Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / ÖZÜRLÜ KİM KİMLER ÖZÜRLÜ

“3-ENGELLİ DE OLSA ÇOCUKLARIMIZI SOKAĞA TERKETMEYELİM”


“3-ENGELLİ DE OLSA ÇOCUKLARIMIZI SOKAĞA TERKETMEYELİM”



 Paylaş
 11 Mayis 2016 18 : 30 

“ENGELLİ DE OLSA ÇOCUKLARIMIZI SOKAĞA TERKETMEYELİM”

"ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR"

10-16 Mayıs Engelliler haftası.

Başta Bedensel Engelli Kızım Elif Bilge’nin ve tüm engelli kardeşlerimin “Engelliler Haftasını” kutluyorum.

Yıllar önce bir televizyonun haber proğramında çok ilginç bir haber izlemiştim.

Haber şu idi: “Ayakları olmayan üç günlük engelli bir bebek sokağa terkedildi. Engelli bebeği on iki yaşındaki Kübra adında bir kız çocuğu buldu.”

Televizyon görüntülerinde de Kübra, kundakdaki üç günlük bebeği kucağına almış, kızgın ve üzgün bir çehre ile “ Engelli diye bu bebeği bırakan vicdansız anne ve babaya sesleniyorum. Bu yavruyu nasıl kıydınız? Sokağa nasıl attınız? Siz bakmadıysanız ben bakarım. Bu çocuğu doğada buldum. Adını da Doğa koyuyorum. “ diye feryat ediyordu.

Çevresine toplanan insanlarımız da, vicdansız anne ve babası tarafından sokağa terkedilen; gözlerini yummuş, mışıl mışıl uyuyan, olup bitenlerden hiç haberi olmayan, ölmek üzere iken son anda kurtulan engelli, kadersiz, masum ve günahsız Doğa’nın kundağını elleriyle açarak, ayakları olmayan çıblak bedenine ibretle bakıyorlardı.

“Engelli Doğa”, olay yerine gelen polislere teslim edildi. Polis amcasının kolları arasında karakola götürüldü. Acımasız anne ve babası araştırılacak, bulunursa onlara , bulunmazsa “Çocuk Esirgeme Kurumu”na teslim edilecek.

Bu haberi izledikten sonra tüylerim diken diken oldu.

Çeşitli nedenlerden (gayri meşru yoldan, geçindirememe korkusundan ya da anne ve babasının ölümünden) dolayı sadece engelli çocuklar değil, sapa sağlam nur topu gibi sağlıklı binlerce çocuklar cami havlularına, park- bahçelere ve sokaklara terkediliyor.

Gurk tavuklar bile, her türlü tehlikeye karşı korumak için civcivlerini kanatları arasına alırken, bir anne veya baba canından kanından olan yavrusunu nasıl oluyorda sokağa terkedebiliyor?

Bir hayvan kadar da mı ana şefkatinden yoksun bu canavar ana. Bu davranışın savunulacak hiçbir haklı gerekçesinin olduğunu düşünemiyorum; doğurduğu çocuk gayri meşru olsa bile...

Biz neden böyle olduk? Toplum olarak niçin bozulduk? Bunu hiç düşündük mü?

Üzülerek ifade edeyim ki, vicdansız anne ve babaların sayısı günümüzde gittikçe çogalıyor. Bunu gözlerinizle görmek isterseniz, bir gün zaman ayırın, Ankara ilimizin Keçiören semtindeki “Atatürk Çocuk Bakım Evi” ni ziyaret edin.

Orada anne ve baba sevgisine hasret kalmış; sokaklara, park-bahçelere, cami havlularına terkedilmiş binlerce engelli veya engelsiz çocuklarla karşılacaksınız.

İbret için yanınıza çocuklarınızı da almayı unutmayın. Onlarda “Anne ve Baba Sevgisi”nin ne olduğunu yaşayarak anlasınlar...

Birkaç yıl önce servis arkadaşlarımızla beraber bir cumartesi günü “Atatürk Çocuk Bakım Evi”ndeki kimsesiz çocuklara öğle yemeği vermişdik. Yanımızda çocuklarımızı da almıştık. Yemek menümüz 300 adet pide, 300 adet ayran ve 30 kilogramda tulumba tatlısı idi. Kundaktaki çocuklara da süt ve meyve suları almayı unutmamıştık.

Görevlilerle beraber çeşitli yaş gruplarına ayrılmış kimsesiz çocuklara ellerimizle pideleri, ayranları dağıttık. Onlarla beraber masalarda pidelerden yemek istedik. Annesiz babasız yavruların yemek yiyişlerini seyrederken gördüğümüz tablodan irkildik; yemek yiyemedik, boğazımızda düğümlendi pideler.

Yemekten sonra “sıfır” yaş grubu çocukların bulunduğu kata çıktık. Görevliler ayaklarımıza giymemiz için galoş verdiler. İtiraz etmeden giydik. Her taraf pırıl pırıldı. Yerlere basmaya kıyamıyorduk.

Aman Allahım! Ne müthiş manzara; küçük küçük beşiklerin içerisinde bebekler sıra sıra dizilmiş; kimisi ağlıyor kimisi de gözlerini yummuş mışıl mışıl uyuyordu. Yanlarında anneleri yoktu. Ama baş uçlarında biberonları vardı. Gıdalarıda anne sütü değil hayır sahibi insanlarımızın getirdikleri sütlerdi.

Çok sayıda olan “sıfır” yaş grubundaki küçük çocukları bir arada görmek beni hüzünlerdi. “Bu çocuklardan biri ben de olabilirdim, çocuklarımdan biri de.” diye bir an düşündüm. Olmadığı içinde Rabbime şükreddim...”Allahım hiç kimseyi anasız babasız etme...Bu beşiklerin içinde yatan masum ve günahsız bebeklerin yüzlerini güldür.” diye de ayrıca dua ettim.

Gözlerimizin yaşlarını silerek “üç yaşla yedi yaş” grubu çocukların oyun salonuna geçtik. Buradaki durumda “sıfır “ yaş grubundaki çocuklardan farklı değildi. Odada bir televizyon, iki koltuk, yerde serili halıserin üzerinde oyuncaklarla oynayan, sağa sola koşan, birbirleriye güreşen, bağıran, çağıran ve ağlayan otuza yakın cıvıl cıvıl kız erkek karışık kimsesiz çocuklar vardı.

Kapıdan içeri girer girmez, çocuklar oyunlarını bırakarak, bizlere doğru koştular;kimisi elimizden tuttu, kimisi de bacaklarımıza sarıldı. Bizleri koltuğa otutturdular. Arılar gibi hemen üzerimize çullandılar.

Ne olduğunu bir anda anlayamadık.

Bir de baktım ki, dizlerimde, omuzlarımda, sağımda, solumda ve arkamda çocuklar vardı. Arkamdaki koltuğun üzerine çıkan yaramaz çocuk ise küçük elleriyle darbuka çalar gibi saç olmayan kafama seri halde vuruyor; her vurmada da çıkardığı “şap” “ şap” seslerinden dolayı kahkaha ile gülüyordu.

Yanımda oturan Servis Arkadaşım Bekir’in durumu benden farklı değildi. O da benim gibi saldırıya uğramıştı. Ayaga kalkmak istediğinde, sırtındaki , omuzlarındaki ve ayaklarına elleriyle sıkıca yapışmış baba sevgisine susamış çocuklar: “Ne olur babacığım gitme, otur “ diye Bekir’e yalvarıyorlardı.

İster inanın, ister inanmayın. Bu kimsesiz çocuklar elma şekeri gibi bizleri yaladılar.

Çocuklardan biri eliyle Bekir arkadaşımın yüzünü okşadı: “Babacığım sakalların çıkmış. Sakallarını yüzüme sürer misin?” dedi.

Sakalın batmasına bile hasret kalmıştı bu yavrular.

“Babacığım beni sever misin? “, “Babacığım beni öper misin? “, “Babacığım şu çocuk beni dövdü, ona kızar mısın?”,” Babacığım bana ne getirdin?”, “ Babacığım ben büyüdüğümde adamları döveceğim. Bak pazularıma, nasıl kuvvetliyim?”, “Babacığım beni kucağına alır mısın? ”, “Babacığım bana dokunur musun?” gibi bir çok sorular sordular.

Bizlerde onları koyun kuzu gibi yaladık; bir anlıkda olsa “baba sevgisini” tatdırmaya çalıştık.
Yaşadığımız bu anı sizlere tam anlatamadım; çünkü kelimeler kifayetsiz kalıyor. Bizler ve çocuklarımız gördüğümüz bu manzara karşısında ”Ana-Baba Sevgisi”nin ne demek olduğunu daha iyi kavradık.

İslam gelmeden önce kız çocukları “Kızgın Arabistan Çölleri”ne diri diri gömülüyordu. Bu döneme tarihte “Cahiliye Devri” denilir. Şimdi yirmi birinci yüzyılda; yani, teknolojinin doruk noktaya çıktığı, yıldızların fethedildiği, bilgisayarın bir tuşuna dokunduğumuzda her türlü bilgiyi elde edebildiğimiz “ Bilgi Çağı”nda yaşıyoruz. Hala bu çağda, engelli veya engelsiz çocuklar, sokaklara terkediliyorsa, yüz yıllar önce “Cahiliye Devri”de yaşayan cahil insanlardan ne farkımız kaldı bizlerin?

Her nedenle olursa olsun, dünyaya gelmesine sebep olduğumuz çocuklarımızı engelli de olsa sokağa terketmeyelim.

Çünkü yaratılan her canlının rızkını Allah verir.

Onlara sevgimizi, sıcak yuvamızı esirgemeyelim.

Yunus’un dediği gibi “Yaratılanı hoş görelim, Yaratandan ötürü. Sevelim sevilelim, Dünya kimselere kalmaz”.

 
Haber :
Bu Haber 3002 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :engelli, özürlü, bedensel, elif, bilge, tatar,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5730
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5677
Semer
İzlenme : 3134
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2518
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr