Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

20-KAPISINDA BEŞ YÜZ SEYİSİ OLAN ZÜĞÜRT AĞA;GÜÇSÜZLER YURDUNDA!..(2)


20-KAPISINDA BEŞ YÜZ SEYİSİ OLAN ZÜĞÜRT AĞA;GÜÇSÜZLER YURDUNDA!..(2)



 Paylaş
 16 Ekim 2018 10 : 11 

Oğlumun,  ikinci hanımın oğlunu, iki yüz koyunumu kurtlara boğdurmasından dolayı,  meşe odunu ile attığı sopa olayından sonra tatlı aşımız acılaşmıştı. Yediğimiz lokmalar bir türlü gitmiyordu. Eşimin benden soğuduğunu, diğer kocasından olan çocuklarının da çok mesafeli durduklarını hissediyordum. Belki kızgınlıkları geçer diye sabırsızlıkla bekliyordum. Hanımın ve çocukların gönüllerini yapmak için elimden ne geliyorsa yapıyordum.

“Yeter ki eşim beni bırakıp gitmesin.” diyordum.

İkinci hanımla evliliğimizin altıncı yılı idi. Mevsim kıştı. Bir hafta önce bir tosun satmıştım. Parasını da  eşimin eline sayıp “ Sen sakla bu parayı.  Sende kalsın . Ben ilçeye gidiyorum. Akşam dönerim .” deyip, vedalaşıp evden ayrıldım.

Akşam köye geldiğimde şok oldum. Eve girdiğimde dünyam başıma yıkıldı. Eşim,  evde değerli ne var ne yok kıymetli eşyaları,  kendisine sakla diye verdiğim tosunun parasını ve çocuklarını da alıp köyden gitmişler. Mal melal ortada kalmış; ahırdan hayvanlar aç ve susuzluktan börüm börüm bağırıyorlardı. Hemen ahıra girip hayvanların yemlerini suyunu verdim. Sonra da doğru komşulara gittim. Durumu anlattım. Onlar da “ Senin eşin ve çocuklarından hiç haberimiz yok.”  dediler.

Birkaç hafta sonra hanımdan telefon geldi. Ben İstanbul’dayım gel beni al.” dedi. Ben de “Seninle benim işim bitti. Seni boşayacağım “ dedim ve bir celsede boşandım.

Küçük oğlum köye geldi. “Baba artık yaşlandın. Yalnız kalamazsın. Seni ben yanıma götürmek istiyorum. Ahırda ne varsa satalım. İnat etme gel gidelim.” dedi.

Baktım  oğlum doğru söylüyordu. Yaşım gelmişti seksene… Dediğini yaptım ve Ankara’daki küçük oğlumun yanına yerleştim.

Ankara’da dört duvar arasında yaşamak beni sıkmaya başlamıştı. Oğlumdan, gelinimden ve torunumdan başlangıçta şikayetçi değildim. İlk altı ay hiçbir sorun olmadı. Ufak tefek hoşnutsuzluklar olsa da sineye çekiyorduk hepimiz. Yıllardır dağ havası, köy havası yaşamış ben, Ankara’nın kirli ve gürültülü havasına alışamamıştım ve beni buralar daraltıyordu…

Torunumu oğlum nişanlamak istedi. Hepimiz çok sevindik. Torunum benim adımı taşıyordu. Bu yüzden çok seviyordum keratayı. O da beni seviyordu. Ben biraz titiz insandım. Torunumun nişanlısının ailesini el altından araştırdım, sordum.  Kime sordu isem ailesi hakkında olumlu cevap alamadım.

Bir akşam oğlum, “Baba, torununu bir hafta sonra ailesinden isteyip nişan yüzüklerini takacağız. Ne diyorsun bu işe? “ dedi.

“Oğlum, torunum size açmadan önce bana anlatmıştı bu konuyu. Bana kızın anasının babasının adını söylemişti. Ben de kızı, anasını , babasını araştırdım, sordum. İyi bir aile değiller. Ben bu işe razı değilim. “ dedim.

Oğlum, benim bu sözlerimi duyar duymaz renkten renge girdi. Eğilerek işaret parmağını gözüme sokar gibi “ Baba sen bu işe karışma. Çocuklar birbirini istiyor.” dedi ve çekip gitti.

Ben yıkılmıştım. Sanki bu kaldığım ev başıma kapaklanıyordu o an. Deprem oluyor zannediyordum. Duvarlar yıkılıyordu  üzerime üzerime…

“Madem bu çatı altında torunum hakkında benim bir söz hakkım yok. Bu evde artık durulmaz. “dedim ve kendimi sokağa attım. Yol boyu serseri mayın gibi bir oyana bir buyana savruldum durdum. Bir taksiye el ettim. Keçiören’de oturan kızımın adresini söyledim, “Evladım,  beni bu adrese  götür. “ dedim.

Kızım bahçe katında oturuyordu ve evi caddeye bakıyordu. Komşuları ile bahçede sohbet eden kızım, taksiden indiğimi görünce koşarak yanıma geldi. “Hayrola baba, sen benim eve gelmezdin.  Bu ne hal? Abimle bir problem mi oldu? Hele gel şöyle otur da ferahlan. “ dedi, bahçenin kenarındaki bir sandalyeye oturttu. Kızıma olayı anlattım. Kızım da “ Baba, burası da senin evin. Abime artık gitmezsen bizde kalırsın. Üzülme. “ dedi.

Kızım,  benim gelişime,  ilk günleri çok sevinmişti. Damat ise bu durumdan hoşnut olmamıştı. Daha sonraları zaman zaman damat ile tartışmalarına odamda kulak misafiri oluyordum.

Damat  “İki tane oğlu var. Baban gitsin onlarda kalsın. Her iki oğluna da ev aldı araba aldı. Bütün destekleri onlara çıktı. Gerçi bize de yaptı yardımı ama onlar kadar değil. Benim aldığım maaşı biliyorsun. Ancak çocuklarımıza ve bize yetiyor. Babana ara sıra hatırlatsan iyi olur. Oğullarında kalması konusunda ikna etmeye çalış. “diyordu.

Kızımın evi de bana dar gelmeye başladı. Sanki diken üstünde oturuyordum. Sofraya konan yemekler ve ekmekler boğazımdan geçmiyordu. Kızım “Baba ekmekten aştan kesildin. ‘Ye dese’ de ben yiyemiyordum. Damadın söyledikleri aklımdan hiç çıkmıyordu. “Kızım iştahım kesildi. O yüzden yiyemiyorum.” diyordum,  ama onlar da benim huzursuzlandığımı hissetmeye başlamışlardı…

Kaçmak istiyordum; uzaklara,  başka diyarlara gitmek istiyordum ama nereye….Bir türlü karar veremiyordum.

Zaman zaman  Güçsüzler Yurduna gelip gidiyordum. Burada kalan ihtiyarlarla sohbet ediyordum. Dertleşiyordum onlarla… Bilgi alıyordum kaldıkları yurt hakkında.

Bir gün sabah kararımı verdim.  Yurt Müdürünün kapısını çaldım. Sağolsun Müdür bey, beni çok iyi karşıladı. Durumu anlattım.” Ben bu yurtta kalmak istiyorum. Bana yardım edin. Yoksa ben kendimi alıp bilinmedik yerlere gideceğim. “ dedim.

 Müdür Bey, “Benim şu anda acil bir işim çıktı , şehir dışına çıkacağım . Senin işini birkaç gün sonra halledelim.” dedi. Ben de “Müdür Bey, ben bugünden itibaren burada kalmak istiyorum. Ne kızımın ne de oğlumun evine gitmek istemiyorum. Ne olur beni kırmayın?” dedim.

Müdür Bey , emekli maaşımın olup olmadığını sordu ben de “ evet var “ deyince, “Birkaç gün burada misafir kal. Ben arkadaşlara söyleyeyim, sizinle ilgilensinler. Bu zaman zarfında da şu evrakları tamamla. Üç gün sonra geldiğimde senin yatış işini resmileştirelim. “ dedi ve  böylece buraya kapağı attık.

Ben,  Hüsrev ağanın anlattığı hayat hikayesini pür dikkat dinliyordum. O kadar güzel anlatmıştı ki araya girip soru bile soramıyordum. “Buraya kapağı attık!” sözlerini duyar duymaz,  “Neyin karşılığında burası seni kabul ettiler.” Dedim. Hüsrev Ağa “Emekli maaşımın yarısını veriyorum” diye cevap verdi.

“Amca, sanırım buradan memnunsun. Oğulların, kızların gelip gidiyorlar mı? Buraya yerleşince sana tepkileri nasıl oldu? “

“Büyük oğlan altı yıldır hiç uğramamıştı. Geçenlerde geldi. ‘Baba senin burada kalman bizim zorumuza gidiyor. Akrabalarımız , köylülerimiz bizleri kınıyor. Seni buradan çıkaralım.’ dedi. Ben de kabul etmedim.

“Kardeşinize evlatlık verdiğiniz torunun da sana hiç geldi mi?”  dediğimde “Onun da Allah canını alsın. Ona da bir ev bir araba almıştım. O da beni ne aradı ne sordu. Sen sen ol. Sağlığında evlatlarına  mal verme. Bak benim gibi soluğu Güçsüzler Yurdunda alırsın.”  Dedi ve gözlerimin içine baktı.

“Çok haklı konuşuyorsun. Senin başına gelen benzer hikayeler duydum. Yalnız sana son bir soru soracağım. Gördüğüm kadarı ile senin evlatların hayırsız çıkmış. Sen babana bunlar gibi mi davrandın da başına bu geldi. Genelde şöyle söylerler: ’Sen babana, anana bakarsan,  evladın da sana bakar.’ ” Dedim, amca derin bir nefes aldıktan sonra konuşmasına devam etti.

“Babam hanedan çok zengin bir adamdı. Bize fazla muhtacı yoktu. Ama ben olsun kardeşim olsun babama ve anama bizim evlatlar gibi hayırsız değildik. Elimizden geldiği kadar ölünceye kadar onlara baktık”.

“O zaman senin başına gelen bu felaketin sebebi ne? Hiç geriye dönüp bir muhasebe yaptın mı? Ben nerede hata yaptım? Ben nerede suç işledim de Rabbim bana bunu reva gördü ? “ dediğim de,

 “Hemşerim, ben suçumu da biliyorum hata mı da. İki suçum var. Birisi köyde beni çekemeyenleri, benim önüme çıkanları, engel olanları, adam tutup dövdürüyordum. İkincisi de çok zamparalık yaptım. Bir de baştan söylediğim gibi bir hatam oldu; o da ölmeden önce evlatlarıma malımı dağıtmam. Malımı evlatlarıma dağıtmasaydım şimdi onlar benim peşimden koşarlardı. Beni el üstüne tutarlardı. Şimdi ise ne arıyorlar ne soruyorlar. Babalarını güçsüzler yurduna terk ettiler. İşte kapısında beş yüz seyisi olan Hüsrev ağanın, evlatları tarafından bakılmayıp, güçsüzler yurdunda hayatını sürdürmesinin sebepleri bunlar.” dedi ve noktayı koydu…. 

Evet Hüsrev ağanın hayat hikayesi bu idi. Bu hikayeyi dinlerken sanki yıllar önce seyrettiğim,  çok güldüğüm ve bir hayli de zevk alığım ;  Şener Şenin  “Züğürt Ağa” filmini hatırladım.

 “Hüsrev Ağanın Hayat Hikayesi” de ,   “Züğürt Ağa Hikayesinin “ bir başka versiyonuydu sanki….

Bu yüzden hikayemize “Kapısında Beş Yüz Seyisi Olan Hüsrev Ağa; Güçsüzler Yurdunda” yerine

”Kapısında Beş Yüz Seyisi Olan Züğürt Ağa; Güçsüzler Yurdunda” dedim ve güzel de oldu sanırım.

SON...

Kalın sağlıcakla…


 

 

 

 

 
Haber :
Bu Haber 3226 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Züğürt Ağa, kapısında beş yüz seyisi olan,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5767
Semer
İzlenme : 3173
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2552
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr