Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

7-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:ÜÜRÜÜÜÜÜÜÜ


7-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE:ÜÜRÜÜÜÜÜÜÜ



 Paylaş
 17 Ocak 2021 21 : 44 

7-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE 

Yaşanmış gerçek bir hayat hikayesi...

YEDİNCİ BÖLÜM: “ ÜÜRÜÜÜÜÜÜÜÜ”

 

Ertuğrul İleri, arkadaşımın dayısı okul Müdürü Turgut Bayraktutan’ın makamında fazla oyalanmadı... Kapıdan  Müdürle birlikte göründüler. Ertuğrul ile ben oturduğumuz bavulların üzerinden birden ayağa kalkıp esas duruşa geçtik.


Müdür Bey, eliyle ikimizi işaret ederek Ertuğrul’un Dayısına “ Kayıt olacak bu çocuklar mı?” dedi.


Ertuğrul’un dayısı da : “ Evet efendim bu iki çocuk. Biri benim yeğenim. Diğeri de içeride bahsettiğim çocuk. “dedi. Ertuğrul ‘un dayısı içerde Müdür Beye abimin Hopa’dan döndüğünü ve beni kendisine teslim ettiğini, kayıtta bir sıkıntı olup olmadığını söylemiş. 


Müdür Bey:


“Çocuklar, ellerindeki eşyaları ilerde sağda Kütüphane var, oraya bıraksınlar. Evraklarını hazırlayıp, sol tarafta şu öğrencilerin sıra olduğu  Eğitim Şefimiz Faik Terzi’nin odasının önünde beklesinler. Kayıtları Eğitim Şefimiz yapacak. Kayıt olurken siz de çocukların yanında bulunun. ” dedi.


Tugo Müdürümüzü ilk defa görüyorduk. İri yapılı, kır saçları ön taraftan yanlardan  dökülmüş, tombul yüzlü, iri gözlü , gözlerimin altı torbalanmış, takım elbiseli babacan birine benziyordu. Ertuğrul’u ve beni baştan aşağı süzdü. Sonra da içeri girdi.


Bavullarımızı ve mandolinlerimizi kütüphaneye taşıdık. Bavulumun taşıma yeri teneke kulplu ve bu kulpun sağında solunda tenekeden yapılmış iki kilit vardı. Yere koyduğum bavulumdan en üstte koyduğum kayıtla ilgili orta büyüklükteki zarfı çıkardım. Daha önce bavulumun içinde eşyalarımı sayarken kayıt olacağımız zaman hazırladığımız bu zarftan bahsetmeyi unutmuşum. Alaca’da Fikri arkadaşımın sevdiğim kızın penceresi önünden çaldığı ve son anda otobüse yetiştirip bana verdiği resmine baktım yerinde duruyordu. Tekrar bavulumu kitleyip, duvarın kenarına dayadım... Kenarda birkaç tane daha bavullar ve çantalar vardı. Herhalde kayıt olmak için sırada bekleyen öğrencilere aitti bu eşyalar...


Müdürümüz Turgut Beyin odasına giderken  sağdaki ilk odada birkaç öğrencinin kuyrukta beklediklerini görmüştük. Onların da ellerinde benim gibi zarflar vardı. Kayıt demek ki orada yapılıyormuş...Ertuğrul’un dayısı “ Müdür Beyle görüşmek istiyorum “  dediği öğrenci bizi Eğitim Şefinin odası önüne değil de müdür beyin kapısı önüne getirmişti. 


Ertuğrul da ben de zarflarımızı alıp, Eğitim Şefin’in önündeki öğrenci kuyruğuna girdik. Ertuğrul ‘un dayısı da “Ben kenarda oturuyorum, sıra size gelince yanınıza gelirim “ dedi, kenarda oturan velilerin yanına gitti.


Önümüzde dört öğrenci vardı. Ben önde, Ertuğrul arkada olmak üzere kuyruğa girdik. Elimdeki zarı zarfı sıkı sıkı tutuyordum. Zarfın içinde kayıt için gerekli  ortaokul diplomam, okulun bizlere gönderdiği ve bir kefil bularak noterden yaptırdığımız borçlanma taahhüt belgesi, vesikalık resimler , damga ve posta pulları, küçük sarı zarflar, bir de okulun bize gönderdiği bir yazı vardı. Posta pullarını niçin istemişlerdi. O zaman bir anlam verememiştim. Boykot yapıp bizlere bir hafta tard cezası vermişlerdi. O ceza ile ilgili yazı bir mektup zarfı içinde gelmişti ve dışında da okula kayıt olduğumuzda bizden istenen pulları yapıştırmışlardı...


Okulun bana gönderdiği yazıyı zarfın içinden çıkarıp okurken bu mektubun elime ulaştığı anı hatırladım. O  ana daldım gittim...


Her insanın hayatında bazı dönüm noktaları vardır. Benimde hayatımın akışını değiştiren; tuvalete giderken, bir postacının duvar üzerinden "Şükrü Bilgili'ye mektup vaaar!.." diye bağırarak attığı sarı zarflı bir mektuptu.

 

Mektup havada kavis çizerek ayaklarımın altına düşmüştü. İşte kaderim ayaklarımın altında idi.  Eğilip mektubu yerden aldım. Belkide bir mektubu değil de bir kaderi yerden kaldırıyordum.

 

Bugüne kadar bana mektup gelmemişti.

 

Kimden gelebilirdi ki? Hiç mektup yazmamıştım ki karşılığı gelsin. Hatta bavulumda çalıntı resmi olan melankolik aşkım, sevdiğim kıza dahi mektup yazmamıştım...

 

Ortaokulu bitiren biri kime mektup yazabilirdi ki? 

 

Heyecanla zarfı yırttım. Zarfın nasıl açılacağını da bilmiyordum. İçinde resmi yazılı bir kağıt vardı. Satırları okumaya başladım: "Sayın Şükrü Bilgili Parasız Yatılı Artvin Erkek Öğretmen Okulu'nu kazandınız.  15 Eylül 1972 tarihine kadar aşağıda belirtilen belgelerle birlikte adı geçen okula müracaatınızı yapınız." yazılı idi.

 

Şaşırmıştım. Ağlasam mı sevinsem mi bilemiyordum...

 

Mektuplar insanların  sevgilerini, umutlarını, acılarını, kederlerini, duygularını, düşüncelerini içinde taşıyan çok değerli hazinelerin saklandığı küpler gibidir. Kimi mektuplar insanları birbirine kavuşturur; hasret ve özlem giderir, kimi mektuplar da ayrılıklara neden olur; ıstıraplar, sıkıntılar verir. Bu mektup benim kaderim de ne gibi yol çizecekti , bunu zaman gösterecekti...

 

Hayatımda belkide ilk aldığım mektup buydu. İçinde kaderime yön veren satırlar yazılı idi. Bu satırları okurken çocukluğum gözümün önünde canlanı verdi. Geçmişe daldım gittim...

 

Ortaokulu bitirmiş, dönem bitirme sınavlarını başarı ile tamamlamıştım. O yıllarda bütün derslerden geçtikten sonra bazı temel derslerden tekrar sınava giriliyordu. Özellikle Türkçe dersinden kesinlikle on üzerinden yedi almamız gerekiyordu. Türkçe'den başarısız oluyordum . Bir türlü bu dersi sevememiştim. Dört beş ile zor kurtarıyordum. Fazla kitap okuyamıyordum. Acaba sebep bu muydu? Ortaokul birinci ve ikinci sınıflarda Türkçe dersinin beş olması yıl sonu ortalamamı düşürmüş;  okul birincisi  olamamıştım. 


Hatta ilkokul beşinci sınıfta iken yedi yıllık( üç orta okul, dörtte lise olmak üzere) Parasız Yatılı Öğretmen Okulu sınavına katılmıştım. Bu sınavda “ Bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözünü açıklayın demişlerdi de ben” Bir elini sallarsan ses çıkmaz , iki elini sallarsan ses çıkar gibi” açıklamalar yapmıştım; tabi ki o zaman öğretmen okulunu kazanamamıştım... Demek ki Papaz Ahmet Hocamız bize atasözlerin mecaz anlamları olur, açıklarken o manaya göre açıklayın demedi ya da dedi ben dinlemedim. Bu yüzden ilk denediğim öğretmen okulu sınavından başarısız olmuştum...

 

Bu da beni çok üzmüştü o zaman. 

 

Kitap alacak paramızda yoktu; kalem , silgi almak için yirmi beş kuruşu babamızdan ne zahmetlerle; ağlayarak, sızlayarak alıyorduk.

 

O yıllarda okumak için kitap bulmakta çok zordu.

 

İlçemizde henüz bir kütüphane bile  açılmamıştı.

 

Diğer derslerim özellikle matematik, fen, sosyal, fransızca ondu. Bu derslerden dokuzu bile kabul etmiyordum. Ezberim kuvvetliydi; inek gibi çalışıyordum. Sabahları özellikle sosyal dersine bakar;satır satır ezberlerdim.

 

Sözlüde hoca bir konuyu sorduğunda başlardım kitap gibi anlatmaya. Sayfa değiştikçe kafamla sayfayı çevirirdim. Arkadaşlarım kitaptan beni takip ederlerdi. Atladığım çok nadir olurdu. Sözlüde dokuz veren hocaya "Hocam bu notu vermeyin. Daha sonra iyice hazırlanayım. Beni bir kez daha sözlü yapar mısınız?" diye dokuzu almak istemezdim. 

 

 Akşamları gaz lambasının loş ışığı altında derslerimi yapıyordum. Geç vakitlere kadar ders çalıştığım oluyordu. Vakit geç olunca babam yataktan doğrularak "Oğlum sabah erken kalk. Dersine o zaman çalışırsın. Boşa lambayı yakma, kapat." derdi.

 

 Fakirliğin közü kör olsun. Babam sıradan bir inşaat ustasıydı.Yedi kardeştik.Yedi kardeş ve iki de kendileri tam dokuz horanta. Kolay değildi o yıllarda dokuz insanın karnını doyurmak.

 

Gaz lambasına gazı almak için belki babamın yeterince parası yoktu. Ya da lambayı lüzümsuz yaktığımı sanıyordu. Aslında ben ders çalışıyordum. Babam bunun önemini bilmiyordu. Okuma yazması yoktu. O sadece gaz lamlasında yanan gazı ve cebinden gidecek parasını düşünüyordu. Bana bu yüzden uyarı yapıp yatmamı istiyordu. Ben de hemen gaz lambasını üfürüp yatağıma kıvrılırdım. Gaz lambası sönünce gaz ve yanık fitilin kokusu karanlık odamıza yayılırdı.

 

Yokluk ve yoksulluk içinde ortaokulu okumuştum. Buna rağmen aradan üç yıl geçtikten sonra ikinci kez girdiğim dört yıllık  "Parasız Yatılı Artvin Erkek Öğretmen Okulu"nu kazanmıştım.

 

Şimdi ki nesile bakıyorum da "Bir elleri yağda bir elleri balda". Ama okumuyorlar...Altlarında babaların arabaları, ceplerinde babaların paraları, ellerinde babaların maaşıyla alınan cep telefonları ile "Çal patlasın vur oynasın” havalarıyla günlerini heder ediyorlar. İçlerinden iyi nesil yok mu? Tabi ki var!.... Ama çok az sayıda.

 

Tuvaletin üstünde bir horoz avazı çıktığı kadar "Üüürüüüüüüüüüüü." diye bağırıyordu. Sesi duyar duymaz kendime geldim. Gözlerimi iyice açtım. Tuvaletin yanında ki taşta oturuyordum. Bu taşa ne zaman oturduğumu bile hatırlamadım.Yere baktım. Yerde başında kasketi olan uzunca bir gölge vardı. Kafamı yukarı kaldırdım "Bu gölge kimin?" diye. 


Sekiz köşeli kasketli Tepemde dikilen babamdı.

 

“Ne var Şükrü? Elindeki zarf neyin nesi?”dedi. Ben büyük bir iş başarmış kumandan gibi gururla yerden doğruldum,  güleç bir yüzle:

 

 “Baba!.. Bak!..Öğretmen okulunu kazandım. Bu zarfta bu yazılı,” dediğimde babam hiç sevinmemişti. Yüzünü buruşturdu:

 

“Okuyupta adam mı olacaksın?” dedi ve yanımdan uzaklaştı.  Ben de olduğum yere yığıldım,” kaldım... Babam Parasız Yatılı Okulun ne anlama geldiğini bilmiyordu. O zannediyordu ki bütün masraflar benden çıkacak. Bu yüzden babam Okulu kazandığıma sevinmemişti. Yiyeceğimiz, giyeceğimiz, içeceğimiz, yatakhanemiz, ısınmamız, barınmamız hep devletten olduğunu bilseydi, iki yanaklarımdan öper beni tebrik ederdi... Ben de kazandığım okulun bizlere sunacağı imkanları bilmediğimden babama bir şey diyememiştim.


Sadece oturduğum yerde saatlerce ağladım...

 

Ağladım...Ağladım...

 

Ağlayarak gittiğim öğretmen okulundan yine ağlayarak ayrıldım. Otuz beş yıl sonra  birlikte dört yıl karavanaya kaşık salladığımız, birlikte yatakhanelerinde mışıl mışıl  uyuduğumuz, birlikte  havasını teneffüs ettiğimiz, beraber güldüğümüz, beraber ağladığımız arkadaşlarla 2 Temmuz 2011 yılında Samsun'da buluştuk. Bu güzel buluşmayı anlatıp , kaldığımız yerden Artvin anılarıma devam edeceğim...


Devam edecek...

 
Haber :
Bu Haber 658 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, Tugo,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5787
Kırım haritası
İzlenme : 5781
Semer
İzlenme : 3184
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2559
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr