklar , koynundaki deriden yapılmış bir cüzdanın içinde sessiz ve sakin bir şekilde duruyordu. “ Zengin oldum. Babam artık köyde çobanlık yapmayacak, yanımıza gelecek, güzel bir evimiz ve ahırımız olacak; ahırımızda ineklerimize, combolarımıza, tosunlarımıza birlikte bakacağız; sütümüz, tereyağımız, yoğurtumuzu satıp gül gibi geçineceğiz. Ben de artık boyacılık yapmayacağım....” diye düşünürken, yüz metre ilerideki caminin minaresinden öğle ezanı okunuyordu. 


Hemen elindeki boya fırçalarını sandığın üzerine koydu. Cami hocasının insanın ruhuna işleyen  öğle ezanını pür dikkat sonuna kadar dinledi. Ezan biter bitmez vücudunda bir titreme oldu. Başından bir ter boşaldı. Bana ne oluyor diye gözlerini kapayıp bir an düşünmeye başladı. Gözlerini elleriyle  ovuşturup açtığında annesini karşısında  beyaz yazması ile her gün yolcu ederken söylediği   “ Sakın hakkın olmayan bir parayı alma. Harama yaklaşma. Yoksa sana sütümü helal etmem.” sözlerini işitir gibi oldu. Tekrar gözlerini ovuşturup açtığında ise karşısında ne annesi ne de biri vardı... 


“Boyacı Şeref, hayal mi görüyorum , yoksa rüyada mıyım ? Annem buraya niçin geldi. Bu sözleri bana niye söyledi  “dedi kendi kendine. Boya fırçasını kafasına vurdu. Başı acıdı. Rüyada değildi. Demek ki biraz önce gördüğü bir hayaldi ve annesi oğluna yapmaması gereken bir mesaj veriyordu gaipten...

 

Boyacı Şeref, ilahi mesajı almıştı. “ Evet, yerde bulduğum bu cüzdandaki paralar bana ait değil. Bunu ben alamam. Annemin dediği gibi bu para başkasına ait. Ben bunu alır harcarsam haram olur ve annem bana sütünü helal etmez.” dedi ve sandığını olduğu yere bırakıp, doğru devamlı ayakkabısını boyadığı Zabıta Müdürü’nün makamına koşar adımla gitti.


Zabıta Müdürü pencereden dışarı bakıyordu. Şeref’i koşarak geldiğini görünce şaşırdı. “Allah!..Allah!..Şeref sandıksız buraya niçin geliyor. Boya sandığına bir şey mi oldu?” diye aklından geçirirken, Şeref kan ter içinde açık kapıdan müdürün odasına daldı. Zor nefes alıyordu. Bir türlü konuşup derdini anlatamıyordu. 


Zabıta Müdürü , Şeref’in perişan halini görünce yanına gitti. İki eliyle omuzlarından tuttu. “ Şeref, bu telaş, bu koşuşturma neyin nesi? Birisi yoksa boya sandığını zorla elinden mi aldı? Konuş bakayım. Sen genelde yanıma sandıksız gelmezdin?” dedi ve kenardaki tahta sandalyeye oturttu. Masadaki sürahiden bir bardak su verdi. Şeref, uzatılan suyu hiç nefes almadan kafasına dikti...


Şeref’e içtiği su çok iyi gelmişti. Zabıta müdürüne ikram edilen su bardağını uzatırken başını sallayarak teşekkür  etti. Hala konuşamıyordu. Koynuna koyduğu cüzdanı çıkardı ve masanın üzerine koydu. Zabıta Müdürü,  masası üzerine konan cüzdanın içine baktığında gözlerine inanamadı. O da bu kadar yabancı ve Türk parasını bir arada ilk defa görüyordu. Gözlerini Şeref’e çevirdi: “ Şeref, cüzdandaki paralar senin mi? Sen boyacılıkla bu kadar parayı kazanamazsın? Yoksa birisinden mi çaldın? Anlat bakayım? “ dedi....


Şeref, Zabıta müdüründen “ Yoksa birisinden mi çaldın?” sözlerini duyar duymaz, renkten renge girdi. Tekrar başından aşağıya doğru bir ter boşandı. Bedeni zangır zangır titriyor; ne söyleyeceğini bilemiyordu. Dili dolaşmıştı. Konuşamıyordu...


Zabıta Müdürü, Şeref’in kızardığını görünce yaptığı hatayı anladı , gönlünü almak için yanındaki sandalyeye oturdu; Şeref’in  başını okşadı. “Ben sana şaka yaptım. Seni çok iyi tanıyan biriyim. Babanı, anneni de çok iyi bilirim. Sen çok temiz bir ailenin evladısın. Hakkın olmayan beş kuruşa dahi tenezzül etmeyeceğini, bu cüzdandaki paraları çalmadığını adım gibi biliyorum. Sakinleşti isen bana şimdi tane tane bu cüzdandaki paraların hikayesini anlat bakayım.” dedi ve  karşısındaki masasına gidip oturdu...


Şeref, Zabıta Müdürünün sözleriyle rahatlamıştı. Suçlanmaktan kurtulmuştu. Yere bakan gözlerini kaldırdı, eliyle alnındaki terleri sildi,  Zabıta Müdürünün gülümseyen yüzüne bakarak, cüzdanı nerede bulduğunu bir solukta anlattı.


Zabıta Müdürü, koltuğundan  kalktı. Şeref’in omuzundan tutup ayağa kaldırdı. Yanaklarından öptü. “ Afferim oğlum. Çok doğru bir iş yapmışsın.Şimdi bunun sahibi deli danalar gibi dönüp duruyordur. Biraz sonra hoparlörden ilan ettireyim. Sahibi ilçe içinde ise çıkar gelir. Sen otur burada. Karnın aç mı? Yemek söyleyim sana .“ dedi. Eşref, Zabıta Müdürüne karnının tok olduğunu söyledi, teşekkür etti. 


Şeref, sandalyede otururken “ Cüzdan sahibinin, kendisine cüzdanını bulup getirmesinden dolayı  para vereceğini; bununla evlerine  yiyecekler alacağını; boya sandığının borcunu ödeyeceğini ve bugün çalışmayıp erkenden eve gideceğini... “ düşündü. Bu güzel duygular O’nu  çok sevindirmişti; mutluluğu gözlerinden ve yüzünden okunuyordu...


Zabıta Müdürü , hoparlörden “ Belli bir miktarda para bulunmuştur. Para kaybedenlerin zabıta müdürlüğüne müracaat edilmesi rica olunur.” diye bir ilan yaptırdı; cüzdan sahini ilandan on dakika sonra koşa koşa zabıta müdürlüğüne geldi, cüzdanın içindeki paralarını tek tek sayarak teslim aldı ve hiç eksik olmadığını müdüre söyledi. 


Zabıta Müdürü ‘de , cüzdan sahibine  kenarda mahçup mahçup oturan Şeref’i eliyle göstererek “ Senin cüzdanı bu ayakkabı boyacısı çocuk bulmuş , bize getirdi. “ dedi.


 Giyim, kuşamından çok zengin bir Almancı olduğu anlaşılan cüzdan sahibi , cüzdanını cebine koyarken , Şeref ile göz göze geldi. Başındaki sarı tüylü foter şapkasını çıkardı. “ Çocuk, sana teşekkür ederim.” dedi ve çıkıp gitti. 


Zabıta Müdürü ve Şeref  adamın arkasından baka kaldılar. Zabıta Müdürü , Şeref’e doğru döndü : “ Pezevengi görüyor musun? Senin yaptığın bu iyiliğe karşı bir kuruş hediye vermedi. Sakın üzülme. Sen bugün gerçekten güzel bir ahlaki davranış gösterdin. Rabbim , senin yaptığın bu iyiliği karşılıksız bırakmaz. Rızkını kazan. Evinize her zaman helal para götür. Eğer bu cüzdandaki paraları alsa idin haram yemiş olacaktın. Her zaman böyle doğru ol. Şimdi sandığını getir. Benim şu potinleri boya. Siftah yapmadı isen yap...“ dedi ve  başını okşayıp yolcu etti...


Şeref, bu olaydan sonra hiç pişmanlık duymadı, hiç de üzülmedi. Ayakkabı boyacılığına devam etti. Sadece daha fazla para kazanmak ,  zengin olmak istedi. Yalnız parasını bulduğu zengin gibi hiç olmayacaktı.  Fakirlere, ayakkabı boyacılığı yapan çocuklara yardım edecekti. Çok zoruna gitmişti Almancı Zengin Adamın davranışı. 


Devam edecek...

 
Haber :
Bu Haber 2032 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Ayakkabı Boyacısı Şeref,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5755
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5731
Semer
İzlenme : 3152
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2537
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr