Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

28-ARTVİN BİR SEVDADUR YÜREKLERDE: KIZILCIK SOPASI İLE DAYAK


28-ARTVİN BİR SEVDADUR YÜREKLERDE: KIZILCIK SOPASI İLE DAYAK



 Paylaş
 10 Nisan 2021 09 : 53 

28-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 

YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM: KIZILCIK SOPASI İLE DAYAK


“Ömer, Baki arkadaşlar!.. Bizler ‘Dayakların Çocuklarıyız’ desem abartmış olmam değil mi?”dediğimde, her ikisi de beni tasdik eder gibi başlarını salladılar...


Gerçektende ben şöyle çocukluğuma dönüp baktığımda “ dayak” bizim hayatınızın bir parçası idi. Hukukta bir terim var; mütemmim cüz. İşte dayak bizim bedenimizin birer mütemmim cüzüsü idi.


Bin dokuz yüz altmış yılından önce doğanlar “ ben hiç dayak yemedim” derse sakın inanmayın!.. “Eşek sudan gelinceye kadar dövmek “ diye bir deyim var bizim kültürümüzde; bu deyimde ifade edilen “dövmek eylemi” hep bizim kuşağın üzerinde çocukken, ilk ve ortaokulda okurken acımasızca uygulandı. 


Bir suç işlediğimizde, bir kabahat yaptığımızda ya da çiziden çıktığımızda; babalarımızdan,  analarımızdan , abilerimizden , büyüklerimizden, meyvelerini yolarken yakalandığımız komşularımızdan, Kur’an dili öğrenmek için gittiğimiz cami hocalarından, ilkokul  ve ortaokul öğretmenlerimizden hep dayak yedik. Bizler “ dayakların çocuklarıydık!..”


“Dayakla!” terbiye etmeye, “ dayakla” bir takım kötü alışkanlıklardan ( sigara içmek, küfür etmek, sinemaya gitmek, komşu bahçesinden meyve yolmak gibi vb) caydırmak, tövbe ettirmek için ya senin benim enseme vurduğun gibi şamar ile ya da kızılcık sopası ile “ eşek sudan gelinceye kadar” bizim kuşağa dayak attılar... 


Acaba Artvin Erkek Öğretmen Okulu’nda da dayak yiyecek miyiz ? Onu Allah bilir. 


Alaca Nedim Tuğaltay Ortaokul’unda Ömer hatırlarsan senle birlikte, tarihi taş binanın altına yapılan yeni  okulunun 2/D sınıfında idik. 


Sınıfımızın batı cephesi, bizim mahallenin yoluna bakıyordu. Ders gördüğümüz bu yer pırıl pırıl tertemizdi; sıralar, masalar, yazı tahtası, ders aletleri, kapı, pencere, cam, çerçeve hepsi sıfırdı. Yerler parlak mozaik ile  yapılmıştı kaymak gibiydi. Beyaz renkle boyanmış duvarlar bizlere huzur veriyordu...Yukarıdaki tarihi bina kesme taşlarla örülmüş, zemin ve tavan ahşap ile döşenmiş; hatta merdivenler bile tahtadan yapılmıştı...


Bir gün  iri yarı bir hocamız derse girdi.  Geometri dersi işleyecekti. Tahtaya da cetvelle bir şekil çizecekti. Masasının üzerine, ders aletlerinin olduğu dolaba, yazı tahtasının tebeşirlerin konulduğu alt çıkıntısına ve üstüne baktı. Cetvel yoktu. Sınıf başkanına  ( Sanırım Halim Okur idi başkanımız) “ Cetvel nerede?” diye sordu. Arkadaş da : “ Hocam, siz gelmeden önce ben de araştırdım. Sınıfın içinde bulamadım. Herhalde başka sınıftan birileri götürmüş, “ dedi.


Hocamız, bu sözü duyar duymaz çok sinirlenmiş, çok kızmıştı. Sınıf başkanına bağırarak:


“Sen ne biçim başkansın? Sınıftaki ders aletinden haberin yok,” dedi. Sınıftaki öğrencilere de aynı ayarda bağırarak: “Cetveli kim sakladıysa çıkarsın. Sadece ona ceza vereceğim. Çıkarmazsanız hepinizi sıra dayağından geçireceğim,” diye esip gürledi...


Hiç bir arkadaştan ses çıkmıyordu. Kendisinin güvendiği birkaç öğrenciyi ayağa kaldırdı, onlardan da cevap alamayınca, benim yanıma geldi. Kızgın gözleri  ile gözlerime baktığında yüzü gülümsedi, bakışları yumuşadı: “ Şükrü, sen de mi bilmiyorsun cetvelin yerini?” deyince, ayağa kalktım : “ Hocam, vallahi billahi benim de haberim yok!..” dedim. 


Hocamız,  cetvelin başka sınıflardan biri tarafından götürüldüğüne inanmamış, kendisine sınıf tarafından bir komplo kurulduğunu, dersi kaynatmak istediğimize kanaat getirmişti.  Deli danalar gibi sınıfın içinde cetveli arıyordu. Ben yerime oturmamış ayakta bekliyordum. Eliyle başımı okşadı:


“Şükrü, odadan şu benim kızılcık sopasını getir,” dedi. 


Yerimden ok gibi fırladım. Koridorda giderken “ Hocam beni çok seviyor. Kızılcık sopasını da bana getirttiriyor. Sınıfı sıra dayağına geçirirse beni ya pas geçer ya da hafif vurur,” diye düşünüp “kendi kendime güve oluyordum!..” 


Kızılcık sopası Hocamızın, odasının kapısının arkasında duruyordu. Ya yetmiş beş santim ya da bir metre uzunluğunda, iki oklava kalınlığında, üzeri verniklenmiş, kırmızıya çalan bir rengi ile ışıl ışıl parlıyordu, sağında solunda da hafif yanmış budakları da görünüyordu...


Kızılcık sopası ile sınıfa girdiğimde Hocamızın elinde cetveli görünce sevinmiştim. Ben sopayı almaya giderken arkadaşlardan biri cetvelin yerini söylemiş, cetvel bulunmuş ve böylece sınıf da , ben de dayaktan kurtulduk diyordum; Hocamıza kızılcık sopasını uzatırken...


Maalesef yanılmışım. Hocamız cetveli masaya bıraktı, kızılcık sopasını sağ eline aldı, sol avucun içerisine yavaş yavaş indirip kaldırırken;


“Evet çocuklar!” dedi. “ Cetveli florans lambasının tenekesi üzerine kim koydu? Ben tavana bakmasam cetvel ortaya çıkmayacaktı. Sizler de söylemediniz!... Son kez  uyarıyorum; cetveli kim florans lambasının üzerine koydu? Yine tekrarlıyorum sadece onu cezalandıracağım. Yoksa hepiniz bu elimdeki kızılcık sopasını tadacaksınız!..” 


Hiçbir kimseden çıt çıkmıyordu. Sınıfın içinde bir kaç kere tur attı. Atarken de bizlerin gözlerinin içine bakıp cetveli saklayanı tespit etmeye çalıyordu...


Zaten sınıfta dolaşarak, elindeki kızılcık sopasını avucunun içine vura vura bizlere manevi işkenceyi fazlasıyla tattırmıştı... Sadece fiziksel temas sonrası bedenimizde ve ruhumuzda duyacağımız acı kalmıştı. 


Manevi işkence nihayet sona erdi. Cam kenarında sırada oturanların yanına yaklaştı. “ Sıradan herkes iki avucunu da açsın, “ dedi ve kızılcık sopası havaya kalkıp kalkıp indi. Sopayı yiyen arkadaşlar her iki kollarını göğüslerine kavuşturuyor, sonra da gözlerinden pul pul yaşlar dökerek ağlıyorlardı...


Arkadaşlarının ağlamasını duyanlar, sopadan korkanlar daha avuçlarına kızılcık sopası değmeden feryadı figanı basıyorlardı...Sınıf bir matem evine dönmüştü... Sopayı yiyen hünkür hünkür ağlıyordu... Hani koyunlar kuzuları ile karşılaştıklarında gerek koyunlar gerek kuzular melerler ya; sınıfımızda arkadaşlar da aynı bu hayvanlar gibi meliyordu...


Ben orta sırada en önde oturuyordum. Cam kenarındaki arkadaşlardan sonra Hocamız benim önümde durdu. Ayağa kalktım. Önce sağ elimi uzattım. Hocamızın gözlerine baktım. Sınıfın en küçük öğrencisi idim ve beni de çok seviyordu. Belki bana acır bu yüzden vurmaz diyordum. Ben gözlerinin içine bakıp merhamet dilerken avucuma “şırak”  diye kızılcık sopasının sesini duydum, ardından da müthiş bir acı hissettim.  O acı ile yerime oturmuşum ve ağlamaya başlamıştım. 


“ Kalk ayağa, öbür elini de uzat “ dedi Hocamız...


Gözlerimden pul pul yaş akarken, yüreğimde, bedenimde , ruhumda bugüne kadar duymadığım acıyı tadarken ; tekrar ayağa kalktım. Sol elimi uzattım. Aynı benzer darbe sol elime de inmiş, “şırak” diye ses çıkarmıştı.


Ben ise bir önceki sağ avucumun içinde ateşler gibi yanan acımı dindirmeye çalışırken, sol elim de benzeri,  hatta daha fazla bir acıyı yaşamaya başlamıştım.  İkinci kızılcık sopasının şiddeti, ikinci kızılcık sopasını yemeden sıraya oturduğumdan dolayı daha ağır olmuştu...


Ben de diğer arkadaşlar gibi kollarımı  çaprazlama koltuğumun altına alarak, başımı da sıraya dayayarak, gözlerimden ığıl ığıl akan göz yaşlarımın mozaik beton zemine şıp şıp damlalarının bir göl oluşunu seyrediyordum...


Ömer işte enseme vurduğun “ şırak” sesi ile Hocamızın avuçlarıma” vurduğunda çıkan“ şırak “ ses aynı idi. Bu yüzden ortaokulda iken yediğimiz , senin de tattığın bu kızılcık sopasını hatırladım. Aynen böyle olduydu değil mi?” dedim.


Ömer: “Evet aynen öyle olmuştu  Şükrü. Maşallah hiç unutmamışsın!..” dediğinde; okulumuzun giriş kapısından çıkmışız; yol boyu boyumuzu geçen beton duvarla çevrili kanalın kenarından yürüyerek, okulumuza iki yüz-üç yüz metre ilerde ki Korzul mahallesinin tek camisinin önüne gelmişiz de haberimiz olmamış...


Devam edecek.

 
Haber :
Bu Haber 2316 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, kızılcık sopası,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5791
Kırım haritası
İzlenme : 5784
Semer
İzlenme : 3188
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2564
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr