Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

27-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:ENSE KÖKÜME YEDİĞİM ŞAPLAK


27-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:ENSE KÖKÜME YEDİĞİM ŞAPLAK



 Paylaş
 20 Mart 2021 12 : 30 

27-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 

YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM: ENSE KÖKÜME YEDİĞİM ŞAPLAK!...


Enseme vuranla göz göze geldiğimde boynumdaki şaplağın acısını unutmuştum. Arkamda bana şamarı vuran Eğri Burunlu Laz değildi. Onun olmadığına çok sevindim. Bana vuranın Ömer olduğunu görür görmez ne yapacağımı şaşırdım. Yanındaki Baki ile bana gülüyorlardı. Ağlasam mı ben de onlar gibi gülsem mi bilmiyordum. Bir anlık sersemlikten sonra kendimi toparladım. Kucağımı açtım:


“Vay arkadaşlarım sizleri gökte ararken yerde buldum. Geldiğimden beri gözlerim hep sizi aradı. Sizi anons ettirmek için Abdurrahman abinin yanına gidiyordum” dedim. Önce Ömer ile kucaklaştım sonra da Baki ile.


Bir gurbette yapa yalnızsınız.Sessizce gidiyorsunuz. Bir anda bakıyorsunuz ki tanıdığınız biri karşınıza çıkıyor.  Onunla kucaklaşıyor memleket hasretini gideriyorsunuz. O andaki duyulan hazzı, mutluluğu anlatmak mümkün değil. Hani derlerler ya “ kelimeler kifayetsiz kalıyor!” Ben de işte ilk defa çıktığım gurbet ellerde karşılaştığım Ömer’i ve Baki’yi kucakladığımda ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemedim. Sadece o küçük bedenimin topuktan başlayıp tepeme kadar bir ateşin yükseldiğini hissettim, gözlerimden de neredeyse sicim gibi yaşlar döküldü dökülecek gibiydi. Benzeri duyguları da zannedersem Ömer’de Baki’de yaşıyordu...


Baki Karabıçak,  Ömer ile ikimizden iki üç yaş büyüktü. Biz onun yanında çocuk gibi kalıyorduk. Baki ile  ortaokulda 1/E sınıfta aynı sınıfta idik. Orta ikinci  sınıfta iken sınıflarımız yan yana idi. Bir de benim gibi çalışkan bir öğrenci idi Baki. Coşkun Arslan, ben , Baki Karabıçak üçümüz orta üçte okul birinciliği için yarışmıştık. Birinciliği Coşkun Arslan kapmıştı. Ya ben ikinci olmuştum ya da Baki; hangimizin ikinci olduğunu hatırlayamadım.


Baki,  Sungurlu’nun bizim köye yakın Mehmetbali köyündendi. Diğer köy çocuklarının babası gibi onun da babası mahallemizde evimizin iki  yüz metre ilerisinde bir komşumuzun evini kiralamıştı. Ara sıra evlerine gider birlikte ders çalışırdık. Boş zamanlarımızda da evlerimizin arkasındaki boş bir araziye derme çatma iki direk ile kurduğumuz veleybol sahasında , Baki ve ortaokulda okuyan arkadaşlarla birlikte veloybol topu oynardık. 


Ömer ile ortaokulun 2/D sınıfında beraberdik. O da benim gibi küçük , gözleri feldir feldir oynayan zeki, çalışkan bir öğrenci idi. Edebiyat öğretmenimiz Halil Cesur daha ilk derste her ikimize de “Cin” lakabını takmıştı. Diğer öğrencilerin hepsine “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunları” diye hitap ederken Ömer ‘e ve bana ya “Cin” ya da  “Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin” derdi...


Halil Cesur hocamız ilginç bir öğretmendi. Kırk beş yaşlarında , saçları kır, orta boylu, ayaklarını ördekler gibi hafif yanlara açarak paytak paytak yürürdü. Sınıfa girer girmez bizler ayağa kalkardık. O dikkat çeken yürüyüşü ile masasına giderken sol eliyle aşağı yukarı sallar, ardından da : “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunları oturun”derdi.


Daha ilk yazılıyı olmamıştık. Ben en ön sırada oturuyordum. Bizim sıranın yanına geldi. Gözlerimin içine bakarak “ Cin kalk bakayım ayağa” dedi. Ben de yerimden bir ok gibi fırladım. Gözlerini gözlerimden hiç ayırmıyordu. “ Cin, bir tiyatro gösterisi yapacağız. Bu tiyatroda sana uygun bir görev vermeyi düşünüyorum. Görev almak ister misin Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin?”dedi. 


Halil Hocamın bu teklifi karşısında şaşırdım kaldım. Ne “evet!” dedim ne de “hayır!” Benden ses çıkmayınca “ Cin , niçin cevap vermiyorsun?” deyince, ıkına sıkıla:


“ Öğretmenim, hiç tiyatro oyununda oynamadım. Yapabilir miyim? Bilmiyorum,” dedim.  


“Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin, tamam anladım, “ dedi, kapının girişindeki ilk sırada oturan Ömer Polat’ın yanına gitti. Aynı şeyleri Ömer’e söyledi. Ömer “Ben yapabilirim öğretmedim, “ dedi. “İlkokulda bir tiyatro gösterisinde görev almıştım.”


Halil Cesur Hocamız “ Aferim Cin, tiyatro çalışmalarına başlayınca sana haber vereceğim,  ” dedi.


Halil Cesur Hocamızın ilginç bir öğretmen olduğunu belirtmiştim. Gerçekten de diğer hocalarımızdan çok farklıydı. Hocamız bütün sınıflarda, yaptığı sadece ilk yazılıyı okurdu. Diğer yazılıları ise hiç okumazdı. Birinci yazılıda hangi notu aldı ise öğrenci,  sene sonuna hep aynı nota talim ederdi... O yüzden ilk yazılıda  zayıf not almamak gerekti Halil Hocadan... Birçok öğrenci ilk yazılıda zayıf not alması nedeniyle sene sonuna kadar da aynı notu aldığından okulu terk ederdi... 


Bir de bizim zamanımızda ortaokul bitirme sınavları vardı. Türkçe, Matematik ve Fen derslerinden sene içinde geçerli not alınsa dahi bitirme sınavına giriliyordu; bu derslerden on üzerinden beşin altında not alınmayacak ve ortalama da yedi olacaktı... Bu şartları tutturamayanlar ortaokuldan mezun olamıyordu... Bize inanın tam bir yavur eziyeti yapıyorlardı... 


Sanki engelli koşusu yapıyorduk...


Halil Cesur Hocamız ilk yazılımızı okuyordu. Kimin ismini okursa o sırasından ayağa kalkıyor; Hocamız “ Kaç bekliyorsun Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu” diyordu; arkadaşlar tahmin ettikleri notu  söyleyince de elindeki not defterine bakıp “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu  otur; notun şu” diye cevap veriyordu...


Sıra bana gelmişti. “Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin, kaç bekliyorsun?” dedi. Ben “Sekiz “ dedim. “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin otur; beş” dedi. Ömer’e de  “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin otur; sekiz” dedi. 


Halil Cesur’un en büyük notu sekizdi. Ömer tiyatro çalışmasını kabul etmekle bu notu haketmişti, ben ise kabul etmediğim için beşe layık görülmüştüm. Hiç kimseye dokuz, on vermiyordu. “Dokuzluk onluk öğrenci benim kadar edebiyatı bilmesi gerek; bu yüzden “benden hiç kimse dokuz, on alamaz” diyordu. 


En son arkalarda oturan bir arkadaşa : “ Kaç bekliyorsun ? Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu?” dedi. Arkadaş “ Beş veya altı hocam!..“ der demez; Halil Cesur Hocamız sinirli sinirli : “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu otur; bir “ dedi. Arkasından  da “ “Bilmem senin ananın tumanına girerim!” diye sinkaflı bir söz söyledi.. 


Arkadaş hocamızın bu küfürü karşısında hiçbir şey demedi. Sessizce sırasına oturdu. Ben dönüp arkama baktığımda arkadaşımızın  Halil Cesur Hocamıza dik dik bakıyor, kafasını sağa sola sallıyor, ellerini yumruk yapmış, dişlerini gıcırdatıp duruyordu. Eğer Hocamız bir kelime daha küfür etse  arkadaşımız hocamıza saldıracaktı. Neyse ki o anda zil çaldı. Halil Cesur Hocamız, apar topar kitaplarını masadan aldı ve  sınıfı terk etti. 


Bu arkadaşa niçin on üzerinden bir vermişti ve niçin çok ağır bir küfür etmişti biz bilmiyorduk. Arkadaş kopya mı çekmişti, yazılı kağıdına küfür mü yazmıştı ya da boş kağıt mı vermişti bir türlü anlayamadık. Teneffüste arkadaşa “neden böyle oldu?” diye sorduğumuzda da net bir şey söylemedi bize. Sene sonuna kadar bu arkadaş edebiyattan hep bir aldı, ben beş aldım Ömer’de sınıfta en yüksek notu yani sekiz aldı.


Yemekhanenin kapısından çıkar çıkmaz ense köküme vuran; Halil Cesur Hocamızın tabiri ile “ Koç Yiğit Köroğlu’nun torunu Cin” dediği Ömer Polat’tı. Kucaklaşma faslımız biter bitmez : 


“Yahu arkadaşlar öğle yemeğinde yemekhanenin kapısı önündeki kalabalıkta sizi göremedim. Yemekhane salonunda yemek yerkende gözlerim hep sizi aradı.  Nasılsınız? Yemek yediniz mi? Siz böyle nereden geliyorsunuz?” dedim.


Baki “ Biz yemeği yedik. Yemekten sonra lavaboda abdest aldık. Cuma namazını kılmaya gidiyoruz. Hadi sen de gel. Yolda konuşuruz, “ dedi. Ben de “Benim abdestim yok. “ deyince, Ömer “ Camide alırsın. Hadi yürü ,“ dedi. 


Yatakhanelerimizin çıkış kapısından sağa dönüp yemekhanenin kenarındaki dar yoldan idare binasına doğru yürümeye başladık. Ömer benim koluma girmişti. “Ömer, şu enseme şaplağı vurduğunda ortaokulda beraber iken sınıfça sıra dayağı yemiştik ya; onu hatırladım. Sen de o dayağı hatırladın mı?” dedim. “Evet Şükrü. Öyle bir dayak yemiştik sanki!..” dedi.


“Ortaokul 2/D de aynı sınıfta idik seninle; Sen ense köküme şamarı vurduğun anda, hocamızın kızılcık sopası ile ellerime ‘şırak’ diye vurduğundaki acıyı hissettim. O sınıfta yediğimiz sıra dayağını hatırladım. İstersen camiye gidene kadar anlatayım “ dedim...


“ Hadi anlatta Baki’de dinlesin” dedi. Ben de başladım anlatmaya:


Devam edecek...

 
Haber :
Bu Haber 818 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5788
Kırım haritası
İzlenme : 5783
Semer
İzlenme : 3185
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2561
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr