Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

26-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: Kadıbudu köfte ve ekmek tatlısı


26-ARTVİN  BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: Kadıbudu köfte ve  ekmek tatlısı



 Paylaş
 25 Subat 2021 01 : 41 
26-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM: Kadıbudu Köfte ve Ekmek tatlısı

Sağolsun Niyazi Kaçar’ın içeceği sudan feragat etmesiyle “Su içme olayı”  tatlıya bağlanmıştı. Sıra ağzımızı tatlandıracak ekmek tatlısına gelmişti. Ekmek tatlısını da ilk defa yiyecektim. Bugün nedense sabahtan beri hep ilkleri yaşıyordum. Anacığım bayramlarda oklava ile içi cevizli büzme baklava yapardı. Ekmek tatlısı ise o büzmeli baklavaya hiç benzemiyordu. 

Tabağımdaki kadıbudu köftesini bitirince, yemek dağıtan abiye uzattım. Abi yayvan kapların birinden bol şerbetli ekmek tatlısından bir parça koydu. Elime çatalımı alıp yemeye başladım.  Çok nefis bir tatlı idi... Bir iki dakikada tatlıdan eser kalmamıştı, tabağım bom boştu... Abim bir parça daha verse bana mısın demem onu da yerdim. Maalesef karavanalardaki yemekler sekiz kişiye göre ayarlandığı için bir parça daha ekmek tatlısı yeme imkanım yoktu. Ancak tatlıyı yemeyen bir arkadaş olursa onu isteyebilecektim...

Tatlıdan sonra içim bir kez daha yandı. Canım tekrar su içmek istedi. Karşımdaki eğri burunlu Laz öğrencinin tepkisinden çekindiğim için bu düşüncemden vazgeçtim. 

Mercimek çorbası, kadıbudu köftesi ve ekmek tatlısı çok hoşuma gitmişti. Anacığım evimizde  anişka, toygaşı, düğül ve mercimek çorbası yapardı. Ama anamın yaptığı mercimek çorbasının rengi yeşildi. Bu içtiğimiz çorbanın rengi ise sarı idi. Artvin’de ki mercimekler yoksa sarı mıydı onu bilmiyordum...

Anamın yaptığı çorbalar gibi lezzetliydi içtiğim çorba. Kadıbudu köftesinin hem ismi hemi de lezzetine bayıldım. “Bugün ne yediniz?” diye soran arkadaşlara da “ kadının budunu” yedim deyip, dalga geçecektim... Ekmek tatlısını yerken incelemiştim; bu güzel tatlı nasıl yapılmış diye. Ekmekler dilimlenip kızartılmış, üzerine de şeker şerbeti dökülmüştü.. Basit bir tatlıya benziyordu ama benim gibi yanımda oturan öğrenciler de çok iştahlı yiyorlardı; yumulmuşlardı  ekmek tatlısına... 

Yemeğimizi dağıtan abimiz en son arkadaşa ekmek tatlısını verdikten sonra : “ Arkadaşlar, her Cuma okulumuzda ekmek tatlısı çıkar. Haberiniz olsun. Cuma günleri öğle yemeğini kaçırmayın. Çok iyi bir aşçımız var. Aşçımız hafta başından itibaren masalarımızda yenmeyip bayatlayan ekmekleri biriktiriyor, cuma günü fırında kızartıyor, üzerine de şeker şerbeti döküyor. Sonrada ekmek tatlısı olarak  bizlere ikram ediyor. Umarım hoşunuza gitmiştir.  Tabaklarınızı, çatallarınızı kaşıklarınızı  ve karavanalar masada kalsın. Nöbetçi öğrenciler gelip bunları toplayacak. Afiyet olsun,”dedi  ve masadan kalkıp gitti. Demek ki masamızda benim gibi yeni kayıt olan öğrencileri anladı ve abimiz bilgilendirme ihtiyacı duydu. Sonra da abinin ardından diğer arkadaşlarda birer birer masayı terk etmeye başladılar.

Ben de  iki bardak su içmeme karşı çıkan karşımda bana ters ters bakan eğri burunlu arkadaşın kalkmasını bekledim. O da yerinden kalkıp gidince elime su bardağımı aldım.  Ayağa kalkıp, masanın ortasına geldim. Sürahiden tam su doldururken eğri burunlu arkadaş arkasını dönüp baktı. Göz göze geldik. Kafasını sallayıp gitti. Ben o uzaklaşıp gidince  üçüncü su bardağını da kafama dikip içtim. Ekmek tatlısı boğazımı yakmıştı.  İçtiğim su bir nebze yanan boğazımı rahatlatmıştı...

Çok şükür karnım çok iyi doymuştu. Masada benden başka hiç kimse kalmamıştı. Dirseklerimi masaya koydum. Avuçlarımı açtım. Babamın ezberlettiği sofra duasını okudum:

“Sofralara nur dolsun,
Haneler huzur olsun,
Devletimiz var olsun.
Kazalar ve belalar geri dursun
Artsın eksilmesin,
Taşsın dökülmesin
Allah bereket versin.
Çalışanlara, pişirenlere ve yiyenlere,
Sana şükür diyenlere,
Hastalık ve yoksulluk gösterme Allah’ım..
Amin…”

Duamı yaparken yine geçmişe daldım gittim.

Çocukluğumda yemeklerimizi biz hep yer sofrasında yerdik.  Evimizde yemek yeneceği zaman ablam önce sofra bezini getirir, odanımızın ortasına sererdi. Sonra da babamın tahtadan yaptığı konayı (yemek tahtasını) sofra bezi üzerine koyardı. Bir bohça içinde sulanıp katlanmış yufka ekmeklerimizi (bazen mayalı , bazlamada olurdu), kaşıklarımızı da getirmek bana düşerdi. Dokuz tahta kaşığı  yuvarlak sofra tahtasının üzerine ben büyük bir zevkle dizerdim.

Babamız gelmeden hiçbirimiz sofraya oturmazdık. O gelir gelmez kapının kenarındaki leğende benim ibrikten döktüğüm su ile elini sabunla güzelce yıkardı. Uzattığım testimal dediğimiz havlu ile elini kurular, onun için altına serdiğimiz minderin üzerine oturur: “ Haydin çocuklar sofra başına” dediğinde de, yedi kardeş sağlı sollu dizilirdik sofranın etrafına...

Anacığım,  sobada veya ocakta pişirirdi tüm yemeklerimizi. Kiler dediğimiz dip odamızda bacalı bir ocağımız vardı. Zaman zaman bu ocakta Kırım Tatarlarının milli yemeklerinden çibörek, göbete, cantık, peşlokum ve çörek gibi hamurdan yapılan yemekleri bu ocakta pişirirdi.  Yakıt olarakta hayvanlarımızın dışkılarından yaptığımız tezek kullanılırdı.  Anacığım,  tepsi içindeki çöreğin iyi pişip pişmediğine bakmak için üzerinde tezek yanan sacı hafifçe kaldırdığında, nar gibi kızarmış çörekleri gördüğümde ağzımın suyu akardı. Sulu yemeklerimizde sobada pişerdi. O yıllarda yemek pişirmede kullanılan LPG’li tüp ocak henüz evimize girmemişti. Bizim için bu alet lükstü. Ortaokulun son yıllarında küçük bir tüplü ocak almıştı babam; bunu da ancak anam sabahları tarlaya gitmeye acele ettiği için çorba pişirmek veya çay demlemek için kullanırdı...

Anacığım sobanın üzerinde pişen yemeğimizin kazanını eline aldığı bir bezle tutar, soframızın kenarına koyardı. Yayvan sahan dediğimiz bir kabın içine kazandan boşalttığı yemeğimizi de  sofra tahtamızın tam ortasına bırakırdı. Ablam da benim getirdiğim bohçanın içinden yufka ekmekleri veya bazlamaları önce babama sonra da bizlere uzatırdı. Babam besmele çekerdi. Arkasından biz tekrar ederdik. Babam kaşığını yemek kabına daldırmadan hiçbirimiz yemeğe başlamazdık. 

Genelde evimizde bir yemek pişerdi. İkinci çeşit yemek ancak misafir gelirse yapılırdı. Yalnız bulgur pilavının yanında ayran veya hoşaf hiç eksik olmazdı. Bir de babamın yoğurtu soframızda olmazsa olmazlardandı. Babam yoğurt yemezse ayran içmezse karnı doymazdı.  Bu yüzden ahırımızda devamlı sağmal ineğimiz olurdu. Bir ara babam camuz da besledi. Onun yoğurdu yağlı ve sert oluyordu. Hayvan beslemediğimizde babam yoğurdunu çarşıdan veya komşulardan satın alırdı...

Soframıza konan yemek kabına girip çıkan kaşıkların sayısını tespit etmek imkansızdı. Dokuz kaşığın bir yemek kabının içine dalıp dalıp çıktığını bir düşünün. Kapta yemek bitince annem tekrar yanındaki kazandan yemek ilave ederdi. Karnı doyan kenara çekilirdi. Sofradan en son babam kalkar, elini açar dua ederdi. Kap kaçak ve kaşıkları toplamak, sofra tahtasını ve bezini kaldırmakta ablama düşerdi. 

Ortaokul son sınıfa kadar biz yemeklerimizi hep tahta kaşıkla yedik. Demir kaşıklar o zamanları var mıydı bilmiyorum. Yalnız çok iyi hatırlıyorum demir kaşıklarla bizim tanışmamız 1971’li yıllarda oldu.. Babam hiçbir zaman demir kaşıkla yemek yemeyi sevmiyordu. Hep benim tahta kaşığı getirin diye ısrar ediyordu. En sonunda o da pest etti; tahta kaşıklar soframızdan bir müddet sonra tamamen uzaklaştı ve tarih oldu...

Beni bu güzel duygulardan ,karavana, kap-kaçakların sesleri uyandırdı. Bir baktım bir öğrenci  masadaki eşyaları topluyor. Ayağa kalkıp, oturduğum tabureyi masanın altına iteledim. Belki yemekhane giriş kapısında iki bardak su yüzünden bana efelenen eğri burunlu laz arkadaş bekliyordur endişesiyle öğretmenlerin girdiği kapıdan çıkmak istedim. Tam kapıdan çıkacaktım öğretmenlere hizmet eden öğrenci önüme geçti: “ Arkadaşım bu kapı öğretmenlere ait. Talebeler şu karşıdaki kapıdan çıkıyor.” dedi ve beni geri çevirdi. Ben de mecburen tıpış tıpış yemekhaneye giriş yaptığımız kapıya  doğru yöneldim.

Niyetim,  Abdurrahman Kaya abimin idare binasındaki nöbet tuttuğu yere gitmekti. Ömer Polat ile Baki Karabıçak’ı anons ettirip çağırtmaktı... Ben de bir an önce hemşerilerim ve ortaokulda beraber olduğumuz arkadaşları bulmak istiyordum.  Çünkü kendimi çok yalnız hissediyordum burada...

Tam kapıdan çıkıp sağa döndüğümde enseme “şırak” sesiyle birlikte bir şamar indi. Nerede ise yere kapaklanacaktım. Allah’tan ki duvarın kenarında idim. Elimi duvara dayadım . “Aha!..” dedim. “Yemek masasında ikinci bardak  suyu içirmek istemeyen eğri burunlu laz arkadaş bana saldırdı!..” 

Geri dönüp  baktım ki ne göreyim...

Devam edecek...
 
Haber :
Bu Haber 830 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, Kadıbudu köfte, ekmek tatlısı,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5791
Kırım haritası
İzlenme : 5784
Semer
İzlenme : 3188
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2564
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr