Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HİKAYELERİM

16-ÇANAKKALE GAZİSİ BABASINI YEDİ YAŞINDA GÖREN BİR ÇOCUĞUN HİKAYESİ(1)


16-ÇANAKKALE GAZİSİ BABASINI YEDİ YAŞINDA GÖREN BİR ÇOCUĞUN HİKAYESİ(1)



 Paylaş
 06 Agustos 2018 06 : 22 

Geçtiğimiz haftanın pazar günü Kızım Burcu’yu KPS sınavına gireceği okula bıraktıktan sonra oğulcuk ile Çiçekli Parkına geldik. Saat dokuzu gösteriyordu. Saat onda Yunus Emre Kültür Merkezinde Keçiören Belediyemizin düzenlediği yaz dönemi saz kursu vardı. Sabah çıkarken sazlarımıza almıştık. Saat onda oraya gidecektik.

“Bir saatlik zamanı parkta yürüyüş yaparak değerlendirelim.” dedim ve oğlumla yürümeye başladık.

Oğlum direk kursa gideceğimizi düşünerek ayağına terlik giymişti. “Oğlum istersen sen şu kenardaki parkta oyna.  Terlikle yürümek seni yorabilir.”  dedim .

“Hayır baba ben yorulmam. ” Dedi ve tur atmaya başladık.

İkinci turumuzu yaptığımızda önümüzde birkaç metre ileride; bir iki adım attıktan sonra,  ellerini havaya kaldırarak, ayaklarını sağa sola hareket ettirerek, yürüyüş yapan ihtiyar bir delikanlıya oğlum dikkatli bakmaya başladı.  “Baba bu amca ne biçim yürüyor.” dedi.

Yaşlı amcayı ben tanıyordum. Üç dört yıl önce yürüyüş yaparken, amcayı ilk gördüğümde parkın kenarında bahçesinden getirdiği elmaları satıyordu.  Hatta zaman zaman elma kasalarını bırakıp şimdi yaptığı benzer hareketler ile yürüyüş yapması benim de ilgimi çekmişti.  Yürüyüş sonrası da birkaç kilo elma almıştım amcadan.

Oğluma önümüzden yürüyen kısa boylu, sempatik hareketli amcayı elimle göstererek: “Bak oğlum bu amca devamlı bu parkta yürüyor. Çoğu zaman onu burada görüyorum ve takdir ediyorum. Bununla gel tanışalım. ”  dedim ve adımlarımızı hızlandırdık...

Amca ileri bir yaşta olmasına rağmen çok dinç, sağlıklı ve hareketli biri idi. Oğlumun sağlıklı ve sıhhatli olmak için neler yapması gerektiğini, bu amcanın ağzından bizzat duymasını istiyordum. Çünkü en iyi öğrenme “Yaşayarak ve yaparak öğrenmedir.” Bu tür öğrenmeler insanların hiçbir zaman zihninde silinmez ve kalıcı olur.

Amcanın yanına yaklaşır yaklaşmaz “ Selamün aleyküm “ dedim ve  amca da “Ve Aleyküm Selam” dedi.

 “Amca, sizden dört yıl önce elma almıştım bu parkın kenarında. Birkaç yıl bakıyorum elma getirip satmadınız. Yoksa elma bahçesini sattınız mı? “ dedim.

“Benim bahçe Esenboğa havaalanın yanında. Son iki yıldır bahçemde elma olmuyor. Bunun araştırmasını yaptım. Sorunu tespit edemedim. Yalnız birileri  ‘Son bir kaç yıldır Esenboğa’da uçakların kalkış ve inişlerinin çok artırması nedeniyle hava kirliğinden ve hava sirkilasyonundan elma ağaçlarına zarar verdiğini “ söyledi. Herhalde bu yüzden bahçemde elma olmuyor. ‘karşılığını verdi.

Amcaya bende “Olabilir...Canınız sağolsun” dedikten sonra “Amca, kusura bakma merakımdan soruyorum. Kaç yaşındasınız?” dedim. Amca yüzüme bakarak “Altmışın üzerinde” diye cevap verdi.  Aslında amca seksen dört yaşında idi. Alçak gönüllü davranıyordu...

Oğluma dönerek “Bak oğlum bu amca altmışın üzerinde imiş bunu neye borçluymuş. Sor bakalım? ” dedim.

Amca, oğlum sorusunu sormadan; oğluma dönerek konuşmaya başladı:

“Bak delikanlı genç ve sağlıklı kalmak istiyorsan benim gibi spor yapacaksın. Bol bol yürüyeceksin. Hareket yapacaksın. Ben aklımın erdiği yaştan itibaren her gün yürüyüş ve hareket yapıyorum.” Dedi sonra da bana dönerek “Bu çocuk torunun mu?” demesin mi?  

Ben de “Hayır torunum değil. Oğlum. Tekne kazıntısı.” diye cevap verdiğimde biraz mahcup biraz da esprili olarak “Kusura bakmayın. Ben torunuz zannettim. Aslında ben de babamın son çocuğuyum. Yani senin söylediğin gibi ben de  tekne kazıntısıyım.“ dedi ve hayat hikayesini anlatmaya başladı.

Eli yüzü nurlu, sakallarına ak düşmüş, başındaki şapkası, diz kapaklarının bir karış altında pantolonu lastikli, zayıf, çelik gibi sağlam ve hareketli amcanın ilginç hayat hikayesi benim çok ilgimi çekti. Kendi ağzından dinleyelim:

“Benim babam Çanakkale Gazisi idi. Çanakkale Savaşı başlamadan önce babam Saray’a garson olarak alınmış. Savaş başlayınca topçu olarak Çanakkale Savaşı’na katılmış. Öldürmeyen Allah öldürmemiş. Hiçbir yara dahi almamış. Bir gün siperde otururken askerlerden birine “Arka dallarda asılı  kabutumu getir” demiş. Askerin getirdiği kabuta baktıklarında delik deşik olmuş...Madalyası vardı.  Gazilik maaşı almadan öldü.

Babam Çanakkale savaşından sonra köyümüze gelmiş. Annemle evlenmiş. Üç kardeşim olmuş. Biri erkek ikisi kızmış. Ben dünyaya gelmeden babam köyde geçim sıkıntısı çektikleri için İstanbul’a gitmeye karar vermiş. Babam köyden ayrılırken annem bana hamile imiş. Babam anneme “Doğacak çocuğun adını kız da olsa erkek de olsa ben burada olmazsam adını Yaşar koyun. “demiş .

Babam 1933 yılında köyümüzden ayrılıp İstanbul’a gelmiş. Askerden önce Saray’da garson olarak görev yaptığından İstanbul’u çok iyi biliyormuş. İstanbul’un sokaklarında süt, yoğurt satmaya başlamış. Kazandığı paraları eşten dostlardan annem göndermiş.

Ben 1934 yılında doğmuşum. Babamın vasiyeti üzerine adımı Yaşar koymuşlar. Allah ömür vermiş ben de yaşamışım. Anneme bir gün “ Adımın neden Yaşar koydunuz? “dediğimde “Oğlum baban giderken vasiyet etmişti. Birde senden önce üç çocuğum doğum sırasında ölmüşlerdi. Herhalde babanda senin yaşaman için çocuğun adını Yaşar koyun. “ diye cevap vermişti.

Benim doğduğumu babama mektupla haber vermişler. Çok sevinmiş ama o zamanları İstanbul’dan Kayseri’ye tren seferleri durdurulmuş ve bu yüzden babam yedi yıl köyümüze gelememiş. Ben de yedi yıl babasız olarak yaşadım. Kimselere baba da diyemedim. Amcam yoktu. Amcam olsa idi belki ona baba diyebilirdim. Annem ben üzülürüm diye babamın ismini hiç anmadı.  Abim ve ablalarım da bana “Babamız var, şurada çalışıyor” diye bir şey söylememişlerdi.

Bir gün annem,  dayımı, ablalarımı, abimi ve beni bir atarabasına bindirerek köyden uzaklaştık. Anneme “Ana nereye gidiyoruz?“ dediğimde  “Oğlum baban İstanbul’dan geliyormuş. Onu Himmetdede İstasyonundan almaya gidiyoruz.“ dedi. Ben çok şaşırmıştım. Yedi yıl hiç görmediğim bir adam geliyordu. Buna ben  baba diyecektim. Bugüne kadar ağzımdan baba kelimesi hiç çıkmamıştı…”Bu adam benim babam olamaz. Ben bunu asla kabul edemem.” demiştim o zamanki küçük beynimle.

Himmetdede İstasyonunda ne kadar bekledik bilemiyorum. Tren geldiğinde yolcular birer birer indi. Bize doğru elinde bir tahta valizle bir adam geliyordu. Annem o adamı eliyle bana  göstererek “Bak oğlum işte şu gelen senin baban . Koş ona doğru. Elini öp . Onu kucakla “ dedi ve eliyle omuzumdan itti.

Ben annemin ittirmesiyle bir iki adım atar gibi oldum ama başka adım atmadım ve put gibi olduğum yerde durdum. Babam tam karşıma geldi. Elindeki valizi yere bıraktı . Aşağı eğildi. Elleri ile beni tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Benim arkamda duran anneme “ Yaşar oğlum bu mu?” der gibi bir baktı, annemden aldığı işaret üzerine, benim sağ yanağımdan öpmek istedi. Ben iki elimle babamın öpmesini engelledim. Beni ne kadar öpmeye çalışsa da başarılı olamadı. Beni hızlı bir şekilde yere bıraktı. Benim bu tepkime babam çok kızmıştı.

Ben kenarda ayakta dururken ağabeyim ve ablalarım koşarak babamın elini öptüler. Babamda onların yanaklarından öperek kucakladı. Daha sonra dayımla tokalaştı ve anneme sarıldı. Ben hemen babamın ayaklarını ellerimle kavradım ve küçük ayaklarımla uzun bacaklarına tepikler vurarak ” Annemi bırak . Anneme sarılma. Sen benim babam değilsin!..”  diye haykırmaya başladım.

Annem, babam, dayım, ağabeyim ve ablalarım benim bu hareketimi gördüklerinde katıla katıla gülüyorlardı. Annemi kıskanmıştım. Çünkü hiç görmediğim bir adam yedi yıl sonra çıkıp “Ben senin babanım. “ deyip, bana ve anneme sarılıyordu.  Bunu yedi yaşındaki babasını hiç görmemiş bir çocuk olarak ben bir türlü kabullenemiyordum.

Köydeki evimize giderken arabada annemin kucağına oturmuştum. Annem beni iki eliyle sıkıca tutuyordu.  Benim babama yanlış bir hareket yapacağımı düşünüyordu herhalde…. Çünkü babam olacak adam tam karşımda oturmuş; bana ve anneme bakıp bıyık altından gülüyordu…Bana ve Bize devamlı bakan babama kızgın kızgın bakıyordum. Dayım ve ablalarım benim bu halimi gördükçe dalga geçiyorlardı…

”Bu senin baban değil. Sakın bu adamı anana yaklaştırma. Sen ananı korumak zorundasın yabancı adamlardan.” sözleri ise beni iyice delirtiyordu.  Çılgına dönmüştüm. Annem beni iyice kolları ile  sardığından hareket edemiyordum ancak  ayaklarımla babama vurmak için sallıyordum. Bazı kere isabet ettiriyordum…

Evimize geldik.  Dayımın hanımı sofrayı hazırlamıştı. Kenarda bir karpuz duruyordu. Henüz kesilmemişti. Babam “Bana bir bıçak verin karpuzu doğruyayım. Artık bu evin erkeğiyim. Karpuz kesmek bana düşer” değil mi dedi koca karpuzu dilim dilim kesti. Kabuklarını kapının kenarına koydu. 

Dayım “Yaşar bak baban sana karpuz kesti. Artık şu suratını asmayı bırak. Bu adam senin baban. “ dedi ve o sırada Babam da sağ tarafında oturan annemin omzuna birden  elini attı.

Babamın bu hareketini görür görmez sofradan nasıl fırladım hatırlamıyorum. Kapı kenarında duran karpuz kabuklarından birini aldığım gibi babamın burnundan başlamak üzere kafasını yarısını kaplayacak şekilde , var gücümle yüzüne yapıştırıverdim.

Babamın  kafasında saçları yoktu. Vurduğum karpuz kabuğu burnundan başlamak üzere kafasın kel tarafına değer değmez “şırak” diye bir ses çıkardı. Çok şiddetli vurmuşum ki babam sofradan birden fırladı peşime düştü. Ben tabanları yağladım. Beni tutamadı. Ağabeyim ve dayım peşime düştüler sonunda beni yakaladılar.

Bir elimde dayım bir elimde ağabeyimle birlikte  evimizin havlusuna geldiğimizde, babam , yengem , annem , kapının eşiğinde duruyorlardı. Babamla ilk yemeğimiz zehir olmuştu. Herkes ayakta idi. Babam ise çok kızgın görünüyordu. Dayım beni babama teslim etti.

Babam beni yere yatırdı. Ellerimi bir eliyle ayaklarımı da diğer eliyle tutarak bir kedi gibi  havaya kaldırdı. Havlunun kenarında öbek halinde duran toprağın üzerine birden bırakı verdi. Ben yere düşer düşmez vücudumun ağrıdığını hissettim. Bu ağrı ile yerden kalkıp, ağzıma gelen küfürleri sayarak ahıra koştum. Ahırdaki sandıktaki koyunları kırkmak için kullanılan kırklık dediğimiz aleti aldım ve dışarı fırladım.

Babam, annem, dayım, abim ve ablalarım beni kırklıkla görünce çok şaşırdılar. Elimdeki kırklıkla hiç tereddüt etmeden babama doğru koşmaya başladım. Dayım ve abim benim önüme geçtiler. Dayım “Yaşar, artık yeter. Bu senin baban. Kabullenmek zorundasın. Biz seninle şaka yaptık. Bundan sonra bu adam sizinle beraber yaşayacak. Sen ona karpuz kabuğu vurdun. O da seni yumuşak toprağa attı. Hadi elindekini bırak yemeğimizi yiyelim.” dedi ve elimdeki kırklığı alıp, ağabeyime verdi. “Bu aleti yerine götür .“ dedi.

Yedi yıldır görmediğim babamla ilk karşılaşmamız böyle olmuştu. Demek ki bir çocuk yedi yaşına kadar babasını görmese böyle tepki yapıyormuş. Rabbim hiçbir yavruyu anasız babasız büyütmesin.

Babamla daha sonra çok iyi anlaştık. Ben ona artık kızmadan  “ Baba “ diyordum. O da yedi yıldır görmediği evladını her fırsatta kucaklayarak, yanaklarımdan öperek, her gittiği yere  yanında götürerek babam olduğunu hissettirmeye çalıştı…

Devamı haftaya..

 
Haber :
Bu Haber 3356 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Çanakkale Gazisi,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5758
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5742
Semer
İzlenme : 3159
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2540
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr