Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

18-ÇANAKKALE GAZİSİ BABASINI YEDİ YAŞINDA GÖREN BİR ÇOCUĞUN HAYAT HİKAYESİ (3)


18-ÇANAKKALE GAZİSİ BABASINI YEDİ YAŞINDA GÖREN BİR ÇOCUĞUN HAYAT HİKAYESİ (3)



 Paylaş
 24 Agustos 2018 14 : 48 

Numune Hastanesinde ameliyat olan annemin ne zaman taburcu olacağını doktorlar bize söylemiyorlardı. Her gün ziyaretine gelip gidiyordum. “Allah’tan ümit kesilmez” derler ya ben de annemin bir an önce iyileşmesi için sabırsızlanıyordum. Dilimde anam için duam hiç eksik olmuyordu.

Bir gün baktım çocuğun biri simit satıyordu. Onunla arkadaş oldum. Beni simit aldığı yere götürdü. Simitçiye “Ben de simit satmak istiyorum amcacığım.” dedim. “Oğlum kimin kimsen senin yok mu? Seni tanıyan biri olmazsa sana  simit veremem. Ya da simitlerin parasını peşin vermen gerek . Var mı paran?” dedi.

Ben de “ Param yok amca. Annem hastanede yatıyor. Her gün ziyaretine geliyorum. Ziyaret zamanına kadar boş boş gezmektense simit satayım.” dedim. 

Simitçi bana acımıştı. “Tamam oğlum. Önce sana az simit vereceğim. Sattıkça tekrar  gel. Parasını ver. Yine al götür. Yalnız senin arkadaşın da  kefil olursa!... “dedi ve arkadaşın gözüne baktım.  Arkadaşım da kafasını sallayarak “Ben kefilim. Simit paralarını ödemezse ben öderim.” dedi.

Böylece simit satmaya başladım. Her gün bir lira kazanıyordum. Her sabah simitleri aldığım gibi Hergele Meydanındaki çay ocağına geliyordum. Çay ocağının yanında bir otel vardı. Bu otel sahibi her sabah benden bir simit alıyordu. Getirdiği peynir ve zeytin ile kahvaltısını yapıyordu.

Bir gün bu otel sahibine yine simit verdiğimde çay ocağı sahibi “ Oğlum simitten kaç para kazanıyorsun günde.” dedi. Ben de “Bir lira !” deyince, “ Burada çalışmak ister misin ? Sana günde ben bir lira vereyim. Sokak sokak simit satmaktan burada çalışman iyidir.” dedi.

Ben bu teklifi duyar duymaz şaşırdım. Kabul etsem mi etmesem mi diye bir müddet düşündüm. “ Amca bu simitleri şimdi ben ne yapacağım?” dedim. “Onları da burada satarsın. “dedi ve hemen çay ocağında çalışmaya başladım.

Otel sahibi ile ilk gün tanıştım. Oteline kahve götürdüğümde “Oğlum nerelisin?” dedi. “Kayserli olduğumu söyleyince” çok sevindi. “Ben de Kayseri Develiliyim. Sen benim hemşerim olursun. Kahveci sana kızarsa bana söyle . Onun hakkından gelirim. “ dedi.

Otelci o günden sonra kahve parasından başka bana bahşiş vermeye başladı. Bir de benim okuma yazma bilip bilmediğimi sordu. Bilmediğimi söylediğimde “Ben sana okuma yazma öğreteceğim” dedi. Her sabah aldığı gazeteden bana harfleri öğretmeye daha sonra da harfleri birbirine çatarak okumayı öğretti. Her gün okuduğu gazeteyi bana bırakıyordu. “Bu gazetenin her satırını oku. Okumanı hızlandır.” diyordu. Kısa zaman da ben okumayı söktüm. Matematiğim de çok iyi olduğundan kahvecinin gözüne girmiştim.

Öğleleri de annemi gidip görüyordum. Bir gün öğle ziyaretimde “Annemin yarın taburcu edileceğini “söylediler. Abimin de akşam haberi oldu. Ertesi gün annemi abimin evine çıkardık. Bir ay annemi abimin evinde yengem baktı. Yarasının pansumanı için ara sıra Numune Hastanesine getiriyorduk. Doktorlar sonunda “Bizim yapacağımız tedavi kalmadı. Annemizi köyüne götürebilirsiniz” dediler.

Annemin boynundaki ceviz büyüklüğündeki yara gittikçe azmış tüm vücudunu kaplamaya başlamıştı. Hastanede derideki leke olarak görünen yeri beş dakika yakmaları gerekirken yirmi dakika yakmalarından dolayı yara iyice  azmıştı. Annemin kurtuluşu mucize idi. O yüzden doktorlar annemden ümidi kestiklerinden köyünüze götürün demişlerdi.

Annemi köye götürmeden bir gün önce kahveciye ayrılacağımı söyledim. Kahveci beni göndermemek için günlüğümü az bulduğumu düşünerek önce iki liraya sonra üç liraya en sonunda beş liraya çıkardı. Ben kabul etmedim. “Benim derdim. Para değil amca. Annem taburcu oldu. Köye gidecek. Ben de onunla döneceğim. “ dedim ve vedalaşıp ayrıldık. Tam giderken Kayserili Otelci “ Oğlum, bir daha çalışmak istersen ve Ankara’ya gelirsen benim yanıma gel. Sana iş ayarlarım. Seni çok sevdim. “ dedi.

Annemi köye getirip yatağa yatırdık. Her geçen gün annem gözümüzün önünde eriyordu. Bir gün evimizin önündeki yoldan bir Jip araba geçti. Nereye gidiyor diye benzin kokusunu koklaya koklaya arkasından gittim. Muhtarın evinde durdu. Muhtarla konuşurken kulak misafiri oldum. Muhtara “Doktor olduğunu ve köyde hastalar var ise parası ile muayene edeceğini .” söyledi.  Ben doktora yanaşıp “ Kaça muayene ediyorsun doktor amca?” dedim. “On beş lira.”  diye cevap verdi doktor.

Hemen koşarak eve geldim. Babama “Baba köye doktor gelmiş. On beş liraya muayene ediyor insanları. Annemi bu gelen doktora bir baktıralım. Belki çaresini bulur . Annem kurtulur” dedim.

Babam “Oğlum o kadar paramız yok. Nereden bulayım on beş lirayı. “ der demez ben eve girdim. Teneke kutusundan yaptığım kumbaramı ses çıkarmasın diye Ankara’dan gelirken yastığımın içine saklamıştım onu çıkardım. Evin arasında elime geçirdiğim bir taş ile kırdım. İçinden on beş lira alıp babama verdim.  “Baba al sana anamın muayene parası. Ankara’da iken biriktirmiştim.“ dedim.

Babam önce alıp almamakta tereddüt etti. Sonra ” Hadi oğlum Allah'tan ümit kesilmez. Bu doktora da gösterelim ananı.” dedi.  Anamı at arabasına bindirip muhtarın evine götürdük. Doktor annemi muayene  etti. Bize “Bunun artık çaresi yok. Hastalık tüm vücudu sarmış. Evinize götürün “dedi. Doktorun bu söylediklerini annem duymamıştı. Babam ile sadece ben duymuştum. Her ikimizde boynumuzu büküp anamı eve geri getirdik.

Anamı bir daha hiç doktora götürmedik. Üç dört yıl geçti.  Bu zaman içerisinde ben dışarıdan ilkokulu bitirdim. Ortaokula kayıt yapmak  için köye yetkililer geldi. Koşarak babama haber verdim. “Baba beni ortaokula yazdır. Okumak istiyorum.“ dedim.

Annem de benim arkamdan “Oğlan okumak istiyor. Ne diyorsun herif ?” dedi. Babam “Hanım, Yaşar’ı Kayseri’de okutacak mali gücümüz yok. Bir de O’da giderse sana bana kim bakacak?” dedi.  

Abim de orada idi. “ Anne, babam doğru söylüyor. Yaşar size baksın. Çiftçilik yapsın. Yoksa siz çok perişan olursunuz.”  dedi. Ben de hiç sesimi çıkarmadım. Böylece benim ortaokulda okuma hayallerim suya düştü…

Bir sabah anam, babama ve bana seslendi. Her ikimiz karşısına oturduk. Eliyle işaret ederek “Yaşar yanıma gel “ dedi. Anamın yanına geldiğimde başımı okşadı. Elimi tuttu. “Yaşar oğlum,  elimizde avucumuzda olmadığından seni orta okula Kayseri’ye gönderemedik. Anana ve babana beni okutmadınız diye kızgın mısın? ” dedi. 

Bir babama baktım bir de anama. “Hayır anacığım. Ben ne babama ne de sana kırgın değilim. Ölünceye kadar  sizin yanınızda olacağım ve size bakacağım. Bundan emin olun.” dedim.

Annem benden bu sözleri duyunca yataktan hafif doğruldu , babama dönerek “Herif, Yaşar oğlumuz son çocuğumuz. Ona bir şey yapamadık. Abisi polis oldu. Bu çocuk yanımızda kalıp bizim kahrımız çekti. Ben öleceğim. Ölmeden önce senin ağzından duymak istiyorum. Yaşar’ımı evlendirdiğinde ona hangi evi vereceksin?”  dedi.

Babam “Tandırlığın olduğu evi vereceğim” deyince anamın birden ses tonu değişti ve kızgın bir şekilde  “ Hayır. Orasını vermeyeceksin. Bizim oturmamız için yeni yaptığın şu iki gözlü yeri Yaşar’a vereceksin. Tamam mı ? Söz ver .“dedi . Babam biraz tereddüt etikten sonra anamın gözlerinin içine bakarak “Tamam Hanım. Orayı vereceğim. Bana müsaade. Dışarıda işlerim var .” dedi ve kalktı gitti.

Bir eliyle başımı okşamayan bir eliyle de elimi tutan anam “ Bak oğlum, babandan  sözünü aldım. Yeni yapılan ev senin. Şimdi koşarak git.  Teyzeni çağır. Acele buraya gelsin.” dedi.

Anamın yanaklarından ve elinden öptüm ve köyün diğer ucundaki teyzemin evine gittim. Teyzem havluda idi. “Teyze anam seni acele çağırıyor” dedim. Teyzem “Yaşar biraz bekle. Dün bir helke yoğurt mayalamıştım. Onu annene götürelim.”  dedi ve içeri girip yoğurt bakracı ile dışarı çıktı.

Evimizin havlusuna geldiğimizde kapı önünde bir kalabalık vardı. İçeriden ağlama sesleri geliyordu. Teyzem elindeki yoğurt bakracını yere bırakıp içeri daldı. Ben de onun arkasından içeri girdiğimde babamın annemin üstüne kapaklanıp ağladığını gördüm. Annemin gözleri kapanmıştı. Hiç sesi çıkmıyordu. Annem ölmüştü. Teyzem yetişememişti. Babam bizi görünce ayağa kalktı. Teyzem ile ben annemin üzerine yatıp saatlerce ağladık.

Yedi yaşıma kadar beni hem baba olarak hem de ana olarak büyüten anam benimle konuşmuyordu. Anam ölmüştü. Beni terk etmişti. Bizi yalnız bırakmıştı. Biri beni kucaklayıp anamın üzerinden kaldırdı. Dönüp baktığımda bu dayımdı.

“Yeğenim, ‘Her canlı ölümü tadacaktır. Ablam artık bu dünyadan göçtü. Bizler onun arkasından artık ağlamak yerine bol bol dua edelim. “ dedi ve cebinden çıkardığı beyaz bir mendili bana uzattı “ Şu gözyaşlarını sil.” dedi. 

Kolumdan tutarak Dayım beni , yedi yaşına kadar görmediğim Çanakkale Gazisi babamla oturduğumuz ilk yer sofrasında; anamın omuzuna el atması ile kıskançlık duygularıma hakim olamadığımdan dolayı bir ok gibi fırlayıp kenarda duran babamın kestiği karpuz kabuğunu alıp onun yüzüne ve kafasına gelecek şekilde vurmamla birlikte kaçtıktan sonra yakalandığımda, babamın ellerimi ve ayaklarımı tutup toprağa bıraktığı yere getirdi. 

Dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayakta duramıyordum. Çömeldim olduğum yere. Elimdeki mendili gözlerime kapatarak hıçkıra hıçkıra başladım ağlamaya. O acı anları anamın öldüğü anda tekrar hatırladım...

Yaşar amca birden susu verdi. Yaşar amcaya baktım,  gözlerinden akan yaşları eliyle siliyordu.

Yaşar amca hikayesini anlatırken Çiçekli Parkın’da kaç tur attığımızı bilmiyorum. O kadar güzel anlatmıştı ki saate bakmayı bile unutmuştum. Cep telefonumu çıkardım saate baktım. Onu beş geçiyordu. Saz kursumuz başlayalı beş dakika olmuştu. Yaşar amcaya tekrar baktım. Sakinleşmişti.

“Yaşar amca , oğlum ile seni can kulağı ile dinledik. Bize müsaade edersen kursa gideceğiz. Annenizin mekanı cennet olsun. Allah rahmet etsin.” Dedim.

Yaşar amca, bizim ayrılacağımız görünce, cebinden cüzdanını çıkardı. Siyah beyaz bir kız çocuğun resmini gösterdi. “Bu kızım dört yaşında iken bilemediğimiz bir hastalığa yakalandı ve vefat etti. Şu renkli resimde ki  kızım da şu anda kırk yaşında. Şizofren hastası.  Zaman zaman nöbetleri tutuyor. Bir türlü onu zapt edemiyorum. Eline ne geçirse ortalığı darmadağın ediyor. Artık gücüm yetmiyor. Acil servisi çağırıyorum. Ancak onlar iğne vurup sakinleştirip hastaneye götürüyorlar.” dedi ve gözlerinden yaşlar tekrar akmaya başladı

“Yaşar amca,  Allah büyüktür. Benim de otuz dört yaşında spastik engelli bir kızım var. Allah sana ve bizlere sabır versin. Bu hayatın cilvesi. Rahmetli babam benim kızımdan dolayı üzüldüğümü gördükçe beni teselli etmek için ‘Oğlum, herkesin bir derdi. Değirmencinin su derdi. Dünya’da dertsiz insan yoktur’ derdi. Yaşar amca, bizler inançlı insanlarız. Allah’tan gelene razı olmalıyız. Üzülme. Rabbim sana kolaylık ve sabır versin.” dedim ve oğlum ile Yaşar amaca ile vedalaşıp kursumuza gittik.

Her ikimiz de engelli birer kız babası idik.  Yaşar Amca’nın içinde ne fırtınalar koptuğunu ben çok iyi biliyordum. Bir şizofren kız çocuğuna bakmak seksen dört yaşındaki bir baba için zor bir hayattı. Yaşar Amca’nın bize anlatacağı daha çok hikayeleri vardı; ama zamanımız olmadığından ancak bu kadarını dinleyebildik. 

 
Haber :
Bu Haber 2560 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Çanakkale Gazisi,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5758
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5743
Semer
İzlenme : 3159
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2540
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr