Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

23-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: YATAKHANE-3-


23-ARTVİN  BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:  YATAKHANE-3-



 Paylaş
 25 Subat 2021 01 : 25 
23-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: YATAKHANE-3-

“Ana kucağı gibi 
bir yatağa sahip olmuştum”

“Girdapların kararmış gözleri süzülünce,
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar.
Karlı dağlar ardından titrek bir ay gülünce;
Çoruh zincir içinde bir esir gibi ağlar ...
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar...”

Artvin Parasız  Yatılı Erkek Öğretmen Okulu’na kayıt olduğum (6.10.1972) tarihten tam otuz dokuz yıl önce Bedrettin Ömer Uşaklı, yazdığı “Çoruh Akşamları “ şiirinde; Çoruh’un, karlı dağlar ardında titrek bir ayın güldüğünü  gördüğünde, zincir içinde bir esir gibi ağladığını; dağların da korkunç bir dev gibi onun azgın sularının girdaplarına girdiğini söylüyordu...

Ben de okulumuzda, akşamları gökyüzüne baktığımda titrek ayın güleç yüzünü görebilecek miydim; gördüğümde de Çoruh nehrinin dağlara, girdaplara, kayalara çarparak gürül gürül çıkardığı ses gibi çağlayarak ağlayabilecek miydim; ağladığımda da çok uzaklardaki anacığıma, babacığıma, sevdiklerime ve ta Alaca’dan büyük bir itina ile bavulumda taşıyıp getirdiğim, çelik dolabımın bir köşesinde resmini sakladığım sevgilime sesimi duyurabilecek miydim?..

Bunu zaman gösterecekti!..

Devletimin emekçilerinden, memurlarından, esnafından, sanatçısından, sanayicisinden, ticaret erbabından, toprağı işleyen çiftçimden  topladığı vergilerle satın aldığı ve şahsıma tahsis ettiği; kesintisiz dört yıl kullanacağım, güzel tertemiz bir odada  yerden yaklaşık bir seksen metre yükseklikte pamuk gibi yumuşak, gelin gibi beyazlara bürünmüş bir yar gibi saracak, ana kucağı gibi kanatları altına alacak, baba ocağı gibi  beni ısıtacak bir yatağa sahip olmuştum... Bu yatak benim ilk malik olduğum devlet tarafından bana emanet edilmiş en kutsal bir hazine idi... 

Bu kutsal emanete geceleri farkına varmadan altıma kaçırmamam gerekti; ona temiz bakmam boynumun borcuydu... Çünkü benden sonra da başka öğrenciler kullanacaktı bu güzel yatağı... Bu mümkün mü idi? 

Benim açımdan biraz çok zor görünüyordu!..

Çocukluğumda zaman zaman uykudayken altıma ediyordum... Burada da aynı kabusu yaşayacak mıydım? Bu beni çok endişelendiriyordu!.. Evde yatağa işediğimden dolayı adım “ Südüklü Hörü”ye çıkmıştı zaten... 

Arkadaşlarım bana nasıl bakarlardı? “Utanmıyor musun; eşek kadar adamsın bu yaşta yatağa işenir mi? Odamızı kokutuyorsun!..” derler miydi? 

Bunu bilemiyordum!..

İşte bu korkularla boğuşup duruyordum, yatağıma melül melül bakarken... Ben bunları düşünürken arkadaşlar da büyük bir gayretle yataklarına görevli abinin gösterdiği şekilde beyaz çarşaflarını seriyorlar; yorganlarına, yastıklarına da beyaz kılıflarını geçiriyorlardı...

Daha birkaç gün önceki güne kadar (buraya gelmeden önce baba ocağında) ben hiçbir zaman tek olarak bir yatakta yatmamıştım; sadece çevresini ısıtan bir odun ( bazen saçkı ve tezekte yakardık) sobasının yandığı odaya yere serilen yer yatağında abim Aslan, kardeşim Yusuf ile hep ayak uçlu yatmıştım... Bir yatağı iki ve üç kardeş paylaşmıştık...  Ayaklarımızın bir kısmı hep yorganın dışında kalırdı...

Her yatağa girdiğimizde de tepik kavgasına başlardık. 

Ben derdim: “ Aslan abi, ayaklarını kenara çek!” O derdi ki :

“ Şükrü sen kenara çek!”  

O da çekmezdi ben de çekmezdim. Her ikimizde de “Tatar inatı!”  vardı. Sonunda yorgan altında tepiklerin kavgası başlardı... Bu kavga ya annemin ya babamın müdahalesi ile sona ererdi ya da uyuduğumuzda... 

Aslan abimle yaptığımız tepik kavgasını özleyecektim herhalde; öğretmen okulunun yatakhanesinde yatacağım tek kişilik bu muhteşem yatakta...

Aslında Aslan abime karşı küçük olduğumu bir türlü kabul edemiyordum. Aramızda tam yedi ay yaş fark vardı.  İki ay önceden doğmuşum; dokuz ayı beklememişim. Sanki erken neden doğmuşsam!.. Zor doğurmuş anam beni. Hatta anamın karnında bebek öldü demişler. Beni doğurtmak için anama defalarca dombalak ( kafasını eğip yuvarlamışlar) aşırtmışlar yatakta... 

Abimden ufak olmama rağmen çok gürbüzdüm. Kuvvetliydim.  Aslan abim çocukluğunda geçirdiği menenjit hastalığı nedeniyle bedeni  çelimsiz kalmıştı; zayıftı, güçsüzdü... Hemen hemen aynı boydaydık...

Aslan abimin arkasından ben doğar doğmaz rahmetli Fatma ebem: “ Vah vah, Aslan balamın ( çocuğumun)  arkasından bu bala geldi. Aslan’ımı bu bala östürmecek( büyütmeyecek) “ demiş. 

Kartanamın (Ebemin) dediği gibi de olmuştu. Güreştiğimizde hemen altıma alıp yıkabiliyordum Aslan abimi... Kavga ettiğimde hep ben üstünlüğü sağlıyordum... Çoğu kere bana sesini çıkaramıyordu... Sanki ben abiydim o da küçüğümdü... 

Beni affetsin Aslan abim... 

Hayvan gütmeyi hiç sevmezdim; ahırımızdaki inek ve camuzumuzu yaymak için beraber yazıya gittiğimizde ise ben hemen kaytarır kaçardım. Ya Sinemaya giderdim ya da mahallemizdeki arkadaşlarla akşama kadar oynardım... Aslan abim de başbaşa kalırdı ineklerimizle,  camuzlarımızla...

Ailemizin  ilk çocuğu, evimizin en büyüğü  Futbolcu Satılmış abimdi. Abimden önce dört çocuk bir iki ay yaşayıp ölmüş. Annem abime hamile kalınca, köyümüzde birkaç kadınlarla ve eşleriyle birlikte eşek üzerinde Yozgat ili Yerköy  ilçesine bağlı Beserek köyündeki türbeye gitmişler. Orada akrabalarımız varmış. Bir hafta kalmışlar. Beserek’te bir Tatar köyü imiş. Karnındaki çocuk yaşasın diye Allah’a dua etmişler türbede ve oraya da daha doğmamış bebeği sözde satarak  adını “Satılmış “  koymuşlar. Abim de ölen dört çocuktan sonra hayata tutunmuş ve yaşamış; deli dolu, kabına sığmayan bir çocuk olmuş... 

Genelde türbe çocukları, hep abim gibi yaramaz oluyorlarmış nedense!.. 

Bu yüzden babamın ve annemin gözünde ilk çocukları, ilk göz ağrıları olduğu için abim çok kıymetli idi; pişen tavuk budunun daima biri ona ayrılırdı, yemeklerin etleri ona ikram edilirdi; o bir tohumluktu sanki ; evimizde sadece onun şahsına ait,  koyun yününden içi doldurulmuş, bir yün yatak vardı. Yastığının içine de tavuk tüyü konulmuştu. Buna hepimiz “tüy yastık” derdik.  

Satılmış abimin yatağı yere konulmazdı; babamın tahtadan yaptığı bir metre yükseklikteki makat( sedir) dediğimiz yere serilirdi... Ağabeyimin yastığının içindeki tavuk tüyünü anacığım nasıl toplamış da  bir yastık yapmıştı; bu tüy yastık için kaç tavuk ve kaç horoz kesilmişti; bunu o çocuk aklımla bir türlü kavrayamamıştım... Tüy yastığın içinde de tavuk tüyü olduğuna bir türlü inanmamıştım... 

Ablamın, Aslan abimin, benim ve diğer üç kardeşimin  altındaki yatakların içinde ise ya ot ya da sap dolu idi...Yorganlarımız ise yündü... Abimin yatağına ve yastığına hepimiz imrendirdik; çünkü onda uyuması çok rahattı ve çok yumuşaktı... 

Abim Çorum’da lisede okurken bu “tüy yastığı” yanında götürmemişti.. Ablam ve Aslan abimle “ ben bu yastıkta yatacağım” diye yastık kavgası yapardık; “tüy yastığı” elimizde çekiştirip dururduk. Kim önce kaparsa o gece “tüy yastık” onun olurdu... Genelde hep ben galip gelirdim... Çünkü çok yaramaz ve kuvvetliydim... Gecenin bir yarısında ya da sabah uyandığımda ise “tüy yastığın” adres değiştirdiğini görürdüm;  ya ablamın başının altında idi ya da Aslan abimin... Ben de o zaman onları uyandırmadan “tüy yastığı” başlarının altından çekip alırdım...

O çocukluk günlerimde benim de abimin yatağı ve yastığı gibi bir yatağımın, bir yastığımın  olmasını hep istemiş ve hayal etmiştim. İşte bugün ( 6 Ekim 1972)  Artvin Erkek Öğretmen Okulu’na kayıt olduğum  Cuma günü abimin yatağına benzeyen, içinde yün mü veya başka bir şey mi olduğunu bilmediğim, yumuşak bir yatağa ve yastığa sahip olmuştum... 

Dünyanın o anda en mutlu insanı kim diye sorsalardı; hiç tereddütsüz “benim” diye okulumun yatakhanesinde haykırırdım...

Yatakhanemizde altlı üstlü olmak üzere on ranza ve üzerlerinde de yirmi kişilik yatak vardı; ranzanın beşi sağda beşi solda idi. Duvar dibine de çelik dolaplar sıralanmıştı. Koğuşun ortasında  karşılıklı ranzalar arasındaki boşluk, Çoruh nehrine bakan  balkon kapısına kadar uzanıyordu.  Bu boşluk çok rahattı ve genişti. Ama yan yana ranzalar arasındaki boşluk dardı ancak bir kişi zor sığabiliyordu... Tavanda da beyaz bir karpuz lambası sallanıyordu...

Çelik dolaplarımız çok mükemmel ve sağlamdı. En altta ayakkabıları, terliği , en üstte de kitapları koyacağımız bölmeler vardı. Orta kısımdaki boşlukta ise elbiselerimizi asacağımız yuvarlak bir demir görünüyordu. Elbiseleri asmak hiç aklıma gelmediği için yanıma askı almamıştım; bu yüzden giysilerimi orta bölmeye katlayarak yerleştirmiştim. Mandolinimi de elbiselerin üstüne koyarak dolabın kenarına dayamıştım. Dolabın kapısını da kilitleyip anahtarı cebime atmıştım. Bavulumu da arkadaşların yardımı ile çelik dolabın üzerine zorlanarak koymuştuk. 

Benim yatağımı görevli abi yaptığı için dolaptaki yerleştirme işimi bitirmiş diğer arkadaşlarımı bekliyordum kapının kenarında...

Yatağıma çok sevinmiştim. İçim içime sığmıyordu... Kendimi o kadar yorgun ve uykusuz hissediyordum ki müsaade etseler bu tertemiz beyaz örtülere bürünmüş yatağımda sabaha kadar deliksiz uyurdum... Yalnız içimde bir takım endişeler ve korkular vardı; boyumdan çok yüksek ranzaya kendim nasıl çıkacaktım? Diyelim ki çıkıp yattım. Yirmi kişinin olduğu koğuşta aksırıklara, tıksırıklara, horlamalara, istenmeden oluşan gaz ve ayak kokularına nasıl tahammül edecektim? 

Gerçi kalabalık yerde yatmaya alışıktım... Yabancı değildim. Biz yedi kardeştik ve aynı odada yatıyorduk... Şimdi de hiç tanımadığım on dokuz kişi İle bu akşam ilk defa bir arada yatacaktım... 

“Bakalım!.. Bu gece gözüme uyku girecek miydi? Nasıl  uyum sağlayacaktım? Gözlerimi tavana diktiğimde rahat uyuyabilecek miydim? Uyuduğumda yatağımda hiç kımıldamadan durabilecek miydim? Uykuda iken sağa sola hareket ettiğimde ranzadan küt diye aşağıya yuvarlanacak mıydım? Yuvarlanırsam kafam gözüm  veya bir başka yerim kırılacak mıydı? “sorularını kendime sorarken, yatakhane görevlisi abimiz odamıza geldi. Kapının eşiğinde durdu: 

“ Arkadaşlar işiniz bitti ise öğle yemeği vakti geldi. Öğrenciler yemek yemeye indiler. Siz de yemekhaneye gidip öğle yemeğinizi yeyin. Gece ona kadar yatakhane açılmayacak. O saate kadar içeri giremezsiniz...Almanız gereken bir eşyanız, elbiseniz varsa yanınıza alın,” dedi.

Görevli Abiye “ Tuvaletler neresi?” dedim. Sol eliyle göstererek “ Şu yanımızdaki odadan sonraki oda tuvaletlerin olduğu yer . Eğer ihtiyacın varsa git. Seni bekleriz “ dedi.

Ben de “ Şu anda ihtiyacım yok abi. Sadece yerini öğrenmek için sordum “ dedim.

Devam edecek...

Not: Bu yazı serimi  iki günde bir yayımlayacağım..
 
Haber :
Bu Haber 686 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, yemekhane,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5766
Semer
İzlenme : 3173
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2550
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr