Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

9- ALACA’MIZDA İZ BIRAKANLAR: “KÖFTECİ/LOKANTACI RENKLİ HAYATI (4)


9- ALACA’MIZDA  İZ BIRAKANLAR: “KÖFTECİ/LOKANTACI RENKLİ HAYATI (4)



 Paylaş
 22 Temmuz 2020 22 : 49 

9- ELLİ YIL ÖNCE ALACA’MIZDA YAŞAYANLAR; “KÖFTECİ/ LOKANTACI İRFAN  ŞİMŞEK’İN RENKLİ HAYAT” HİKAYESİNE DEVAM



İrfan Abi ” Has nane . ‘Hüs nane beş kuruşa beş tane ‘tekerlemesini söyleyerek ilkokulda nane sattığını, ayakkabı boyacılığı yaptığını , arkadaşı Tatar Sami Olgun ile ortak simit sattığını” anlatınca benim gözlerim doldu; nerede ise ağlayacaktım. Kendimi zor tuttum. Çünkü o anda benim çocukluk günlerim bir filim şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gitti.   


İrfan Abi gibi çocukluğumda ayakkabı boyacılığı yapmamıştım ama “ Has nane. Hüs nane. Beş kuruşa beş tane” diye diye, elimde bir naylon torbasına koyduğum nane şekerlerini çok sattım. Çocukluğumda sattığım nane şekerlerin keskinliği ve lezzeti , şimdiki marketlerden ve bakkallardan aldığım nane şekerlerde maalesef bulamıyorum. O nane şekerlerinin tadı, aroması, keskinliği bambaşka idi...


Nane şekerinin yanında ayrıca sakız da satardım. İlk sattığım sakızlar şekersizdi. Bir kartona sıra sıra dizili sakızları naylonundan çıkarır isteyene verirdim. Aklımda kaldığı kadarı ile “ NABA” markalı sakız vardı. Daha sonra şekerli küçük kare şeklinde jelatinli veya renkli kağıtlar içinde sakızları sattım. Başında kırmızı ve beyaz benekli küt bir eşarp takmış Arap kızının resminin olduğu MABEL markalı sakızlar piyasaya sürüldü. Bu sakızların içinde çeşitli çıkartma resimler vardı; artist resimleri, futbolcu resimleri.. Birçok çocuk sakızdan çok bu çıkartma için sakız alır koleksiyon yapardı...Arkadaşlarına bunlarla hava atardı; ‘bak benim şu artistlerin, şu futbolcuların resimleri var. Senin var mı? ‘derlerdi...


Bizim çocukluğumuzda sakızları genelde kızlar çiğnerdi. Erkek çocukların sakız çiğnemesi hor görülüyordu. Bu yüzden biz toplum içinde değil de gizli gizli çiğnerdik sakızları. Ara sırada arkadaşlar arasında kim fazla şişirecek diye “ Sakız Şişirme Yarışı” yapardık. Bazen de şişirdiğimiz sakızı arkadaşın burnuna “pat “ diye yapıştırdık. Sakızın bir kısmı arkadaşın burnunda kalırdı ve O’nun bu görüntüsüne baktıkça gülerdik. Yapıştırdığımız sakızı tekrar ağzımıza atar “cakkur, cukkur” sesler çıkararak zevkle çiğnerdik...Bazı ardaşlarımız çıkardığımız acayip bu seslere gıcık olurdu... 


Ben de İrfan Abi gibi simit satmıştım çocukluğumda. Zile yolunda, Hacı Arab’ın evinden Yandım Hoca’nın camisine giden sokağın hemen girişinde, sağ tarafta Simitçi Kara Mehmet’in fırını vardı. Kara Mehmet Amcadan ceketlerimizi rehin bırakıp on beş veya yirmi simiti küçük tepsilere koyar; sokak sokak o cılız, utangaç sesimizle “ simitçiiii, simitçii...”  diye bağıra bağıra simitlerimizi satar üç beş kuruş kazanıp sinemaya giderdik. Satamadığımız simitleri Kara Memet amca almazdı. Kalan simitleri satmak için saatlerce sokakta dolaşırdık ya da onları yer karnımızı doyururduk....


Ben bu duyguları yaşarken İrfan Abi, yerinden kalkmış, bana yeniden çay koymuştu. “Şükrüm, bir an daldın gittin. Çayının tamamını da içmemişsin, soğumuş. Çayını tazeledim.” dedi, tekrar karşıma oturdu.


“İrfan Abi, çay için teşekkür ederim. Sen çocukluk hayatını anlatınca kusura bakma nerede ise ağlayacaktım. Ben de bir an çocukluk günlerime gittim. Önümden bardağımı almışsın, yeniden çay koymuşsun, hiç farkında değilim. Nane şekeri satmışsınız, ayakkabı boyacılığı yapmışsınız, arkadaşınız Tatar Sami ile ortak simit satmışsınız ve çok iyi para kazanmışsın. İrfan Abi, o yıllarda bir idealin, bir hayalin var mıydı? Mesela okuyup doktor, mühendis, öğretmen, babanız gibi avukat olmak gibi?  Ya da boyacılıktan, simitten kazandığınız gibi bir ticaret adamı olmayı mı düşündün?” dedim.


“Şükrüm, şu anda çocukken bir idealim olup olmadığını hatırlamıyorum. Yalnız benim bir hatıra defterim vardı. Küçüklükten beri ona bazı notlar yazdım. O not defterinde çocukluk hayalimi yazmış olabilirim. Bulursam ona bir bakayım. Gençlik yıllarındaki hayalimi sorarsan daima aklımda çıkarmadığım iki idealim vardı;


Birincisi bir araba fabrikası kurmaktı. Bu hayalimi gerçekleştiremedim. Yalnız altmış yıldır en iyi arabalara bindim. Hatta Ağabeylerim Ayhan, Orhan  ile en lüks sıfır Land Lover cipimizle  Alaca’dan , Kutsal topraklara gittik. Şöförlüğümüzü de Hacı Dursun Korkmaz yaptı. Bu uzun yolculukta tabi ki sırası ile ağabeylerim ve ben de arabayı kullandım. Üç yetim kardeş Kabe’ye, Peygamberimizin mezarına yüz sürdük. Semaya avuçlarımızı açtık . Rabbimizden af ve mağfiret diledik. Hac vazifemizi yapıp , vatanımıza sağ salim geldik.


İkinci idealim de : “ Hafız olmaktı.” Rabbim’den bunu çok arzulamama rağmen bunu da gerçekleştiremedim. Ben evimizi geçindirmek için o küçük bedenimle yaz tatillerinde sokaklarda ayakkabı boyarken, simit satarken , nane ve şekerleme satarken ; benim emsalim arkadaşlar camilere gidip , hocaların dizlerinin diplerinde Kur’an öğrenip hafız oluyorlardı. Ben çocukken camilere gidip  hafız olamadım. Bu benim içimde bir uhde olarak kaldı. Çok şükür elli yaşımda Diyanetin Camilerde açtığı “Kur’an Öğrenme Kurslarına` katıldım. Sertifikamı alıp çerçeveletip o gördüğün resimlerin arasına astım. 


İrfan Abi, bir yandan hayatını durmadan anlatırken; kitaplıktan karıştırıp bulduğu hatıra defterini getirdi. Sayfalarını çevirdi. “Aha Şükrüm, çocukken yazdığım hayallerimin notunu buldum .” dedi.


“ İrfan Abi, oku bakayım. Gençlikte kurduğun hayalle örtüşüyor mu?”


“Şükrüm, dört hayalimi yazmışım. Birincisi çok güzel bir evim olsun, ikincisi bir arabam olsun , üçüncüsü bir dükkanım olsun, dördüncüsü ise bir emekli maaşım olsun  demişim. Çok şükür bu dördüne de şu anda sahibim. Rabbime binlerce şükür.” dedi, İrfan Abi bana çaktırmadan gözyaşlarını sildi. 


“İrfan Abi, ayakkabı boyacılığı, simitçilik ne zamana kadar devam etti?  Biraz önce konuşmanda şekerleme de sattım dedin. Şekerlemeden bana hiç bahsetmemiştin.  Şu şekerleme işini anlatır misın?“ dediğimde, derin bir of çekti. Kavanoz şişedeki nane şekerinden bir kaç tane daha attı ağzına; hayat hikayesine kaldığımız yerden anlatmaya devam etti.  


Şükrüm, ayakkabı boyacılığından, simitten çok para kazanıyordum. Para koyduğumuz mendilleri çıkılayıp çıkılayıp yatağımızın altına koyuyorduk. Elime on litrelik bir gazyağı tenekesi geçti. O yıllarda lambalara gaz yağı konuyordu. Onunla aydınlanmamızı sağlıyorduk. Gazyağı tenekesinin ortasından deldim. İçini  su ile çalkalayarak iyice temizledim. Artık kazandığım paraları tenekenin içine atmaya başladım. Kazandığım her parayı tenekenin içine attığımda tenekenin içinden gelen “ tık. tık. “seslerini duydukça, dünyalar benim oluyordu...


İrfan Abinin sözünü kestim. “ İrfan Abi Ayakkabı tamirciliğinde kalsaydın, haftalık mı aylık mı alacaktın?” dedim


İrfan Abi iki elini bir birine vurdu; 


“ Ne haftalığı heç para yok! Heç !”


“ Öğrenmek için mi gittin?”


“Tabii . Heç. “ dedi, o güzel şivesi ile İrfan Abi açıldıkça açılıyordu. Anlatırken olayları mimikleri ve el kol hareketleri ile de süslüyordu. O anlattıkça ben de bir yandan nefes almadan, herhangi bir konuşmayı kaçırmamak için video kaydı yapıyordum. ( Şekerleme ile ilgili bundan sonra yazılanlar İrfan Abi’nin ağzından ne duyduysam bire bir aynen yazdım)


“Velhasıl bir müddet öyle gitti. “ dedi. Ondan sonra şey geldi. Kırıkkale’den  “ Boncuk” diye biri geldi. Şekerleme yapıyo, satıyo. Bize veriyor bir tepsi ; yüz tane . Yüz tanesi onar kuruştan ne ediyo? İşte  Neyse!.. Bize bir kuruşunu veriyo, yüz tanede bir lira kazanıyoruz Gerisi onun. Dokuz lirası onun. Böyle satıyok filan. İyi de satılıyo, günde kırk elli tepsi veriyor ona buna . Ya ya.. 


“Boncuk , şunu bana öğret yav!” dedim. 


“Onun kalıbına gücün yetmez senin.” dedi. 


Neyse. Bir gün dedi ki : “ İrfan, şu Muhittin Koçağın ordan malzeme alacam. Hana taşıyıver.” dedi. 


O ne alıyorsa yazıyom. On kilo un. İki kilo şeker, üç kilo şeker neyse. Pamuk yağ. Karbonat. Hepsini yazdım. Bi yerime koydum. Yokarı çıkarttım. Baktım ki kapıda delikte var; şöyle:





İrfan abi kapıdaki bu  deliği söylerken, sağ elinin baş ve işaret parmağı ile yuvarlak yaptı. Sağ gözüne götürdü. Eliyle yaptığı delikten bakıverdi. Sanki yıllar önce çocukken Boncuğun Şekerleme yaptığı Hanın kapısının deliğinden bakıyor gibiydi...


O delikten nasıl yapıyo; seyredecam. Aşağı indim mahsus O duysun diye. Yalınayak çıt çıkarmadan geldim, dedi İrfan Abi eliyle ayni hareketi yaptı: sağ elinin baş ve serçe parmağı ile yuvarladı.  Hafif eğildi. Eliyle yaptığı delikten sağ gözü ile bakarken sol gözünü kıstı. Kapı deliğinde Boncuğun şekerlemeyi yaparken gördüklerini anlatıyordu:


Bir tepsi serdi. Unu koydu. Pudra şekerini döktü. Ortasına  pamuk yağını koydu. Karbonatı koydu. Yunur da babam yunurdu.  Yunurdu, yunurdu , yunurdu...ondan sonra kahvecilerin şekerdenliği vardı.  O şey dediği “ Kalıbına gücün yetmez. “ dediği. Beş kuruşluk sarı şekerdenlik. Şöyle bi çöküyo hamura. Alıyo, Koyuyo, der demez İrfan Abi bir keyfe geldi. Hareketini ve yüzündeki neşeyi görmeye değerdi.


İrfan Abinin elinde sanki o yıllarda çayın yanına getirilen içinde kıtlama şeker olan sarı demirden yapılmış bir şekerdenlik ve önünde de hamur varmış gibi , şekerdenliği hamura batırıyor, kenardaki tepsiye koyuyordu.


İrfan Abi, birden iki elini birbirine vurdu. “Pat!..” diye bir ses çıkardı. Kollarını açıverdi. Ben birden irkildim. İrfan Abi ise, sekerlemenin yapılışını yeni öğrenmiş gibi  yüzüme gülerek;


“Bittim. “ dedim, Abi, ertesi gön  kumbaramı kırdım. Aynı malzemeyi aldım. Üstüne de ekstre bir kilo fındık aldım. Her birine fındık koyum. Benimki fındıklı olsun , dedim.


“ İrfan Abi , fındık aklına nerden geldi?” dediğimde, “ Kafadan!..” diye cevap verdi. Ben de “ İşte yaratıcılık bu “ dedim. İrfan Abi kaldığı yerden devam etti:


“Fındıklı şekerleme haydiiiin.....Oğlum Boncuk size kaç kuruş kar veriyo. Bir lira . Haydiiiin size bir buçuk lira. Benimkisi fındıklı gelin benden alın...”  dedim, şekerleme satan çocuklara...


Anam rahmetli mahalleden şey buldu; elli dene tepsi. Nerden bulacak. Sofunun Ahmet’in oraya geliyok. Kızarttırıyom. Haydiiin fındıklı şekerlemeeee. Parayı koyacak yerler bulamadım. dedi İrfan Abi; bana doğru eğildi:


`Boncuk kaçtı abi. Ortalık bana kaldı. Bi para kazanıyom. Bi para kazanıyom. Deme gitsin yani. Vallahi, billahi...” dedi. 



Haftaya devam edecek...

 
Haber :
Bu Haber 2819 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :İrfan Şimşek, Alaca,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5753
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5731
Semer
İzlenme : 3152
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2537
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr