Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / ÖZÜRLÜ KİM KİMLER ÖZÜRLÜ

6-"KAN VER BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLUR"


6-"KAN VER BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLUR"



 Paylaş
 07 Subat 2017 23 : 38 

"KAN VER BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLUR"

 

Geçenlerde bir takvim yaprağını karıştırırken, çok güzel bir cümle gözüme ilişti:


"KAN VER BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLUR" Ne kadar doğru bir sözdü. Bunu ancak yaşayanlar bilir. 


Daha sonra diğer yaprakları çevirdim. Aman Allah'ım!... 


Ne kadar güzel veciz sözler...

 

Hep birlikte okuyalım:

 

"HER DAMLA KAN, KURTARILAN BİR CANDIR"

"BAĞIŞLARIN EN KUTSALI  KAN BAĞIŞIDIR"

"KAN YAPILAMAYAN TEK İLAÇTIR"

"KAN HAYATTIR"

"KAN VERMEKTE BİR İBADETTİR"

"KAN BAĞIŞI SAĞLIĞIMIZIN ZEKATIDIR"

"KAN BAĞIŞI BİR FAZİLET SİMGESİDİR"

"KAN VER HAYAT KURTAR"

"AMELİYAT OLACAK HASTALAR KAN BAĞIŞINIZI BEKLİYOR"

"KAN BAĞIŞI SAĞLIĞIMIZ İÇİN DE GEREKLİDİR"

"KAN BULUNAMADIĞI İÇİN ÖLEN HASTALARI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?"

"KAN VER Kİ SENİN DE KAN KARDEŞİN OLSUN".

 

Sonunda da "KANI DEĞİŞTİRİLMESİ GEREKEN BEBEKLER, KAN BAĞIŞLARINIZI BEKLİYOR" sözünü okuduğumda gözlerim doldu. Yaşlar sicim gibi yüzümden aşağıya doğru akmaya başladı. Ellerimle yüzümü kapatıp; ağladım, ağladım; on sekiz yıl önceki yıllara daldım, gittim...

 

 Yıl 1984. Ankara'nın soğuk mu soğuk,  Aralık ayının 21 akşamı;  Kızım Elif Bilge'nin doğduğunu haber aldığımda dünyalar benim olmuştu. Çünkü  baba olmuştum. Her baba gibi benim de sevinmek hakkımdı. Sabahı zor ettim. Erkenden kalkıp, Örnek Mahallesinde bulunan "Zübeyde Doğum Hastahanesi"  kapısına koştum.

 

Yollarda bir aydır  donmuş olan karlar vardı. Tükrüğümüz havada donuyordu. Yürürken zaman zaman yere düşen, ayağı kayan insanları görüyordum. Ankara'da, herhalde benim şansımdan olsa gerek, şiddetli bir kış olmuştu o sene. Eskilerin tabiriyle tam bir karakış yaşıyorduk.  Ankara Ankara olalı böyle bir ayaz ve kar görmemişti...Çatıların eteklerinden sarkan buzlar, insanları tehdit ediyordu. Bu yüzden binaların altından yürümek çok tehlikeli idi.

 

İçimdeki çocuğumu görme arzumdan olacak ki, yüzüme vuran kavurucu soğuk beni hiç üşütmüyordu. Belki üşüyordum ama hiç farkında değildim. Sırtımda beni ısıtacak bir palto veya bir pardüsü bile yoktu. Buna rağmen yüreğim yanıyordu. Hiç bir şey umurumda değildi, tek isteğim;eşimi ve kızımı görmek...


Ne mümkün...Kapıda bekleyen doğu şivesiyle konuşan iri yapılı , pala bıyıklı görevli:

 

-Yassak kardaşım!.. Giremezsin!.. Ziyaret öğleden sonra..., deyi verdi. 


Ne kadar dil döktüysem de maalesef giremedim içeri. Nuh diyordu peygamber demiyordu zat. Görevine ne kadar sadık biriydi. İçimden bu şahsa hem kızıyor hem de görevini tam yaptığından dolayı takdir ediyordum. 


Çünkü haklıydı; sabahın köründe doğum evine bir erkeğin sere serpe girmesi hoş bir davranış değildi...

 

-Madem beni sokmuyorsun. Eşimin ne ihtiyacı var? Onu nasıl öğreneceğim? dediğimde, herkese söylediği şeyi bana da tekrarladı:

 

-Şunları şunları al. Ben eşinize ulaştırırım, dedi. 


Bende gerekli olan eşyaları alıp, görevliye teslim ettim. Öğleni hastahanenin koridorlarında volta atarak sabırsızlıkla bekledim.    

 

Nihayet ziyaret saati geldi. Elimde bir demet çiçekle eşimin kaldığı odaya girdim.Çiçeği almak zorunda idim. Çünkü eşim "Sakın yanıma çiçeksiz gelme. Yoksa içeri almam." diye beni uyarmıştı. Belki de ilk defa birine  çiçek alıyordum. Çiçeği eşime uzatıp, kendisini tebrik ettim. Hiç zaman kaybetmeden , eşimin halını hatırını dahi sormadan :

 

-Kızımız nerede? diye sordum. Hastalığı henüz atlatamayan ve gözlerinden her haliyle  yorgun olduğu anlaşılan eşim, cılız sesiyle yanda beşik içinde duran kızımızı eliyle gösterdi. 


Hemen kucağıma alıp , bezler arasında sarılı, sadece yüzü görünen  biricik kızımı öptüm. Güzel bir duygu idi. Bir insanın kendi canından olan ilk çocuğunu öpmek. Gözleriyle bana dikkatlice bakıyordu. Herhalde içinden  "Kim bu adam?" diyordu. Kızımı annesinin kucağına verdim.Biraz geri çekilerek her ikisine de doyasıya baktım.

 

-Kızım bana benzemiyor. Tombişliği, güzelliği aynen sen, dedim eşime. Eşim biraz gülümsedi ve gözlerimin içine bakarak:


-Tabi ki kendime benzetecektim. Sana benzese kızım evde kalır, dediğinde kahkaha atmaktan kendimi tutamadım. 


Eşim haklıydı, bu sözleriyle. Cevapta veremedim. Konuyu değiştirip halını hatırını sordum. Heyecanımdan eşimi unutmuştum.Kendisinden  özür diledim. Sitemkar bir sesle " Tabi . Ben artık ikinci plana itilirim"  dedi.

 

T.C. Merkez Bankası Ankara Şubesinde yeni görevime başlayalı altı ay olmuştu. Memurluk asaletim tasdik olana kadar ilk altı ayda maaşımın yüzde ellisini, geri kalan altı ayında ise yüzde yetmiş beşini alacaktım. Bu yüzden maddi yönden ilk altı ayda büyük bir sıkıntı çekiyordum. 


Kızım doğmadan bir ay önce Macun Köy'de kaloriferli belediye lojmanlarında oturan  ablamlarda kalmaya karar vermiştik. Sağ olsun Ablam ve Eniştem bizleri sıcak evlerine davet etmişlerdi. Biz de bunu fırsat bilerek sıcacık lojmana kapağı atmıştık.  Çünkü şiddetli soğuk vardı o sıralarda Ankara'da; evimde de yeterince odun ve kömür yoktu.

 

Kızım sağlıklı, normal doğmuştu. Tamı tamı üç kilo yedi yüz elli gramdı. Sağlığı ve sıhhati çok iyi idi. Bir kaç gün sonra taburcu oldular. Ablama daha fazla yük olmamak için  evimize mutlu bir şekilde döndük. Tam bir aile olmuştuk; baba, anne ve  bir de çocuk. 


Her yeni evlenen çiftlerin hayallerindeki özlenen tablo buydu. Biz bunu biraz sıkıntı çeksekte sonunda yakalamıştık. Eşim, ben ve dünyaya gözlerini açan kızım  için mutluluğun başlangıcı mı idi bu tablo  yoksa mutsuzluğun mu? Bilmiyorduk. Bunu zaman gösterecekti. 


Hayatın acı ve tatlı anlarını yaşadıkça anlayacaktık.Yaşamadan hiç kimse mutluluğu yakalayamaz ve mutsuzluğu da tadamazdı...


Boşuna dememişler:" Zaman en iyi ilaçtır". Bizler bu ilacı acıda olsa tatlı da olsa zerre zerre içecektik. Ama hayatta öğrendiğim bir gerçek vardı; o da:"Mutlu olmakta, mutsuz olmakta insanın kendi elinde" idi.

 

İlk çocuğum olmasına rağmen bir beşik dahi alamamıştım. Sobanın yakınında tek kişilik koltuğun içine battaniyelerden bir yatak yapmıştık, başına da küçücük bir yastık koymuştuk. Güzel kızım bu doğal yatağında mışıl mışıl uyuyordu, bazen cıyak cıyak ağladığı da oluyordu. İlk zamanları aldırmamıştım bu cıyaklamalara, sonraları ise  özellikle geceleri  rahatsız etmeye başlamıştı kerata beni. Anladım ki artık geceler benim için zor geçecekti.

 

Bir kaç gün sonra kızımın yüzünde ve bedeninde sarı bir renk oluştu. "Sarılık. Bu her çocukta olur. Sarı bir yazma örtün geçer" dediler. Ben ve eşim çocuk yetiştirmede teşrübesizdik. Zaten eşim benden on yaş küçüktü. Henüz on altı yaşını bitirmemişti. Genç  yaşta anne olmuştu. Yanımızda da tecrübeli biri olmadığından ne yapacağımızı bilemiyorduk.

 

Bir hafta sonra sarılık iyice artınca yine eşimin doğum yaptığı hastahanenin yanında bulunan "Doktor Sami Ulus Hastahanesi"ne kızımı apar topar getirdik. 


Doktorlar çocuğu görür görmez hemen tedaviye aldılar. Bir çok kan tahlillerinden sonra "Kızımızın hastahanede tedavi edilmesi için yatırılması gerektiği" söylendi. Biz de "Kızımızın bir haftalık olduğunu, meme  emmesi gerektiğini, bunu nasıl yapacağımızı" anlatmaya çalıştık. 


Aldığımız cevap: " Sabah ve akşam emzirmeye annesi gelsin" dediler. Eşim iki dolmuşla her gün gelip gidecekti. Mecbur kaldık. Bir haftalık yavrumuzu hastahanede ki görevlilere teslim edip, boynu bükük olarak evimize döndük. 


Eve kadar ne ben ne de eşim bir kelime konuşmadık. 

 

Bir kaç gün sonra doktorlar benden acil olarak "0 RH pozitif kan " bulmamı telefonda söylediler. 


Ankara'ya geleli altı ay olmuştu. Kimseleri tanımıyordum. Kanı kimden bulacaktım? Koskoca Ankara'da yapa yalnızdım. Sadece ablamı, teyzemi, amca oğlum Sürmeliyi ve amca kızım Mükerrem ablamı tanıyordum. O yıllarda telefonla onlara ulaşmamda imkansızdı. Çünkü hiç birinin evinde telefon yoktu. Hepside ayrı ayrı yerlerde oturuyorlardı.

 

Çalıştığım Kurumumdan da kan temin edip edemeyeceğim aklıma hiç gelmemişti. Koşarak hastahaneye gittim. "Kanı bulamadığımı gerekirse kendimin verebileceğini", söyledim. Görevli hemşirenin yanında iki genç ayakta bekliyordu.

 

-Beyefendi Elif'in babası siz misiniz? dedi. Ben de:

 

-Evet, cevabını verdim.

 

-Biz Polis Radyosu'na 0 Rh pozitif kanın bulunması için anons verdik, dedi.


Her halde o anda konuşurken ağlayarak ve kelimeleri heceleyerek söylemiş olacağım ki beni teselli edercesine " üzülmeyin bu anonsumuza karşılık şu yanımda duran gençler koşarak gelmişler. Şu anda kan vermeye bu gençler hazır. Ama çocuğunuzun kanı tümden değişeceğinden ve siz de babası olduğunuzdan kanı sizden alalım "deyip beni hemen sedyeye yatırdılar. 


İlk kez kan veriyordum: o da kızım Elif'e nasip olacaktı.Kan verirken gençlerin yüzüne baktım. Pırıl pırıl tertemizdiler. Yüzleri insanlık adına gülüyordu. Sedyede yatarken kendi kendime "Bir kan anonsu duyarsam elim kanda dahi olsa koşarak gidip kan vereceğim." diye söz verdim. 


Çünkü bu gençler beni ve çocuğumu hiç tanımadıkları halde kanlarını vermek için ceplerindeki harçlıkları yol parası yapıp koşa koşa gelmişlerdi. 


İşte "Bu idi insanlık. Yardımlaşma ve dayanışma..."duygusu.  

 

Çocuğumun sarılık hastalığı çok şiddetli olması nedeniyle kanı iki kez değiştirildi. İkinci kan değişikliğinde de çalıştığım kurumdan bir kaç arkadaşı kan vermek için hastahaneye götürmüştüm. 


Kızım bir ay  sonra zatüre geçirdi; on beş gün küvezde yattı. Bir kaç kez havale atlattı.  Sonunda da bu saydığım hastalıkların birinden veya bir kaçından dolayı "bedensel engelli" oldu biricik kızım.  


Şükürler olsun ki bugün tekerlekli sandalyede de olsa bile eğitimini başarı bir şekilde devam ettirebiliyor. On sekiz yıldır yaptırdığımız fizik tedavi neticesi bir takım ihtiyaçlarını (yemek yeme, tuvalet, v.b.) yapabiliyor, merdiven basamaklarından kendisi çıkabiliyor, bir elinden tuttuğum zaman tribotu ile belli bir mesafe yürüyebiliyor.

 

Kızımın kanı  zamanında değiştirilmeseydi ve kanı zamanında bulamasaydık bugün kızım yaşamayacaktı veya daha kötü bir durumda olacaktı. Bu yüzden;

 

"BAĞIŞLAYACAĞINIZ BİR ŞİŞE KAN ANNEYİ YAVRUYA, YAVRUYU ANNESİNE KAVUŞTURMAKTIR"


"İHTİYAÇ ANINDA KAN BULMAK İSTİYORSAN SEN DE KAN VER"


"HERKES DÜZENLİ OLARAK KAN VERİRSE, ÜLKEMİZİN KAN İHTİYACI FAZLASIYLA KARŞILANIR"


"KAN HAYATTIR, ONU YALNIZ SEN VEREBİLİRSİN"


"KAN BAĞIŞLAMAK SENİ SIHHATE, HASTAYI HAYATA KAVUŞTURUR"


"KAN STOKU OLAN BİR MİLLET, NÜKLEER SAVAŞA BİLE HAZIRDIR"

 

Kış ayında Kan stoklarının azaldığını duydum. Hepinizi kan vermeye davet ediyorum. Bu bir insanlık görevidir. Kendimizi bir insan olarak kabul ediyorsak ; bu görevden kaçmayalım. 


Çünkü :"KAN VER , BELKİ  BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLABİLİR"


Not: Bu yazı 2002 yılında yazıldı.....


Şükrü BİLGİLİ

 
Haber :
Bu Haber 2684 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :engelli, özürlü, kan, kan verme,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 1 )

Sayfa : [1]
6-quot;KAN VER BİR GÜN SENİN DE İHTİYACIN OLURquot;
ayni kan arama bulma sıkıntısını ve kan bulununca o an ki sevinci bende yaşadım sükrü cüğüm. o duyguyu iyi bilirim.onun için kime kan lazım olursa hiç tereddüt etmeden koşarım. seni anlıyorum. sselamlar.
Gön : Ahmet Yıldız  08 Subat 2017 : 17:34:31  

Sayfa : [1]
İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5755
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5731
Semer
İzlenme : 3152
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2538
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr