Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

8-ALACA’MIZDA İZ BIRAKANLAR; “ KÖFTECİ/LOKANTACI İRFAN ŞİMŞEK’İN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ (3)”


8-ALACA’MIZDA  İZ BIRAKANLAR; “ KÖFTECİ/LOKANTACI İRFAN ŞİMŞEK’İN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ (3)”



 Paylaş
 16 Temmuz 2020 17 : 10 



Alaca ilçemizin renkli simalarından ve herkes tarafından tanınan “ Köfteci/ Lokantacı İrfan Abi “ telefonla beni aradı: “ Şükrüm, Alaca’dayım. Müsaitsen görüşelim.” dedi.  


“ Tamam İrfan Abi yarım saat içinde geliyorum. Sen neredesin?” dedim.


“Şükrüm evimdeyim. Evim de Şıhların Camisinin yanından giden sokakta. Evimin karşısında fırın var. Evde seni bekliyorum.” dedi ve telefonu kapattı.


Ben o sırada bahçemizde “turşuluk hıyar “ ekeceğimiz toprak yerini belliyordum. Annem de karşımda bir sandalyeye oturmuş beni izliyordu. Saat on dokuz suları idi..Anacığımdan izin aldım: “ Anacığım, bir saatliğine çarşıya gidip geleceğim, yalnız evde kalabilir misin? Korkarım dersen; komşumuz Refik Amcanın hanımı Sadegül Ablayı çağırayım.” dedim. 


Anacığım ile yazın baba ocağında başbaşa kaldığımız günlerde zaman zaman kocası Refik Amca öldüğü günden beri küçük bir evde yalnız yaşayan Sadegül Abla , annemin yanına geliyor, sohbet ediyorlardı... 


Anacığım ile  on beş gündür de ahşap evimizde birlikte kalıyorduk. Her gün  bacım  sabahları Zile yolundaki evinden geliyor, sabah kahvaltısını , akşam yemeğimizi hazırlıyor. Bahçedeki sebzelerin otlarını birlikte temizliyoruz. Meyve ve sebzeleri suluyoruz. Akşam olunca da bacım evine gidiyor, anacığıma geceleri ben bakıyordum.


“Oğlum, sen gelene kadar ben Kur’an okurum. Sadegül’ü çağırma. Sen git işine?“ dedi. Annemi  ikinci kattaki ahşap evimize çıkardım. Balkona oturttum. Eline Kur’anı verdim, evden ayrıldım. 


İrfan Abi ile , Whatsap‘tan gönderdiğim kendisinin bizzat yaşadığı “Coli Mevkini Bildir” hikayesi hakkında bir hafta önce telefonla konuşmuştum. Bana “Bende çok hikayeler var. Şu anda Çorum’da hastanede tedavi oluyorum. Alaca’ya geldiğimde seni arayacağım.” demişti ve verdiği sözü tutmuştu...İrfan Abi’den çok güzel hatıralar dinleyeceğimden çok sevinçliyim..


İrfan Abi, beni apartmanın en dış kapısında yolun kenarında karşıladı. O sevimli güleç yüzüyle, tok sesiyle “ Hoş geldin Şükrüm”dedi. Tokalaştık. Evi bulamaz diye dört kat aşağı inmiş benim gelişimi gözlemiş. Asansörle yukarı çıktık. 



Eve girer girmez İrfan Abi beni doğru balkona götürdü. Balkonun duvarına astığı çerçeveletmiş olduğu bir çok resimleri gösterdi. “Bunları çek. Bak şu ayakkabı boyacılığı yaptığım resim. Şu köftecilik yaptığım arabamın resmi ve ben “ dedi, bana orada bulunan resimler hakkında kısa bildiler verdi. Ben de onların birçoğunu çektim. Hatta köfte arabası yanındaki gençlik resmine balkondaki camların görüntüsü yansıdı. Bu resmi yerinden söküp içeri götürdüm. Orada daha güzel bir görüntüyle bu fotoğrafı çekebildim. 


Ayakkabı boya sandığının arkasında İrfan Abinin çocukluk resmini bakınca gülümsedim. “İrfan Abi,  bu resim senin  daha önce bana anlattığın ilk ekmek teknen değil mi? Resimde bir kişi daha var. Onun önünde de simitler duruyor. Bu çocuk kim?” dedim. İrfan Abi :


“Şükrüm, O sizin köylü Tatar Sami. Çocukluk arkadaşım. O da benim yanımda ortak simit sattı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Rahmetli olduğunu sen bana daha önce söylemiştin. Mekanı cennet olsun.” dedi.. 


İrfan Abinin çocukluk arkadaşı Tatar Sami dediği gerçekten bizim köylü idi. Adı Sami Olgun’du. İyi bir Matematik öğretmeni idi. Ankara’da kızım Büşra’yı  bir dersaneye yazdırmaya götürmüştüm. Orada tanışmıştık Sami Abi ile. Daha sonraki yıllarda çok görüşmüştüm. Tatar Sami Abinin çocukluk resmine dikkatlice baktım, tam bir Tatar Balası idi...


İrfan Abinin evinde ikimizden başkası yoktu. “Yenge nerede ?“ diye soracaktım , vazgeçtim, sormadım. İyi ki sormamışım. Yenge vefat etmiş, İrfan Abi yalnız yaşıyormuş.  Bana çay demlemiş. Çayın yanında bir tabakta pasta ikram etti. “ Şükrüm, buyur, pastayı bitir. Senin için özel çay demledim. Çayımı beğenecek misin  bakalım? “ dedi, karşımdaki koltuğa oturdu.


Çayımı yudumlarken “ İrfan Abi, bana çocukluktan başlayarak, Köftecilikten Lokantacılığa giden şu renkli hayat hikayeni anlatır mısın? Geçen ki görüştüğümüz telefonda biraz giriş yapmıştın. Şimdi yeni baştan anlatırsan çok memnun olurum .” dedim.


“ Hay! hay! Şükrüm!” dedi İrfan Abi, oturduğu koltuğa ayaklarını uzattı , başladı hayat hikayesini anlatmaya:


“Benim anam Alaca’nın yerlisi. Babam ilçemizin ilk avukatlarından Salim Şimşek, Çorumlu. Dedem Çorum‘un Ulu Camisinde vaiz yapan çok meşhur bir vaiz hocası idi. İkinci Dünya Savaşı’nın üçüncü yılında yani 1943 senesinin karakışında doğmuşum. O yıllar yokluğun, yakacağın bulunmadığı, halkın fakir, kıt kanaat geçindiği yıllarmış. Ülkemiz Savaşa katılmamıştı ama halk savaşta gibi fakru zaruret içindeymiş. Savaşa girebiliriz düşüncesi ile o zamanın hükümeti halktan toplanan buğdayları camilere depolamış. Onlarda çürümeye başlamış...




Rahmetli Avukat babam beş çocuğunu zar zor geçindiriyordu. Anacığım babamın eline biraz fazla para geçtiğinde “ Bir gün ölüp gittiğinde, beş kuruş para bırakmadan gideceksin. Fazla paralarını biriktirsen, hepsini harcamasan çok iyi olur. Ben yalnız kaldığımda bu beş çocuğu nasıl bakacağım? Kocacığım! ” dediğinde, babam “Ben yaşadığım müddetçe çocuklarımın rızkını kesmeyeceğim. Kazandığımı onlara yedireceğim. Ölüp gidersem de Allah büyüktür. Rabbim, yarattığı her kulun rızkını verir. Endişelenme hanım. Öldüğümde onlara bir kuruş borç, bir kuruşta birikmiş para bırakmayacağım. Evlatlarıma güveniyorum. Kendileri çalışır, kendileri rızıklarını kazanırlar” demiş. 


Rahmetli Avukat Babam vefat ettiğinde ben yedi yaşımda idim. Babamın dediği gibi bize bir kuruş borç, bir kuruşta birikmiş bir para bırakmadı. Beş kardeştik. Ben çocukların ortancısı idim. En büyük Abim Ayhan, onun küçüğü Orhan Abim ve iki de kız kardeşim vardı. 


1950 yılında Demokrat Partinin iktidara geldiği yılda İlkokula Dumlupınar ilkokulunda başladım. Öğretmenimiz Mükerrem Hoca idi. Maalesef benim gibi bir çok Alacalının ilkokulu okuduğu, hatıralarımızın yaşadığı o tarihi Dumlupınar ilkokulumuz yıkıldı. Onun yerine yeni bir okul yapıldı. O da şimdi tarihi Hükümet Konağı ile birlikte yıkılarak yerine yeni Hükümet Konağı yapılıyor. Her iki tarihi binanın yıkılmasına çok üzüldüm. Yetkililerle “ Yıkmayın bu tarihi binaları. Burada binlerce Alacalının hatırası var!” desem de benim gücüm yetmedi. 


İşte ilkokul birinci sınıfa başladığım Dumlupınar ilkokulunda  teneffüslerde nane şekeri sattım. “Has nane , hüs nane. Beş kuruşa beş tane” diye arkadaşlarıma  nane şekeri satıyordum. Kazandığım para ile defterimi, kalemimi alıyordum.





İrfan Abi, bana hayatını anlatırken masasının üzerinde bir cam kavanozunda ağzına kadar dolu nane şekeri duruyordu. İlkokulda “ Nane şekeri sattım. ” deyince masadaki kavanozu İrfan  Abiye elimle göstererek “ Abi bak masanda da bir kavanoz nane şekeri var. Nane şekerini çok seviyorsun herhalde.  İlkokulda sattığın nane şekerlerini unutmamışsın” dediğimde, ağzında yediği nane şekerini göstererek : “ Çoçukluğumda sattığım nane şekerlerini hatırlayarak masamda devamlı bulunduruyorum. Canım çektikçe de tek tek yiyerek o günlerimi hatırlıyorum.” dedi, hayatına kaldığı yerden devam etti...


Anacığım, babam ölür ölmez beni yaz tatilinde komşumuz ayakkabı tamircisi Dadaş Muharrem’in yanına çırak verdi. Dadaş Muharrem , Bisikletçi Mehmet Usta ile ortak çalışıyorlardı. Bir hafta çalıştım. Muharrem Amca, tamir ettiği ayakkabıların nasıl boyanacağını bana gösterdi. Daha ilk gün de ayakkabı boyamayı öğrendim. Her gün akşamları eve gittiğimde elimin, yüzümün siyah boya olduğunu gören anam bana baktıkça üzülüyordu.


Muharrem Amca, bir gün sabah bana evine bir eşyayı götürmemi söyledi. Ben de eşyayı alıp yengeme götürüp teslim ettim? Muharrem Amcanın hanımı : “ Oğlum İrfan , ustana söyle. Bir tanede ekmek göndersin. “ dedi. Ben de dükkana geldiğimde yengemin isteğini Muharrem Amcaya ilettim. 


Muharrem Amca önüne sıra sıra dizdiği ayakkabıları göstererek : “Şimdi param yok. İrfan Oğlum, şu ayakkabıları önce temizle . Sonra da güzel bir boya.” dedi. Ben de Muharrem Amcanın bana deriden diktiği küçük önlüğü boynuma geçirip, ayakkabıların yanına oturdum. Çamur ve  hayvan pisliği bulaşmış ayakkabıları temizledim ve sonra da onları boyadım.


İkindiye doğru Muharrem Ustama, yengemin bir ekmek istediğini hatırlattım.


Muharrem Ustam: ” Oğlum İrfan, söylediğin aklımda. Henüz siftah yapmadık. Param da yok. Bir ekmek parası kazanamadık. Biraz daha bekleyelim. Bir müşteri gelir siftah yaparsak o zaman götürürsün yengene ekmeği. “ dediğinde ben pılıyı pırtıyı toplayıp koşarak anamın yanına geldim.


Anama olayı anlattım. “Anacığım, beni ayakkabı tamirciliği çıraklığına niye verdin? Ayakkabı tamirciliğinde para yok!..Akşama kadar bir ekmek parası kazanamadılar. Ben yarından itibaren Muharrem Amca’nın dükkanına gitmiyorum. Kendim bir boya sandığı yapıp, ayakkabı boyacılığı yapacağım.” dedim


Sağolsun anacığım boynunu büktü:” Oğlum sen bilirsin!” dedi. Hayatımda yedi yaşımda verdiğim bu ilk kararı anacığım saygıyla karşıladı ve  o gece beni koynuna aldı,  başımı okşayarak uyuttu..


Anacığım, benim aldığım kararımı ağabeylerim Ayhan’a  ve Orhan’a söylemiş. Ertesi gün Ayhan Abim bana tahtadan bir ayakkabı boya sandığı yaptı. Birlikte toptancı ve perakendecilik yapan Muhittin ve Nurettin Koçak’ın dükkanına gittik. Ayakkabı boyamak için gerekli aletleri ve boya malzemelerini aldık. Ağabeyim Ayhan: “ Kazandıkça İrfan borcunu ödeyecek. ” dedi. Sağolsun, Muhittin Koçak Amca da : “ Olur “dedi. 


Hayatımı kazanacağım ilk sermayem bir boya sandığı ve borç para ile aldığımız boya malzemeleri ve aletleri idi. 



Şu anda Alaca’mızın göbeğinde bulunan Saat Kulesinin olduğu yerde önce tahtadan yapılmış bir köprü vardı. Sonra şiddetli gelen bir sel ile tahta köprü yıkıldı, aynı yerine  taştan örülmüş sağlam bir köprü yapıldı ; bu köprü Zile Yolu ile Ankara yolunu birleştiriyordu. Ben büyük bir heves ve iştahla “ Bismillah” deyip , köprünün kenarına boyacı sandığımı koydum. Müşteri beklemeye başladım. 




O yıllarda Köprünün altında Yozgat tarafından gelip Çorum tarafına giden, ilçeyi ikiye bölen bir dere akıyordu.  Yıllar sonra  köprü yıkıldı, derenin üzeri kapatıldı ; üzerine Yozgat Çorum yolu yapıldı. Dere kenarında küçük tezgahları olan ayakkabı tamircileri de dizilmişti. Eski Cami ile Belediye binası arasındaki alanda “ Ekin Pazar’ı” , biraz ilerisinde tam Ziraat Bankasının olduğu yerde “ Sebze Pazar’ı”, biraz ilerlerde de “ Hayvan Pazar’ı “ kuruluyordu.  İlçemizin tüm alış verişi şu andaki Cumhuriyet meydanında ve civarında yapılıyordu.


Rabbim, kısmetimi açmıştı. Her gün yüz elli kuruş kazanıyordum. Bir kilo et altmış kuruştu. Evimize günde beş ekmek alıyordum. Ekmeğin tanesi on kuruştu. Bir kilo et, beş tane ekmek alınca geriye kırk kuruş param artıyordu. Rahmetli babam kazandıklarını hiç biriktirmemişti. Ben öyle değildim. Günlük kazandığım paradan evimizin ihtiyacını aldıktan sonra kalan paralarımı her akşam anama veriyordum. O da bir mendilin içinde biriktiriyordu...


En kısa zamanda Muhittin Koçak Amcaya borcumu ödedim. Boya malzemelerini peşin almaya başladım. Muhittin Amca: “İrfan Oğlum, sen çok zeki ve çalışkan bir çocuksun. Borcunu çok çabuk ödedin. Paran olmadığı zaman gelip evinizin ihtiyaçlarını da buradan alabilirsin “ dediğinde çok mutlu olmuştum...


Ayakkabı boya sandığı ile yedi yaşımda esnaflık hayatına başladığım boyacılık mesleğinde ; Alaca’mızın ilk perakende ve toptancı Muhittin Koçak Amcanın güvenini kazanmıştım... Kendimden gurur duyuyorum. 




Komşumuz ve çocukluk arkadaşım sizin köylü Tatar Sami arkadaşıma bir gün : “ Sami , ben ayakkabı boyacılığından güzel para kazanıyorum. Bayağı para biriktirdim. Sana biraz para vereyim. Simitçiden simit alalım. Benim ayakkabı boya tezgahımın yanında birlikte simit satalım. Ortak iş yapalım .“ dedim . 


Teklifimi Tatar Sami Arkadaşım severek kabul etti. Ben ayakkabıları boyarken Tatar Sami’de yanımda simit sattı. Simitten de çok güzel para kazandık. Her akşam Tatar Sami ile kazancımızı paylaşıyorduk. Her ikimizde akşamları, cebimize doldurduğumuz bozuk paraların “şıngır. şıngır.” seslerinin verdiği haz ile göt ata ata evimize gidiyorduk...Çok mutlu idik. 


Henüz yedi yaşını bitirmiş bir iş adamı idim; çok güzel para kazandığım bir boya sandığım ve bir de yediğimiz içtiğimiz hiç ayrı gitmeyen çocukluk arkadaşım ile ortaklık yaptığım bir Simit Tezgahımız vardı.



Devam edecek....





 
Haber :
Bu Haber 3184 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :İrfan Şimşek, Elli yıl önce Alacamızda yaşayanlar,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 4 )

Sayfa : [1]
8-ELLİ YIL ÖNCE ALACAMIZDA YAŞAYANLAR ; “ KÖFTECİLOKANTACI İRFAN ŞİMŞEKİN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ “
şükrü hocam(abim) eline kalemine yüreğine bileğine sağlık. yazını severek şevkle okuyorum. beni aldı 45 yıl öncesine götürdü. devamını bekliyorum. selamlar.
Gön : Zakir CEYLAN  20 Temmuz 2020 : 20:26:26  

8-ELLİ YIL ÖNCE ALACAMIZDA YAŞAYANLAR ; “ KÖFTECİLOKANTACI İRFAN ŞİMŞEKİN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ “
irfan simsek amcam olur yazdiklarinizi severek takip ediyorum ..
Gön : Burhan simsek  17 Temmuz 2020 : 02:53:07  

8-ELLİ YIL ÖNCE ALACAMIZDA YAŞAYANLAR ; “ KÖFTECİLOKANTACI İRFAN ŞİMŞEKİN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ “
cok güzel zevkle okuyorum
Gön : Yakup tunc  16 Temmuz 2020 : 21:29:58  

8-ELLİ YIL ÖNCE ALACAMIZDA YAŞAYANLAR ; “ KÖFTECİLOKANTACI İRFAN ŞİMŞEKİN RENKLİ HAYAT HİKAYESİ “
unuttuğum yillarimi hatırladım hem okudum duygulandım çok hem ağladım elinize sağlık bu hayatta şunu birkez daha öğrenmiş oldumki hiç birşey tesadüf deyil elinize sağlık çok mükemmel olmuş
Gön : Davut cenber  16 Temmuz 2020 : 21:13:23  

Sayfa : [1]
İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5755
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5738
Semer
İzlenme : 3153
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2539
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr