KEŞKE KONUŞSAYDI
Ankara’dan Yozgat’a hızlı tren ile gidiyorum. Koridorun ötesindeki cam kenarında iri yapılı beyaz palabıyıklı biri yüksek sesle yanındakine başından geçenleri anlatıyor. Ben kitap okuyorum, yanımdaki genç ve yolcuların bir çoğu da camdan vuran baharın sabah güneşinin ısısı ile mayışıvermişler; uyuyorlar.
Palabıyıklı Adam’ın yüksek perdeden anlattıkları beni ve sanırım başkalarını da rahatsız ediyordu. Okuduğum romana odaklanamamış, aklım fikrim yandaki herifte. Bir ara elimdeki kitabı bırakıp eğilerek adama sert sert baktım. Hiç aldırış ettiği yoktu. Sırtını cama dayamış, el kol hareketleri yaparak öyle anlatıyor ki sormayın!..
Baktım! Adam kendinden geçmiş gibi…Benim sert bakışlarımdan anladığı yok! Aynı onun konuştuğu desibelde:
“Arkadaşım, birçok insan uyuyor!” (O sırada yanımdaki şekerleme yapan genci kaş ve gözümle işaret ederek) “vagonda sadece siz yoksunuz. Lütfen yüksek sesle konuşmazsanız iyi olur.”
“Bunu sen mi söylersin.” der gibi Beyaz Palabıyıklı Adam, gözlerini belertti. Bir müddet gözlerimin içine bakıp durdu. Sesini kesmişti ama beni yiyecek gibiydi. Sanki o bizleri rahatsız etmemiş, benim kibarca “Lütfen,” diye başlayan sözlerim onu çileden çıkarmıştı. Ne kadar bakıştık birbirimize hatırlamıyorum. Ben kitabımı okumaya devam ettim. O ise bir perde sesini alçaltarak başından geçenleri anlatmayı sürdürdü. Onu dinleyen yanındaki ise rahatsız olduğu her halinden belliydi. Hatta Palabıyıklı’yı dinlememek için ıkınıp sıkılıyor, kafasını başka yönlere çeviriyordu.
Yanımdaki genç uyuma moduna geçmeden önce “Abi ben Sivas’a gidiyorum. Biraz yorgunum. Uyuyacağım. Eğer horlarsam, beni uyandır,” demişti.
Fazla gitmedik. Palabıyıklı Adam arkadaşının kendisini dinlemediğini anlayınca çok şükür sesini kesti. Ben de ortam sessizliğe bürününce daldım romanımı okumaya. Bir anons sesi işitildi:
“Değerli yolcularımız. Trenimiz Ankara’dan Sivas istikametine gitmektedir. Kırıkkale istasyonuna yaklaşmak üzereyiz. Değerli eşyalarınızı almayı unutmayın. Hayırlı yolculuklar dileriz.”
Tekrar bir sessizlik hakim oldu. Bir iki dakika ya geçti ya geçmedi. Sol yanımdan kalaycı körüğü gibi müthiş bir horlama sesi geliyor. Elimdeki romanı dizlerimin üstüne koydum. Yanımdaki gence baktım. “Horrr! Horr!” sesi ondan gelmiyor. “Ya kimden geliyor?” diyeceksiniz. Kimden gelecek: Palabıyıklı Adam’dan.
Koltuğa kafasını, dizlerini de önündeki koltuğun sırtına dayamış, ayaklarını da uzatabildiği kadar uzatmış, göbeği de emme basma tulumba gibi kalkıp kalkıp iniyordu mübarek Palabıyıklı Adam’ın… Horlaması yeri göğü inletiyordu.
İçimden “Keşke adam uyumayıp konuşsaydı.”dedim. “Allah’ım Yozgat’a kadar bu işkenceye nasıl dayanacağım. Bana sabır ver.!”
20.4.2025 Pazar.