7-ELLİ YIL ÖNCE ALACA’MIZDA YAŞAYANLAR VE LOKANTACI İRFAN ŞİMŞEK VE COLİ’NİN HİKAYESİ DEVAM
“ Coli mevkini bildir!..” hikayesini yazdığımda, Köfteci İrfan Abinin hiç haberi yoktu. Watsap ‘tan hikayenin linkini vererek İrfan Abiye gönderdim. On-beş dakika sonra İrfan Abiyi aradım. Kendimi tanıttım: “ İrfan Abi , hikayeni okudun mu?” dediğimde “ Şükrü’m ben de şu anda hikayeyi okumaya başlamıştım.” dedi.
Ben de :” İrfan Abi, hikayeyi okuduktan sonra görüşelim “dedim. Telefonu kapattım.
Çok zaman geçmedi. İrfan abi beni aradı. Ben kendisine daha “Alo“ demeden İrfan Abi , kendine has ses tonu ve oturaklı konuşması ile başladı konuşmaya:
“Şükrü’m, ne kadar güzel yazmışsın!... Sen, bir yazar gibi olayları çok güzel anlatmışsın. Yazdıkların hepsi doğru. Sen iyi bir yazar olmalısın. Seni tebrik ederim. Yazdıkların benim çok hoşuma gitti. Ben de daha çok güzel hikayeler var.”
“ İrfan abi, ben Alaca’dayım. Torunundan telefonunu aldım. Senin Çorum’da olduğunu söyledi. Alaca’ya geldiğinde yüzyüze görüşelim. O hikayeleri dinleyeyim. Onları da kaleme alayım.” dedim.
“ Şükrü’m şu anda hastanede kontrole geldim. Bir hafta daha buradayım. Geldiğim de seni arayacağım.”
“ İrfan Abi , geçmiş olsun. Acil şifalar diliyorum. Sana bir kaç sorum olacak. Cevaplayıp cevaplamakta serbestsin. Yalnız anlattıklarını müsade edersen yazacağım; senin için bir sakıncası yoksa...”
“ Hayır! Hayır!..Şükrü’üm sorunu sor ve verdiğim cevapları da yazabilirsin. Benim için bir sakıncası yok!.. “
“ İrfan Abi, Coli’ye telsizle ‘Mevkiini bildir dediğinde, Coli Baykara’nın kahvede arkadaşları ile sohbet ettiği halde Tilki Deliğinde olduğunu sana telsizle cevap vermiş , siz de onu kahvede yakalamıştınız. Tekrar Coli’ye, ‘ Coli mevkiini bildir ‘dediğinde, boynunu büküp mahçup mahçup ‘ Mevkim Baykara’nın kahve Başkan’ım’ demişti. Bu olaydan sonra Coli’yi görevden aldınız mı?” dedim.
İrfan Abi gülerek;
“ Şükrü’m Coli’nin bu ilk kabahati değildi. Daha öncede ‘ Coli mevkiini bildir’ dediğimde, ‘ Mevkim Kanlıbostan. Tamam Başkan’ım ‘demişti. Beş dakika sonra Cumhuriyet Meydanı’na indiğimde Coli’yi görmüştüm. O zaman da uyarmıştım. Bu ikinci olayda olunca Coli’yi Çiftçi Koruma Başkanlığına çağırdım. Ve şunları söyledim: ‘Coli iki kez yalan söyledin. Kırlarda olman gerekirken, seni birinde meydanda , birinde de kahvede yakaladım. Üçüncü kez yakalarsam senin işine son vereceğim. Sana iki şart ileri süreceğim. Bu şartları yerine getirirsen, seni emekli yapacağım’ dedim. Coli’de ‘Şartları dinleyeyim’ dedi.
Coli birinci şartım : Bir daha ‘Coli mevkiini bildir dediğimde , bana gerçekten nerede bulunuyorsan doğruyu söyleyeceksin.
İkinci şartımda da şu dedim: Seni her akşam maile sinemada görüyorum. Gitmediğin filim yoktur sanırım. Filim seyretmeyi ailece çok seviyorsunuz. Seni Cuma namazında ise hiç görmedim. Bir gün Cuma namazında görürsem, seni sigortalı yapıp, emekli edeceğim ‘ dedim. Coli’nin gözleri faltaşı gibi açıldı.
Beni dikkatlice dinleyen Coli : “ Tamam Başkanım. Şartlarını kabul ediyorum ‘dedi ve yanımdan ayrıldı.
Bu konuşmamızı takip eden Cuma günü Eski camiye gittiğimde; Coli, caminin kapısının yanına seccadeyi sermişti. Coli ile camiye girerken göz göze geldim. Selam verdim. Eğilip, kulağına; “Coli, yarın diğer iki arkadaşını da al, başkanlık binasına sabah gelin” dedim.
Ertesi sabah Çiftçi Koruma Başkanlığına geldiğimde, Coli ve iki arkadaşı kapıda bekliyordu. İçeri aldım. Coli ve iki arkadaşı yirmi yıldır kır bekçiliği yapmışlar ama hep sigortasız çalıştırmışlar. Kendilerine ‘Ben Başkan olur olmaz sizleri sigartalı yaptırdım. ‘ dedim ve devam ettim: ‘Daha önceki başkanlar sizleri sigortasız çalıştırmışlar. Buradan çıkar çıkmaz doğru bir avukatın yanına gidin. Çiftçi Koruma Başkanlığını ‘ Bizleri yirmi yıldır sigortasız çalıştırdılar’ deyip kurumumuzu mahkemeye verin. Bize mahkeme sorarsa ‘Evet , bu üç kişi kır Bekçisi, daha önceki başkanlar zamanında sigortasız çalıştırmışlar ‘ diye cevap veririz ve siz davayı kazanıp emekli olursunuz “ dedim.
Coli ve diğer iki kır Bekçisi davayı açtılar ve kazanıp emekli oldular. Coli , ilk kıldığı Cuma’dan başlamak üzere ölünceye kadar Cuma namazlarını hiç aksatmadan kıldı. Görevini çok iyi yaptı. Coli’de ben de sözümü tutmuş oldum.” dedi ve İrfan Abi sustu.
İrfan Abi Coli ile ilgili olayı nefessiz bir şekilde anlatmıştı. Ben de “ İrfan Abi, çok güzel bir hayır işlemişsin. Seni tebrik ederim “ dedim ve ikinci sorumu sordum:
“ İrfan Abi, rahmetli babam zaman zaman ağabeyime ve bana senden bahsederek ‘Oğlum, Lokantacı İrfan’ın önünden geçmeyin?’ dediğinde ben gayri ihtiyari ‘ Baba, niçin geçmeyelim. İrfan Abi , bizim akrabamız mı?’ demiştim ve babam bir of çekip “ Oğlum , Hac’da ben kaybolmuştum. Beni İrfan Abiniz bulmuştu.’demişti ve hacdaki kaybolma olayını bize detaylı anlatmamıştı. Bu nasıl olmuştu? Bunu anlatır mısın?” dediğimde, “ Tabii. Tabii” dedi ve İrfan Abi babamın hacdaki kaybolma hikayesini anlatmaya başladı:
“Şükrü’m rahmetli baban çok temiz bir insandı. Babanı haca gitmeden önce tanıyordum. Baban her hafta lokantamıza bir sitil yoğurt ve süt getirirdi. Parasını da peşin verirdim. Annenin yaptığı yoğurt çok güzeldi. Sütünüz de çok yağlı idi. Ben babandan başkasından yoğurt ve süt almıyordum.
Baban ile ben ayrı ayrı kafilerde yetmişli yıllarda otobüsle haca gitmiştik. Ben Kabe’yi tavaf ederken biri koluma sıkı sıkı yapıştı. Sanki kolumu kıracak gibiydi. Koluma sarılan kişi canımı acıttığı gibi bir yandan da hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve “ İrfan beni bırakma! Ne olur? İrfan beni bırakma!..” diye adeta bana yalvarıyordu....
Sağ tarafıma dönüp kolumu tutan beyaz ihram içerisinde, başında saçı olmayan, gözlerinden pınar gibi gözyaşı döken, güçlü kuvvetli bu insana bakar bakmaz :
“ Amca , seni ben tanıyamadım. Kusura bakma!” dedim.
“ Lokantacı İrfan, Alaca’da her hafta sana süt, yoğurt getiren Tatar İsmail Usta’yım. Ne olur beni bırakma. Ben üç gündür kayboldum. Kafilemi bulamıyorum. Ne olur beni bırakma!” deyip, bir yandan baban ağlıyor, bir yandanda Kabe etrafında dönüyorduk.
“ İsmail Amca, seni tanıdım. Korkma!.. Seni bırakmayacağım. Yalnız çok kötüleşmişsin. ‘Üç gündür kayıp oldum ‘ dedin. Sen üç gün ne yedin ? Ne içtin? Nerede yattın? Nerede kaldın? Kafile başkanınız ve arkadaşların seni hiç aramadılar mı ? “ dedim, babanı tavaftan çıkarıp kenardaki mermer direklerin olduğu sakin olan bir yere götürdüm.
Çantamda Zemzem Suyu vardı. Babanın elini yüzünü yıkadım. Kalan suyu da eline verdim. Tepesine dikti. Baban hale sakinleşmemiş, ağlıyordu...
Baban biraz rahatlayınca:
“ İrfan oğlum, Allah seni karşıma çıkardı. Üç gün önce kafile başkanı ve arkadaşlarla tavaf etmeye geldik. Dördüncü turda çok iri yapılı bir grup bizim grubun içine daldı. Bu grubun bizleri itelemesi ile Kabe’nin tavaf yaptığımız yerin en dışında kendimi buldum. Sağıma soluma baktım. Yanımda hiç bir arkadaş yoktu. Kaldığımız yeri de bilmediğimden gidemedim. Üç gündür bir tanıdık rast gelir diye deli divane gibi ağlaya ağlaya dolanıp durdum. Kaybolduğumu anladım. Gündüzleri Kabe’de dolaştım. Tavafımı, ibadetimi yaptım. Geceleri de Zemzem Kuyusunun kenarında yattım. Bugüne kadar hiç tanıdık kimseye rastlamadım. Burada ölüp kalacağım diye çok korktum. Rabbim, dualarımı kabul etti. Seni karşıma çıkardı. Ne olur İrfan beni bırakıp gitme. Çok kötü oldum. Herhalde hasta olacağım. “ dedi.
Şükrü’m baban korkudan üç gün hiçbir şey yememiş hiç bir şey içmemiş.
“Paran var mı? “ dedim.
“ Var. Gömleğimin altındaki gizli kesemde saklı.” dedi.
“İsmail Amca, sakın keseni açıkta çıkarma. Paranı çalarlar, Dikkat et çok hırsız var.Paranı tuvalette çıkar.“ dedim ve baban üç gün yemek yemediğinden lokantaya gittik. Karnını doyurup bizim kafileye götürdüm. Babana bizim kafilede dört gün baktım. Bir yandan da babanın kafilesini araştırdım ama bir türlü bulamadım.
Baban dördüncü gün çok kötü hastalandı. Kızılay’ın Hastanesine götürdüm. Doktor muayene etti. Sedyede yatarken yanımızda geçen birinin eline sıkıca sarıldı. “ İrfan, bu arkadaş bizim kafileden. Benim yanımda kalan arkadaş” diye seslendi..
Baban, Kabe’de benim kolumu nasıl bırakmıyorsa, elini tuttuğu arkadaşın da elini bırakmıyordu. Sedyeden doğruldu. Arkadaşını kucaklayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Babanın sarıldığı arkadaşı ben de tanıyordum. Alacalı idi. Bu arkadaşla birlikte babanın kafilesine gittik. Kafile başkanına babanı teslim ettim . Kafile Başkanına da” İsmail Amca , yedi gündür kayıp. Niçin arayıp sormadınız?” dediğimde, “ Biz de yedi gündür arıyoruz, ama bulamadık. Öldü diye düşündük. Eşi Lütfüye hanım da yedi gündür, ‘Kocam kayboldu. Ben burada yalnız ne yapacağım. Yedi evladıma ne diyeceğim.’ deyip, gece gündüz ağlayıp durdu. Çadırında hasta yatıyor.” dedi.
İşte Şükrü’m Baban Tatar İsmail’in Hacda iken kaybolma hikayesi bu.” deyip, sustuğunda, ben de hem babam gibi hemi de anam gibi gözyaşı döküyordum telefonun ucunda...
“İrfan Abi, sen anlatırken ben de babamın kaybolup çaresiz kaldığı anları tekrar yaşadım ve ağladım. Çünkü ben de Hac’da ilk yaptığımız tavafta babam gibi arkadaşları kaybetmiştim. Allah’tan ki kafile başkanı hocamız bineceğiniz otobüsün numarasını, ineceğimiz durağı ve otelin ismini yazdırmıştı. Ben çok kolay bulmuştum. Babamın okuma yazması olmadığından kaldıkları yeri bulamamış. Babam binlerce hacı arasında senle karşılaşmasa idi ne olurdu hali bilmiyorum. Babam ‘İrfan Abinizin önünde geçmeyin demekle çok haklıymış. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Allah , senden razı olsun İrfan Abi.” dedim.
“ Şükrü’m baban çok çalışkan bir insandı. Gece gündüz demez çalışırdı. Onu hiç kahvede görmedim. Babanın kalbi ter temizdi. İşinde gücünde biri idi. Bir keser sapı ile sizleri yetiştirdi. Babanın çok iyi bir insan olduğunu köylülerinizle karşılaştıkça söyledim. Baban , hacdan sonra her hafta hatta her çarşıya geldikçe beni ziyaret etmeden evine gitmezdi. Annen, evinizde çibörek, göbete yaptığında bana getirirdi. Hatta çoğu zaman yoğurt ve süt de getirirdi. Para verdiğim halde almazdı. ‘İrfan oğlum, senin hakkını ben ödeyemem. Ne olur ? Benim getirdiğim bu hediyeleri kabul et? Senin bana Hac’da yaptığını asla unutamam’ derdi. Baban , ölene kadar beni ziyaret etmeyi hiç aksatmadı....Babana Allah rahmet etsin”
“İrfan Abi, beni çok duygulandırdın. Sana son bir sorum olacak. Şu ‘Köfteci İrfan kim?’ Köftecilik nereden geliyor? Bunu bana anlatır mısın? “ dedim.
İrfan Abi, derin bir oh çekti...Anlatmaya başladı :” Köftecilikten lokantacılığa “ giden ilginç kısa hayat hikayesini..
Devam edecek...