Numune Hastanesinde ameliyat olan
annemin ne zaman taburcu olacağını doktorlar bize söylemiyorlardı. Her gün
ziyaretine gelip gidiyordum. “Allah’tan ümit kesilmez” derler ya ben de annemin
bir an önce iyileşmesi için sabırsızlanıyordum. Dilimde anam için duam hiç
eksik olmuyordu.
Bir gün baktım çocuğun biri simit
satıyordu. Onunla arkadaş oldum. Beni simit aldığı yere götürdü. Simitçiye “Ben
de simit satmak istiyorum amcacığım.” dedim. “Oğlum kimin kimsen senin yok mu?
Seni tanıyan biri olmazsa sana simit
veremem. Ya da simitlerin parasını peşin vermen gerek . Var mı paran?” dedi.
Ben de “ Param yok amca. Annem
hastanede yatıyor. Her gün ziyaretine geliyorum. Ziyaret zamanına kadar boş boş
gezmektense simit satayım.” dedim.
Simitçi bana acımıştı. “Tamam oğlum. Önce
sana az simit vereceğim. Sattıkça tekrar gel. Parasını ver. Yine al götür. Yalnız
senin arkadaşın da kefil olursa!... “dedi
ve arkadaşın gözüne baktım. Arkadaşım da kafasını
sallayarak “Ben kefilim. Simit paralarını ödemezse ben öderim.” dedi.
Böylece simit satmaya başladım.
Her gün bir lira kazanıyordum. Her sabah simitleri aldığım gibi Hergele
Meydanındaki çay ocağına geliyordum. Çay ocağının yanında bir otel vardı. Bu
otel sahibi her sabah benden bir simit alıyordu. Getirdiği peynir ve zeytin ile
kahvaltısını yapıyordu.
Bir gün bu otel sahibine yine
simit verdiğimde çay ocağı sahibi “ Oğlum simitten kaç para kazanıyorsun günde.” dedi. Ben de “Bir lira !” deyince, “ Burada çalışmak ister misin ? Sana günde
ben bir lira vereyim. Sokak sokak simit satmaktan burada çalışman iyidir.” dedi.
Ben bu teklifi duyar duymaz
şaşırdım. Kabul etsem mi etmesem mi diye bir müddet düşündüm. “ Amca bu
simitleri şimdi ben ne yapacağım?” dedim. “Onları da burada satarsın. “dedi ve
hemen çay ocağında çalışmaya başladım.
Otel sahibi ile ilk gün tanıştım.
Oteline kahve götürdüğümde “Oğlum nerelisin?” dedi. “Kayserli olduğumu
söyleyince” çok sevindi. “Ben de Kayseri Develiliyim. Sen benim hemşerim
olursun. Kahveci sana kızarsa bana söyle . Onun hakkından gelirim. “
dedi.
Otelci o günden sonra kahve
parasından başka bana bahşiş vermeye başladı. Bir de benim okuma yazma
bilip bilmediğimi sordu. Bilmediğimi söylediğimde “Ben sana okuma yazma
öğreteceğim” dedi. Her sabah aldığı gazeteden bana harfleri öğretmeye daha
sonra da harfleri birbirine çatarak okumayı öğretti. Her gün okuduğu gazeteyi
bana bırakıyordu. “Bu gazetenin her satırını oku. Okumanı hızlandır.” diyordu.
Kısa zaman da ben okumayı söktüm. Matematiğim de çok iyi olduğundan kahvecinin
gözüne girmiştim.
Öğleleri de annemi gidip
görüyordum. Bir gün öğle ziyaretimde “Annemin yarın taburcu edileceğini “söylediler.
Abimin de akşam haberi oldu. Ertesi gün annemi abimin evine çıkardık. Bir ay
annemi abimin evinde yengem baktı. Yarasının pansumanı için ara sıra Numune Hastanesine
getiriyorduk. Doktorlar sonunda “Bizim yapacağımız tedavi kalmadı. Annemizi
köyüne götürebilirsiniz” dediler.
Annemin boynundaki ceviz
büyüklüğündeki yara gittikçe azmış tüm vücudunu kaplamaya başlamıştı. Hastanede
derideki leke olarak görünen yeri beş dakika yakmaları gerekirken yirmi dakika
yakmalarından dolayı yara iyice azmıştı.
Annemin kurtuluşu mucize idi. O yüzden doktorlar annemden ümidi kestiklerinden
köyünüze götürün demişlerdi.
Annemi köye götürmeden bir gün önce
kahveciye ayrılacağımı söyledim. Kahveci beni göndermemek için günlüğümü az
bulduğumu düşünerek önce iki liraya sonra üç liraya en sonunda beş liraya çıkardı.
Ben kabul etmedim. “Benim derdim. Para değil amca. Annem taburcu oldu. Köye gidecek.
Ben de onunla döneceğim. “ dedim ve vedalaşıp ayrıldık. Tam giderken Kayserili
Otelci “ Oğlum, bir daha çalışmak istersen ve Ankara’ya gelirsen benim yanıma
gel. Sana iş ayarlarım. Seni çok sevdim. “ dedi.
Annemi köye getirip yatağa
yatırdık. Her geçen gün annem gözümüzün önünde eriyordu. Bir gün evimizin
önündeki yoldan bir Jip araba geçti. Nereye gidiyor diye benzin kokusunu
koklaya koklaya arkasından gittim. Muhtarın evinde durdu. Muhtarla konuşurken
kulak misafiri oldum. Muhtara “Doktor olduğunu ve köyde hastalar var ise parası
ile muayene edeceğini .” söyledi. Ben doktora
yanaşıp “ Kaça muayene ediyorsun doktor amca?” dedim. “On beş lira.” diye cevap verdi doktor.
Hemen koşarak eve geldim. Babama “Baba
köye doktor gelmiş. On beş liraya muayene ediyor insanları. Annemi bu gelen doktora
bir baktıralım. Belki çaresini bulur . Annem kurtulur” dedim.
Babam “Oğlum o kadar paramız yok.
Nereden bulayım on beş lirayı. “ der demez ben eve girdim. Teneke kutusundan
yaptığım kumbaramı ses çıkarmasın diye Ankara’dan gelirken yastığımın içine
saklamıştım onu çıkardım. Evin arasında elime geçirdiğim bir taş ile kırdım. İçinden on beş lira alıp babama verdim. “Baba al sana anamın muayene parası. Ankara’da
iken biriktirmiştim.“ dedim.
Babam önce alıp almamakta tereddüt
etti. Sonra ” Hadi oğlum Allah'tan ümit kesilmez. Bu doktora da gösterelim
ananı.” dedi. Anamı at arabasına
bindirip muhtarın evine götürdük. Doktor annemi muayene etti. Bize “Bunun artık çaresi yok. Hastalık
tüm vücudu sarmış. Evinize götürün “dedi. Doktorun bu söylediklerini annem duymamıştı.
Babam ile sadece ben duymuştum. Her ikimizde boynumuzu büküp anamı eve geri
getirdik.
Anamı bir daha hiç doktora
götürmedik. Üç dört yıl geçti. Bu zaman
içerisinde ben dışarıdan ilkokulu bitirdim. Ortaokula kayıt yapmak için köye yetkililer geldi. Koşarak babama
haber verdim. “Baba beni ortaokula yazdır. Okumak istiyorum.“ dedim.
Annem de benim arkamdan “Oğlan
okumak istiyor. Ne diyorsun herif ?” dedi. Babam “Hanım, Yaşar’ı Kayseri’de
okutacak mali gücümüz yok. Bir de O’da giderse sana bana kim bakacak?” dedi.
Abim de orada idi. “ Anne, babam doğru
söylüyor. Yaşar size baksın. Çiftçilik yapsın. Yoksa siz çok perişan olursunuz.”
dedi. Ben de hiç sesimi çıkarmadım.
Böylece benim ortaokulda okuma hayallerim suya düştü…
Bir sabah anam, babama ve bana
seslendi. Her ikimiz karşısına oturduk. Eliyle işaret ederek “Yaşar yanıma gel
“ dedi. Anamın yanına geldiğimde başımı okşadı. Elimi tuttu. “Yaşar oğlum, elimizde avucumuzda olmadığından seni orta okula
Kayseri’ye gönderemedik. Anana ve babana beni okutmadınız diye kızgın mısın? ”
dedi.
Bir babama baktım bir de anama. “Hayır anacığım. Ben ne babama ne de sana
kırgın değilim. Ölünceye kadar sizin
yanınızda olacağım ve size bakacağım. Bundan emin olun.” dedim.
Annem benden bu sözleri duyunca
yataktan hafif doğruldu , babama dönerek “Herif, Yaşar oğlumuz son çocuğumuz.
Ona bir şey yapamadık. Abisi polis oldu. Bu çocuk yanımızda kalıp bizim
kahrımız çekti. Ben öleceğim. Ölmeden önce senin ağzından duymak istiyorum.
Yaşar’ımı evlendirdiğinde ona hangi evi vereceksin?” dedi.
Babam “Tandırlığın olduğu evi
vereceğim” deyince anamın birden ses tonu değişti ve kızgın bir şekilde “ Hayır. Orasını vermeyeceksin. Bizim
oturmamız için yeni yaptığın şu iki gözlü yeri Yaşar’a vereceksin. Tamam mı ? Söz
ver .“dedi . Babam biraz tereddüt etikten sonra anamın gözlerinin içine bakarak
“Tamam Hanım. Orayı vereceğim. Bana müsaade. Dışarıda işlerim var .” dedi ve
kalktı gitti.
Bir eliyle başımı okşamayan bir
eliyle de elimi tutan anam “ Bak oğlum, babandan sözünü aldım. Yeni yapılan ev senin. Şimdi koşarak git. Teyzeni çağır. Acele
buraya gelsin.” dedi.
Anamın yanaklarından ve elinden
öptüm ve köyün diğer ucundaki teyzemin evine gittim. Teyzem havluda idi. “Teyze
anam seni acele çağırıyor” dedim. Teyzem “Yaşar biraz bekle. Dün bir helke
yoğurt mayalamıştım. Onu annene götürelim.”
dedi ve içeri girip yoğurt bakracı ile dışarı çıktı.
Evimizin havlusuna geldiğimizde
kapı önünde bir kalabalık vardı. İçeriden ağlama sesleri geliyordu. Teyzem
elindeki yoğurt bakracını yere bırakıp içeri daldı. Ben de onun arkasından içeri
girdiğimde babamın annemin üstüne kapaklanıp ağladığını gördüm. Annemin gözleri
kapanmıştı. Hiç sesi çıkmıyordu. Annem ölmüştü. Teyzem yetişememişti. Babam bizi
görünce ayağa kalktı. Teyzem ile ben annemin üzerine yatıp saatlerce ağladık.
Yedi yaşıma kadar beni hem baba
olarak hem de ana olarak büyüten anam benimle konuşmuyordu. Anam ölmüştü. Beni
terk etmişti. Bizi yalnız bırakmıştı. Biri beni kucaklayıp anamın üzerinden kaldırdı.
Dönüp baktığımda bu dayımdı.
“Yeğenim, ‘Her canlı ölümü
tadacaktır. Ablam artık bu dünyadan göçtü. Bizler onun arkasından artık ağlamak
yerine bol bol dua edelim. “ dedi ve cebinden çıkardığı beyaz bir mendili bana
uzattı “ Şu gözyaşlarını sil.” dedi.
Kolumdan tutarak Dayım beni , yedi yaşına kadar görmediğim Çanakkale Gazisi babamla oturduğumuz ilk yer sofrasında; anamın omuzuna el atması ile kıskançlık duygularıma hakim olamadığımdan dolayı bir ok gibi fırlayıp kenarda duran babamın kestiği karpuz kabuğunu alıp onun yüzüne ve kafasına gelecek şekilde vurmamla birlikte kaçtıktan sonra yakalandığımda, babamın ellerimi ve ayaklarımı tutup toprağa bıraktığı yere getirdi.
Dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayakta duramıyordum. Çömeldim olduğum yere. Elimdeki mendili gözlerime kapatarak hıçkıra hıçkıra başladım ağlamaya. O acı anları anamın öldüğü anda tekrar hatırladım...
Yaşar amca birden susu
verdi. Yaşar amcaya baktım, gözlerinden
akan yaşları eliyle siliyordu.
Yaşar amca hikayesini anlatırken
Çiçekli Parkın’da kaç tur attığımızı bilmiyorum. O kadar güzel anlatmıştı ki
saate bakmayı bile unutmuştum. Cep telefonumu çıkardım saate baktım. Onu beş
geçiyordu. Saz kursumuz başlayalı beş dakika olmuştu. Yaşar amcaya tekrar
baktım. Sakinleşmişti.
“Yaşar amca , oğlum ile seni can
kulağı ile dinledik. Bize müsaade edersen kursa gideceğiz. Annenizin mekanı
cennet olsun. Allah rahmet etsin.” Dedim.
Yaşar amca, bizim ayrılacağımız
görünce, cebinden cüzdanını çıkardı. Siyah beyaz bir kız çocuğun resmini
gösterdi. “Bu kızım dört yaşında iken bilemediğimiz bir hastalığa yakalandı ve vefat
etti. Şu renkli resimde ki kızım da şu
anda kırk yaşında. Şizofren hastası.
Zaman zaman nöbetleri tutuyor. Bir türlü onu zapt edemiyorum. Eline ne
geçirse ortalığı darmadağın ediyor. Artık gücüm yetmiyor. Acil servisi
çağırıyorum. Ancak onlar iğne vurup sakinleştirip hastaneye götürüyorlar.” dedi
ve gözlerinden yaşlar tekrar akmaya başladı
“Yaşar amca, Allah büyüktür. Benim de otuz dört yaşında
spastik engelli bir kızım var. Allah sana ve bizlere sabır versin. Bu hayatın
cilvesi. Rahmetli babam benim kızımdan dolayı üzüldüğümü gördükçe beni teselli
etmek için ‘Oğlum, herkesin bir derdi. Değirmencinin su derdi. Dünya’da dertsiz
insan yoktur’ derdi. Yaşar amca, bizler inançlı insanlarız. Allah’tan gelene
razı olmalıyız. Üzülme. Rabbim sana kolaylık ve sabır versin.” dedim ve oğlum
ile Yaşar amaca ile vedalaşıp kursumuza gittik.
Her ikimiz de engelli birer kız
babası idik. Yaşar Amca’nın içinde ne
fırtınalar koptuğunu ben çok iyi biliyordum. Bir şizofren kız çocuğuna bakmak
seksen dört yaşındaki bir baba için zor bir hayattı. Yaşar Amca’nın bize anlatacağı
daha çok hikayeleri vardı; ama zamanımız olmadığından ancak bu kadarını
dinleyebildik.