“İHTİYAR
SAVAŞÇI”
4-
“Sizler bu milletin yaşaması için
öldünüz…unutulmayacaksınız.”
Ömrünü son günlerinde
hayvan vagonlarına doldurularak sürüldüğü topraklara yine bu sefer hayvan
vagonları ile değil insanlar için tahsis edilmiş bir trenle vatanı Kırım’a
dönüyordu.
Bu dönüş yolculuğunda
kırk beş yıl önce yaşadığı trajediyi hatırlamak için özellikle oğlunun almış
olduğu uçak biletlerini iptal ettirirek ” Ben o güzel Cennet Vatandan apar
topar bir gece binlerce masum çocuklarla
birlikte sürüldük. O günleri yeniden hatırlamak ve hayvan vagonlarında ölen çocukların,
kadınların kızların hatıralarını tekrar
yaşamak için hasta olmasına rağmen ‘ben trenle gideceğim demişti …’
Kırkbeş yıl sonra ancak
dönebilmişti; özlem duyduğu bu güzelim topraklara…..
Belki de ölecekti kırkbeş
yıl hasret duyduğu topraklarda…
“Kırkbeş yıl gibi uzun
bir zaman dilimi geçmişti Kırım’dan sürüleli. Doğruydu kök salamamışlardı ne
Sürgünyeri’nde, ne de başka bir yerde. Kök salamazlardı da. Bin yıllık bir meşe
ağacı bittiği topraktan çıkarılıp başka bir toprağa dikilir miydi? Dikilmezdi
tabiî. Dikilirse bile kök salamazdı yeni yerinde.”(s.79)
“Kırkbeş yıl önceki
lanetli gecenin karanlığı capcanlıydı hâlâ savaşçının hafızasında. Bitmeyen bir
karanlıktı o karanlık. Öyle bir karanlık ki… otu ve çiçeği, bağı ve bahçeyi
soyduran, hayata ölüm idamını okuyan bir karanlık. Ölüm de ne ölümlerden çok
daha korkunç bir karanlıktı…”(s.127)
Trenle Cennet Vatan
Kırıma dönüş başlamıştı; sevinç ve hüznü birlikte yaşıyordu bizim Savaşçı.
“…beklenmedik bir şey
oldu kompartımanda: Savaşçı sıraya çıktı, ve… elini başının üzerine
kaldırmasıyle trenin alarm kolunu tutup çekmesi bir oldu. Vagonun
tekerleklerinden kıvılcımlı bir vahşî bir kıcırtı koptu; vagonlar tokuşup
kalkışarak sarsıldılar; küçük masa üzerinden duran vazo devrildi, içerisinde su
ve güller dörtbir yana saçıldı, ve tren, yaralı bir ejderha gibi soluyarak
durdu…
Az sonra Savaşçı
çalıların arasındaydı. Başı göğsüne düşük, uzunca bir süre kımıldanmaksın
durdu. Sonra eğilerek, üç gülü çalıların dibine bıraktı, dizleri üstüne çöktü,
eliyle Haziran yeşili otları okşadı. Otları okşarken fısıltılı bir sesle:
‘Sizler bu milletin
yaşaması için öldünüz…unutulmayacaksınız.’ dedi, ve doğrularak, başı hâlâ
göğsüne düşük, ağır adımlarla vagona yürüdü.
Vagonun kapısında Melek
hanım bekliyordu Savaşçı’yı.”(s.99-100)
Kırkbeş yıl önce aynı
yerdeki çevrede çalıların dallarını koparıp vagondan çıkardığı cesetlerin
üstüne koymuştu. Kırkbeş yıl sonra
toprak olmuş cesetlerin bulunduğu toprağa güller koymuştu. Ölen şehitlerin
yüzlerini güldürmüştü bu güzel jesti ile...
İhtiyar savaşçı çocukluk
anıların geçtiği Kızıltaşı, Gurzufu yaya olarak ağır ağır gezdi. Geçmişi
gözleri önünde birer birer canlandı.
Yorgun düşmüştü. Zor nefes alıyordu. Kırkbeş yıl önce yetim çocukları ve Melek
ana ile sürgün edildiği asırlık meşe ağacının yanına geldi; birden yığılı verdi.
Derin bir uykuya yattı. Bir daha gözlerini açamadı İhtiyar Savaşçı. Vatanından
sürüldüğü asırlık meşe ağacının dibinde kırkbeş yıl hasret kaldığı, ayrı
yaşadığı asırlık meşe ağacı dibinde Rabbine kavuştu...
Devamı
var....
Not:
(*)
Metinde koyu renkli olarak yazılan paragraflar, Cengiz Dağcı’nın ”İhtiyar
Savaşçı” (Ötüken Yayınları
Kırımlı
Nobele aday gösterilmesi gereken ünlü yazarımız Cengiz Dağcı Beyin,” İhtiyar
Savaşçı” romanını hepinizin okumasını tavsiye ederim. Bizleri duygulandıracak
daha çok güzel satırlar var. Bu güzel kitabı okumadı iseniz en kısa zamanda
okuyunuz......
__________________