Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

13-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: EĞİTİM ŞEFİMİZ FAİK TERZİOĞLU


13-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: EĞİTİM ŞEFİMİZ FAİK TERZİOĞLU



 Paylaş
 24 Ocak 2021 16 : 52 

13-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM:EĞİTİM ŞEFİMİZ FAİK TERZİOĞLU


Eğitim Şefimiz Faik Hocamıza, korka korka uzattığım zarfı aldı. İçini açtı. Zarfın içinden çıkardığı evraklara bakarken bir ara kafasını kaldırıp beni süzdü...


Odada bir sessizlik hakimdi; bunu Faik Hocamızın o tiz peltek sesi bozdu:


“ Evladum!.. Senin baban, abin , bir velin yok mu?” dedi.


İlk ahretlik soru sorulmuştu; baba, abi ne demekti; bu iki kelimenin anlamını gayet iyi biliyordum; bahse konu olan ikisi de şu anda yanımda değillerdi. Ama “Veli” kelimesinin ne olduğunu bilmiyordum. 


Ne demek istemişti “velin yok mu?” dediğinde Faik Hocamız?


Ben bunları düşünürken bir de baktım Ertuğrul’un dayısı tepemde dikili verdi. Faik Hocamız ikinci bir soruyu sormadan Ertuğrul’un dayısı “ Hocam kabul ederseniz kapıda bekleyen yeğenimle bu çocuğun velisi ben olmak istiyorum“ dedi, Abimin  Hopa’da beni kendisine emanet ettiği olayı kısaca anlattı. 


“Demek bu delikanlının abisi Çorum Sporda fotbolcuymuş. Ben de Rizeliyim. Geçen yıl Çorum Spor ile Rize aynı grupta idi. Ben de sporu severim. Ara sıra Rize’de iken maçlara gittiğim oldu. Beyefendi siz kenarda oturun. İhtiyacım olursa sizi çağırırım,” dedi. Sonra da bana ahiretlik o güzel tatlı şivesiyle soruları sormaya başladı Eğitim Şefimiz Faik Terzioğlu...


Yanılmamıştım. Faik Hocamız halis mulis bir lazdı. Hemi de lazların ençok yaşadığı Rize’dendi...


“Senin abin fotbolcu öyle mi? Sen de top peşinden koşuyor musun evladum?” dedi.


“ Efet efendim. Abimin sayesinde ben de topla tanıştım.” dedim.

 

“Adın ve soyadın ne senin ?”


“ Şükrü Bilgili, öğretmenim.”


“ Hangi okuldan geliyorsun?”


“Alaca Nedim Tuğaltay Ortaokulundan.”


“Senin yaşın kaç? Çok küçük görünüyorsun...”


“1959 doğumluyum. On dört yaşımın  dördüncü ayındayım öğretmenim. Ben hep on üç yaşımdayım diyorum soranlara ...”


“Evladım senin baban yaşını küçük yazdırmış gibi geliyor. Sen normalinde yedi yaşında ilkokula başlasan, ilk ve ortaokul sekiz yılı ilave edersek on beş yaşında olman gerek. Senin nüfus cüzdanında doğum tarihin hatalı.”


“ Öğretmenim ben ilkokula emsallerimden bir yıl önce başladım. Herhalde altı yaşımda gittim okula. Benimle aynı yaşıttaki bazı arkadaşlarımı ilkokul öğretmenimiz evlerine gönderdi yaşları küçük diye. Elim iyi kalem tuttuğundan ve güzel çizgiler yaptığımdan beni eve göndermemişti. Bu yüzden hem cüzdanda yazılı yaşım küçük yazılmış hemi de küçük yaşta başladım ilkokula.” 


O sırada Faik öğretmenimiz benim diplomayı inceliyordu. Kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı;


“ Afferim sana evladum. Diploma notun pekiyi. Sen çalışkan, akıllı , zeki bir talebeye benziyorsun. Ortaokulda bir derecen var mıydı?”


“Öğretmenim ikincilik gibi bir derecem var. Türkçe dersini sevmiyordum. Bu yüzden bu dersim not ortalama düşürdü. Birinciliği Coşkun Arslan arkadaşıma kaptırdım...”


“ Buna çok sevindim. Bu okulumuzda düzenli, tertipli çalışırsan aynı dereceyi elde edeceğinden şüphem yok. Seni ben çok sevdim. Abinin seni buraya kadar getirmediğine üzülmüşe benziyorsun... Artık bu gurbete alışacaksın. Başka çare yok. Bir sıkıntın, bir derdin olursa çık yanıma gel!” 


“Olur öğretmenim.” dedim. Herhalde yüzümdeki ifadelerden ve gözlerimin şişmesinden , kızarmasından ağladığımı ve kederlendirmiş olduğumu hissetmişti Faik Öğretmenimiz. Zarfın içindeki küçük zarfları, posta ve damga pulları, noterden tastikli nüfus cüzdan suretini, diplomayı baktıktan sonra taahhütnamenin her sayfasındaki imzaları kontrol ederken:


“Evladum Şükrü, taahhütnamede kefilin Metin Coşkun adındaki şahıs öğretmenmiş. Bu arkadaş akraban mı? Öğrencilerimin çoğu kefil bulmakta zorlanmışlar.” dedi Faik Hocamız..


“Akrabam değil öğretmenim. Evet biz de kefil bulmakta çok sıkıntı çektik. Yakınlarımızdan bir tane dahi memur yoktu. Babam ilçemiz Alaca’da birkaç memura ‘oğlum için kefil olur musunuz?’ demiş hiçbiri yanaşmamış. Metin Coşkun öğretmenimiz köyümüzde öğretmenlik yapmış biri. Ben köyde okumadım. İlçede okudum. Babamın da tanıdığı Setenci Sofu Sıttık Amcanın damadı imiş Metin Hocamız. Babam  ona rica etmiş. Sağolsun o da kabul etmiş. Yoksa ben bu okula elinizdeki taahhütnameye kefil bulamamaktan dolayı gelemeyecektim.”  dedim.


Faik Hocam : “ Demek ki şansın varmış. Evladım Şükrü,  sen oruç tutuyor musun?” dedi. 


“Evet öğretmenim. Ortaokula başladığım yıldan itibaren oruç tutmaya başladım. Bir kere sadece dün yolculukta tutamadım. Bu sabah sahur vaktinde otobüsümüz  Hopa’da mola vermişti. Sahur yemeğimizi abimle bir lokantada yemiştik. Şu anda oruçluyum .” dedim.


“Evladım sen çok küçüksün. Oruç tutarsan  zorlanırsın. Şimdi okulunuzda oruç nasıl tutuluyor anlatayım.  İftar saatinde oruç tutanlara tutmayanlara birlikte  akşam yemeği veriliyor. Akşam yemeğinden sonra sekiz ile on arası sınıflarda  müteala yapılıyor. Müteala demek ders çalışma, ödevleri yapma demek... Mütealadan sonra oruç tutanlar yemekhaneye, tutmayanlar yatakhaneye  gidiyor. Öğrenciyi yattıktan sonra kaldırmak zor olduğundan , bir de oruç tutmayanlar uyudukları için onların rahatsız olacağı düşünülerek , yatmadan önce saat ondan yani yirmi ikiden sonra oruç tutanlara sahur yemeği veriliyor. İftar saati ise ertesi gün yedi cıvarında yapılıyor. Buna göre on dokuz saat oruç tutmuş olacaksın. On dokuz saatlik oruca senin küçük bedenin dayanır mı? İyi düşün bana öyle cevap ver.” dedi Faik Hocamız.. 


Kafam biraz karışmıştı. Toparlamaya çalıştım. Sahursuz oruç tutmak... Demek ki okulda sahura kalkma olmayacak. Sahuru yedi saat önce ders çalıştıktan sonra yapacağız.  Yani yedi saat fazladan aç kalacağız. Ben bunu dayanabilir miyim ilk anda kestiremedim. Faik Öğretmenimi fazla bekletmeden “ Ben oruç tutacağım.” dedim...


Faik Hocamız , beni oruç tutanların listesine yazarken benimle konuşmaya devam ediyordu:


“ Evladum Şükrü, senden başka Alaca’dan okulumuzu kazanan var mı?”


“ Öğretmenin iki arkadaşım daha kazandı. Biri Baki Karabıçak, diğeri de Ömer Polat. Bu iki arkadaşla ortaokulda beraber okuduk. Baki Karabıçak Sungurlu’nun köylerinden olmasına rağmen Alaca’da okudu. Ömer ile buraya gelmeden önce sözleşmiştik. Beraber gelecektik. Ağabeyim bana Çorum’dan mandolin alacaktı. Geç aldı. O yüzden ben Ömer Polat’la birlikte gelemedim. Baki  Karabıçak ile de hiç irtibat kuramadık. Acaba bu arkadaşlarım geldi mi? Bilmiyorum.” dediğimde, Faik Öğretmenimiz :


“ Bu arkadaşların da oruç tutarlar mı?” dedi. Ben de:


“ Büyük bir ihtimal tutarlar” diye cevap verince Faik Bey, “ Oruç Tutanların Listesine” baştan aşağı elindeki kalemin ucuyla tüm isimlerin üzerinden gezdirerek Alacalı arkadaşlarımın isimlerini bulunca, kalemini durdurdu;


“ Evet, oruç tutanların listesinde isimleri yazılı. Dün gelmişler. Çok iyi. Bu arkadaşlarını teneffüslerde veya dersler bittikten sonra bahçede karşılaşabilirsin. Şimdi biraz önce kayıt olan öğrenciler ile görevli bir öğrenci sizleri yatakhanelerinize götürecek, yataklarınızı, dolaplarınızı gösterecek. Bavullarınızdaki eşyalarınızı dolaplarınıza boşaltacaksınız. Görevli arkadaş size çarşaf, battaniye, kılıf verecek. Yatak yapılışını gösterecek. Onu iyi öğrenin. Sabah kalktığınızda aynı şekilde yatağınızı düzelteceksiniz. Yatağı düzgün olmayanları görevli öğrenciler tespit edip nöbetçi öğretmenler vasıtası ile bizlere iletilecek. Yatağını düzenli yapmayan, zamanında dersine girmeyen, müteaalarda ders çalışmayan kısacası okulun kurallarına uymayan talebeler disipline verilir ceza ile uyarılır. Bu konular zaman zaman size anlatılacak. Senin yabancı dilin Fransızca imiş. Kaydını  1/G sınıfına yaptım. Sınıfınızda yatakhanenizin altında. Bugün derslere ister girin ister girmeyin. Yalnız ilk derste sınıfta olun, Hayırlı uğurlu olsun.” dedi.


Ben de :” Sağ olun öğretmenim.” dedim, kapıya yöneldim. Arkamdan Faik Öğretmenimiz seslendi: 


“ Evladum Şükrü, mandolininin var mıydı? Onu sormayı unutmuşum,” dedi.


Ben aniden geri dönerek “ Mandolinim var. Bavulumun yanında duruyor öğretmenim” diye cevap verdim. Salonun çıkış kapısının kenarında bavulları ve ellerinde mandolinleri olan biraz önce önünde kayıt olan arkadaşların yanına ben de kütüphaneye koyduğum eşyaları alıp geldim. Ertuğrul’un kayıt olmasını bekledik...


Ertuğrul’un kayıt işlemi de tamam olunca Faik Öğretmenimiz, hepimizin yanına geldi. Kapıda görevli öğrenciyi çağırdı. Elinde tuttuğu listeyi ona verdi. “ Bu listede yazılı olan öğrencileri koğuşlarına götürüp orada görevlilere teslim et.” dedi. Sonra da kenarda ayakta bekleyen talebelerin velilerine  döndü;


“Çocuklarınız artık bizim emanetimiz altında. Yavrularınız bizim yavrularımız. Onları hiç düşünmeyin, Bu çocuklar ne yiyecekler, ne içecekler diye endişe etmeyin. Çocuklarınıza harçlıklarını vermediyseniz veriniz. Sonra da vedalaşınız. Burada artık sizlerin beklemenize gerek yok. Memleketlerinize dönebilirsiniz. Eğer birkaç gün ben Artvin’de kalıp, ara sıra gelip evladımı göreyim diyen varsa Artvin’de oteller var. Orada kalabilirler. Bana sorarsanız Artvin’de hiç kalmayın, memleketlerinize  öğleden sonraki otobüslerle dönebilirsiniz “  dedi. 


Talebeler, babaları, abileri ve dayıları ile vedalaştılar. Hemen hemen hepsi ben hariç ağlıyordu. Çünkü benim yanımda babam veya abim yoktu. Ertuğrul’un dayısı her ikimizin yamağından öptü: “ İkinize de hayırlı olsun. Derslerinize iyi çalışın. Ben hemen Amasya’ya dönüyorum. Allah’a ısmarladık “ dedi ve yanımızdan hemen ayrıldı...


Kayıt olan altı öğrenci sıra halinde okulun kapısından çıktık. Benim yine bir elimde tahta bavul, diğer elimde de kılıfı içinde mandolin vardı. Bavulu zor taşıdığımdan hafif sağa doğru eğilerek yürüyordum. Okulun tam kapısından bir adım ya attım ya atmadım. Sağ ayağım boşluğa gelir gibi oldu. Yere yüzü koyun giderken sağ elimdeki tahta bavul bir tarafa, sol elimdeki mandolin de bir tarafa tangır mangır yuvarlandı. Ben de ellerim ve dizlerim üzerine yere kapaklandım. Ellerim ve dizlerim acımıştı... 


Benim yere düştüğümü gören öğrenciler hemen yanıma gelip yerden kaldırdılar. Biri bavulumu getirip elime verdi. Mandolinim ise hala yerde bir iki metre ilerde yatıyordu. İçimden “ Benim için çok değerli olan ilk defa para ile abimin satın aldığı oyuncağım mandolin aletini daha hiç tıngırtmadan kırmış mıydım acaba?”diye endişeyle ona bakıyordum...


Devam edecek...

 
Haber :
Bu Haber 880 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, Faik,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5788
Kırım haritası
İzlenme : 5781
Semer
İzlenme : 3184
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2559
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr