Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

24-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: YEMEKHANE


24-ARTVİN  BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:  YEMEKHANE



 Paylaş
 25 Subat 2021 01 : 29 
24-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE
YİRMİ DÖRDÜNCÜ  BÖLÜM: YEMEKHANE!..

Aslında tuvalet ihtiyacım vardı ama  Yatakhane görevlisi abimizin :” Arkadaşlar işiniz bitti ise öğle yemeği vakti geldi. Öğrenciler yemek yemeye indiler. Siz de yemekhaneye gidip öğle yemeğinizi yeyin,” dediğinden, arkadaşlarımı bekletmemek için lavaboya gitmekten vazgeçtim. 

Yatakhaneye birlikte geldiğimiz arkadaşlar, görevli abinin odamıza girdiğinde işlerini bitirmişlerdi. Hep beraber koğuşumuzdan çıktık. Yatakhane görevli abimizin peşine takıldık...

Ertuğrul’un haricinde diğer dört arkadaşın hiçbiri koğuşta iken “tanışalım, benim adım şu, ben şu ilden geliyorum” gibi bir muhabbete girmediler. Ben de çarşaflarını yataklarına sererken, yorganlarını ve yastıklarına çarşaf geçirirlerken, çelik dolaplarına eşyalarını koyarlarken tanışma faslını hiç açmadım. “Nasıl olsa aynı koğuştayız. İlerleyen zamanda daha çok bir arada olacağız. Mecburen eninde sonunda  tanışacağız.” dedim içimden. Böylece tanışmamızı hepimiz başka bir ana ötelemiştik...

Yatakhanenin uzun koridorun sonundaki giriş yaptığımız kapıdan dışarı çıktık. Arkamızdan kapının kilitlendiğinin sesini işittik. Yatma zamanına kadar bir daha bu kapıdan içeri giremeyecektik... Abimiz bunu söylemişti bize...

Abdurrahman Abi,  bana yatakhane kapısında içeri girmek için beklerken, “sınıfımızın, aynı katta karşı tarafta ek binanın koridorunda olduğunu” söylemişti. Ertuğrul İleri’ye : “ Siz yemekhaneye gidin. Ben sınıfımı çok merak ettim,  bir bakıp geleceğim, “ dedim; onlardan ayrıldım.

Merdivenden aşağı inmeden karşı koridora geçip 4/G sınıfımı buldum. Sınıfın kapısı açıktı. İçeri girdim. Hiçbir öğrenci yoktu. Korzul (Artvin’in en aşağıdaki mahallesinin adı) tarafına bakan camdan aşağıya baktığımda alt tarafta, Abdurrahman abimden ilk defa duyduğumda kulağımı tırmalayan, öğrencilerin sigara içtiği  “Keşhane “ görünüyordu. Burada birkaç öğrenci  odunların üzerine oturmuş sigara tüttürüyordu... Karşı taraftaki yüksek bir dağ eteğine teraslanmış bahçede, kırmızı  ve sarıya çalan renkli, adını bilmediğim meyve ağaçları ile okulun bahçesine doğru sarkan yeşil iri yapraklı bağ çubukları görünüyordu. Yaprakların arasında üzüm var mıydı tam belli olmuyordu...

Sınıfımın yerini öğrenmiştim çok şükür. “Öğleden sonra derse gireyim mi girmeyeyim mi?” diye düşündüm. Bir türlü karar veremedim. Faik Hocada kayıt yaparken serbest bırakmıştı; “ister derslere girin isterseniz okulun çevresinde gezip , okulu tanıyın “ demişti. 

Sınıfta fazla oyalanmadım. Koridora çıktığımda sağ tarafta bir lavabo gördüm. İçeri girip ihtiyacımı giderdim ve elimi yıkadım. Tuvaletler ve lavabolar aynı yatakhanemiz gibi tertemizdi. “ Böyle güzel bir okulda okunmaz mı? “ diye bir soru sordum kendime ve cevabını da yine kendime şöyle verdim: “Okunur okunur da Şükrü; anadan, babadan, abilerinden, ablandan, kardeşlerinden ve Alaca’daki sevdiğin kızdan çok uzak olan bu diyarda onlardan ayrı olarak  yaşamak senin için çok zor olacak!.. Bunu kafanın bir köşesine yaz !..” 

Yemekhanenin kapısına doğru indiğimde kalabalık bir öğrenci topluluğu ile karşılaştım.  Merdivenin ortasında tahtadan yapılmış trabzonlara sol elimi koyarak durdum. “Ömer ve Baki arkadaşlarım kalabalığın içinde mi?” diye göz gezdirdim. İçeri girmek için çabalayan öğrenciler arasında maalesef onları göremedim... 

Sağda ve solda bu şekilde arayıp bulamayacaktım hemşerilerim Ömer ile Baki’yi... Yemekten sonra Abdurrahman Abimin yanına gitmeye karar verdim. O ‘Ben anons ettirip arkadaşlarını çağırırım’” demişti... “Ömer ve Baki’yi bulsa bulsa o bulur” diye düşündüm. Belki de yemekhanenin içinde tesadüfen karşılaşırız düşüncesiyle kapı önünde toplanmış kalabalığa karıştım. Boyum ufacık kalmıştı; benden hayli uzun olan talebeler arasında... Arkamızdan öğrencilerin sıkıştırmaları, ittirmeleri ile kapıya doğru adım adım ilerledim...

Yemekhanenin çift kanatlı kapının biri ardına kadar açılmış, nöbetçi bir öğretmen kenarda elinde ince bir çubukla ayakta bekliyor, görevli bir talebe de sekizer sekizer öğrencileri içeri alıyordu. Ara sıra itiş kakışlar, bağırmalar çağırmalar  oluyordu. Elinde çubukla bekleyen nöbetçi öğretmen: “Çocuklar acele etmeyin. Birbirinizin üzerine yüklenmeyin. Hepinizi içeri alacağız.  Sakin olun!.. Aranızda ufak öğrenciler var. Onlar ezilebilir . Aman dikkat edin“ diyordu.

Büyük bir mücadele sonu içeriye kapağı atan öğrenciler de boş masalara sıra halinde oturuyorlardı...

Kapının önünde içeri girmeye çalışan, itişip kakışan öğrencilerin çıkardığı gürültü ile masalarda oturup yemek yiyenlerin yaptıkları sesler ve tabaklara gidip gelen demir kaşıkların takırtısı birbirine karışmış gibiydi. Yemekhanenin içinde büyük bir uğultu vardı...

Nihayet ben de yemekhanenin kapısına yaklaştım... İçeriden nefis yemek kokular geliyordu. Karnımın iyice acıktığını, midemin kazındığını hissettim. Hopa’dan beri aç ve susuzdum. Bir an önce beni de içeri alsalar da ; okulumda ilk defa yiyeceğim yemeklerden yesem ve açlığımı gidersem diye sabırsızlanıyorum.. 

Aslında ben bugün oruca hazırlık olsun diye Hopa’da sabaha karşı abimle yemek yedikten sonra niyetlenmiştim. Ramazan ayının başlamasına daha üç gün vardı. Bünyem alışsın diye ramazandan önce oruç tutayım demiştim (annem ramazandan bir iki gün önce iki yıldır oruç tutturuyordu bana); ama yemekhanenin kapısına gelince nefis yemek kokularını dayanamamıştım niyetimi bozmuştum; öğle yemeğini  yemeye karar vermiştim... Çünkü akşama  daha çok vakit vardı. Oruçlu olarak bugün benim için çok zor geçebilirdi... Kalabalığın içinde bir oyana bir buyana gidip gelirken içimden de “Niyetlendiğim orucumu bozuyorum. Allah’ım beni affet ”  diye duamı yapıyordum...

En sonunda yemekhanenin kapısının önüne gelebildim. Kalabalık içinde benim sıkıştığımı gören nöbetçi öğretmen elindeki çubuğu bana doğru uzatarak :  “ Evladım şöyle yanıma gel,” dedi. Ben de güçlükle o küçük bedenimle sucuk gibi sıkıştığım öğrencilerin arasından kurtulup öğretmenin yanına gittim. Omzuma elini koydu. Nöbetçi öğrenciye seslenerek: “ Evladım, şu yanımda duran öğrenciden itibaren yedi kişiyi al içeri “ dedi. 

Görevli öğrenci söylenileni yaptı. İçeriye aldığı yedi kişi ile ben öğretmenlerin yemek yediği beyaz örtülerin olduğu yerin hemen yanındaki boş bir masanın altındaki  tabureleri çekip oturduk...  

Tabureye oturur oturmaz kafamı öğretmenlerin yemek yediği tarafa çevirdim. Öğretmenler hem yemeklerini yiyor hemi de kendi aralarında sohbet ediyorlardı... Bir öğrenci de onlara hizmet ediyordu... Resim Atölyesinde gördüğüm bayan resim hocasının sağında solunda  ve karşısında oturmuş bayan hocalar,  hemen yanımızdaki masada idiler... Tugo Müdürümüz ve Eğitim Şefimiz Faik Hocamız masalarda göremedim... Herhalde onlar öğle yemeğine evlerine gidiyorlardı sanırım...

Öğretmenlerin masalarından sonra bizden önce yemekhaneye girmiş ve masalarda yemeklerini yiyen arkadaşlara da bir gözattım. İçerde çok sayıda öğrenci vardı. Ben deyim iki yüz siz deyin üç yüz. Aman Allah’ım!.. Devletimiz bu kadar öğrencinin karnını nasıl doyuruyordu? Bu kadar öğrenciye yemek nerede ve nasıl yapılıyordu? Bu manzara karşısında şaştım kaldım. Talebeler kafalarını masalara eğmişler,  önlerindeki tabaklara habire kaşık sallıyorlardı...

Devam edecek.
 
Haber :
Bu Haber 459 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, yemekhane,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5791
Kırım haritası
İzlenme : 5784
Semer
İzlenme : 3188
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2564
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr