Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

1-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: TUGO MÜDÜRÜMÜZ


1-ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE: TUGO MÜDÜRÜMÜZ



 Paylaş
 07 Ocak 2021 19 : 18 

ARTVİN BİR SEVDADIR GÖRPE YÜREKLERDE

Yaşanmış gerçek hayat hikayesi...

BİRİNCİ BÖLÜM: TUGO MÜDÜRÜMÜZ 


“Artvin Parasız Yatılı Erkek Öğretmen Okulu” isminin yazıldığı bir tabelanın altındaki büyük demir kapıdan adım attığımda; bir elimde babamın yaptığı tahtadan bir bavul (asker bavulu derlerdi buna), diğer elimde kılıfın içinde mandolin; üzerimde de bir yıl önce Alaca Şehit Nedim Tuğaltay Ortaokulu Müdür Yardımcısı Ahmet Bayrav Hocamın uyarısı ile eskimiş, yırtık pırtık ceketimin yerine babama aldırdığım siyah renkli ceketim, altımda gri pantolonum, beyaz renkli bir gömleğim ve onun üzerinde de “oğlum yolda belde üşürsün” diye annemin zorla giydirdiği el örme bir kazak vardı...


O yıllarda renk renk , desen desen, farklı ebatlarda, çok değişik malzemelerden yapılmış, fermuarlı, şifreli, birçok gözü olan çantalar, valizler, bavullar yoktu. Vardı da ben bilmiyordum ya da onları alacak paramız yoktu...


Rahmetli babam usta idi. Hem yapı ustasıydı. Hem de marangozdu.  Müstakil bir binanın temelinden başlardı yapmaya; duvarlarından, bacadan, çatıdan çıkardı; sonra da kapı ve pencere kayıtlarını yapar, yerlerine takar mal sahibine teslim ederdi. Sadece suva yapmayı bilmiyordu. Onun haricinde binanın herşeyini bizzat kendisi yapardı...


Artvin’e giderken elimdeki tahta bavulu babam yapmıştı. Hatta ilkokula ilk başladığım da bana tahtadan küçük bir okul çantası da yapmıştı; kitaplarımı , defterlerimi, silgimi, kalemimi içine koymuş; beş yıl bu tahta çanta ile gidip gelmiştim. Bir keresinde bu çantamın üzerine binip Sudeposu’ndan ( ilçemize su dağıtım şebekesin olduğu yüksek bir tepenin olduğu yer) toprak zeminde aşağıya doğru kaymıştım, kenarı kırılmıştı ve babamdan da azar işitmiştim. Artvin Öğretmen Okuluna da işte bu küçük tahta okul çantasının bire bir benzeri ama buna göre daha büyük bir tahta bavulla girmiştim...


Tahta bavulumun içinde  ablam tarafından Sümerbank pazeninden dikilen yaban eşeği Zebra’nın çizgilerine benzeyen bir takım pijama, yine Sümerbank’ın ürettiği Amerikan kaput bezinden dikilen iki adet uzun don ve iki adet göynek(atlet), yedek bir gömlek, bir  naylon terlik, elle örülmüş bir kazak, bir mantar ayakkabı( spor ayakkabı), bir paket leblebi, annemin yolda yersin deyip koyduğu küçük bir çörek; bir de Fikri arkadaşımın, sevdiğim, aşık olduğum kızın evlerinin açık penceresinden yürüttüğü siyah beyaz resmi vardı...Benim için en kıymetlisi de buydu...


İlçem Alaca’dan Artvin’e yola çıkmadan önce ortaokul üçüncü sınıfta tanıştığım canciğer kuzu sarması arkadaşım; Kankam Fikri ile kahvede buluşmuştuk. Şiirler yazdığım, bıkmadan, usanmadan gece demeyip gündüz demeyip  saatlerce evlerinin çevresinde volta attığım; geceleri gözyaşları döktüğüm sevdiğim kızın evlerinin önünden, belki bir ihtimal görürüm umuduyla, son bir kez Fikri ile tur atalım demiştik...


Aşık olduğum kızın evlerinin giriş kattaki odanın penceresi açıktı ve kenarında renk renk birkaç saksıda çiçekler vardı. Beni kendine bağlayan sevdiğimin silüetini açık pencereden görür gibi olmuştum. Fikriye “bir daha tur atalım ne olur?”  diye yalvardım. Otobüsün hareket saatine de çok az zaman vardı. Kolumuzda saat olmadığı için tahminen zamanımızı ayarlıyorduk. İkinci turlamamız da Fikri heyacanlı heyecanlı:


“Şükrü, camın kenarında seninkinin resmi var. Onu alalım.” dedi. Ben de:


“ Fikri, gören mören olur. Yakalanırız. Ben okulumdan olurum.  Birde yeterince zamanım yok. Ben garajlara gidiyorum. Sen alabilirsen al. Otobüsü kaçırmayayım.” dedim.


Fikri geride kaldı. Koşarak garaja geldim. Nefes nefese idim. Garajlar Çorum yolu üzerinde idi. Muavin yolcuların eşyalarını bagaja yerleştiriyordu. Tahta bavulumu otobüsün bagajına kendim koymak istedim. Gücüm yetmedi. Muavin bana yardımcı oldu; güç bela bagaja attık benim bavulu... Müzik aleti mandolinimi de elime alıp otobüste yerime oturdum. “Fikri ne yaptı? Resmi alabildi mi?” diye, kafamı cama dayayıp düşünmeye başladım.


Otobüs tam hareket etmek üzere iken Fikri’yi camdan aşağıda bana el ederken gördüm. Şöföre “ Şöför Amca, bir dakika bekler misin? Bir arkadaşım gelmiş. Aşağıda beni bekliyor. Bana bir şey diyecek,” dedim. Şöför “ Çabuk ol. Fazla oyalanma. Kalkmak üzereyiz,” dedi ve otobüsten atladım. 


Fikri’ye doğru koştum. Kucaklaştık. “ Fikri kardeşim Allahaısmarladık . Hakkını helal et. Ya gelirim ya gelmem. Çok uzak diyarlara Artvin’e gidiyorum. ‘Gidipte dönmemek var. Gelipte görmemek var’” dedim, yanaklarından öptüm. O da beni bir kardeş gibi bağrına bastı. “ Güle güle git Tatarcık. Seni çok özleyeceğim. Seni asla unutmayacağım.” dedi ve her ikimiz de hüngür hüngür ağlamaya başladık.


Birbirimizden ayrıldığımızda Fikri, kazağını kaldırdı kemerinin altından tellerle tutturulmuş iki camın arasından el çabukluğu marifeti ile siyah beyaz bir resim çıkardı. Pul pul gözyaşı dökülen kanlanmış gözlerime bakarak “ Tatarcık!.. Al sevgilinin resmini. Artvin’e gönül rahatlığı ile git. Geceleri yatarken bakarsın. Benim bu iyiliğimi de hiç unutma!..” dedi. 


Fikri bana Tatar olduğumdan dolayı “ Hep Tatarcık” diye hitap ederdi...Yolcu ederken de bu kelimeyi kullanmıştı..


Fikri’nin uzattığı resmin hiç yüzüne bakmadan ceketimin iç cebine koymuştum. Çorum’a gidene kadar da resmi cebimden çıkarıp bakamamıştım. Korkuyordum; resme bakarken yanımdaki, arkamdaki yolcular görecek diye...


Yalnız tam kalbimin üzerinde duruyordu iç cebimdeki resim. Bu yüzden kalbim küt küt çarpmaya başladı. Sanki su içerken bir avcı tarafından vurulma korkusunu yaşayan bir serçenin kalbi gibi titriyordu yüreğim. 


Benimkisi karşılıksız melankolik bir sevdaydı; ben onu seviyordum ama o beni seviyor muydu sevmiyor muydu bilmiyordum. Karşılıklı yan yana gelip konuşamamıştık. Ben O’na evlerinin tül perdesi arkasındaki silüetine aşık olmuştum. Bir saniye silüetini görsem o gün dünyanın en mutlu insanı idim. 


İşte bu resim tahta bavulumda taşıdığım en kıymetli hazinemdi benim. “Bu resim ben de olduğu müddetçe Artvin’e değil Fizan’a da giderim” dedim içimden sessizce... Ama bir yandan da yurdumdan, doğduğum, çocukluğumun geçtiği topraklardan; anamdan, babamdan, ablamdan, kardeşlerimden, abilerimden  ayrılırken yolcular duymasın diye içten içten ağlıyordum. Gözyaşımı tutamıyorum...


Artvin otobüsü bizi “Korzul” denen yerde indirmişti. Artvin şehri beş kilometre tepede imiş. Muavinde bize eliyle “ Şu gördüğünüz toprak yolu takip edin, öğretmen okuluna gidersiniz,” demişti. 

İndiğimiz yerden okulun bahçesine kadar bavulumu otobüste abimin tanıştığı, daha sonra benim de arkadaşım olacak Amasyalı Ertuğrul İleri’nin dayısı taşımıştı. 


Artvin’e giden yolun aşağısından okulumuza giden kıvrımlı yolun  sol tarafında bir cami vardı. Camiden biraz yürüyüp köprüden geçtikten sonra yüksek beton duvarla çevrilmiş  kanaldan gürül gürül akan suların sesi geliyordu. Bu sular Artvin’in yukarılarından, dağlarından gelen çağlayan sulardı ve Çoruh nehrine dökülüyordu. Kanalın öbür tarafında da bir fabrikanın bacalarından beyaz dumanlar tütüyordu. 


Okula gitmek için yürüdüğümüz yolun sağ tarafında ise çok güzel bahçeli evler sıralanmıştı. Bahçelerdeki sarı kırmızı arası renkte meyveler gözüme çarpmıştı. Bu meyveleri ilk defa görüyordum. Adı ne diye de merak ediyordum. Bu meyvelerin “Artvin Hurması , Cennet Meyvesi “ olduğunu ilerleyen zaman diliminde öğrenecektim ve tadına da bayılacaktım... 


Herhalde okulumuzun ve bu evlerin bulunduğu “ Korzul”  Artvin’in bir mahallesi idi. Küçük boyumla derenin çok deli akan dere suyunu göremiyordum ama çok şiddetli aktığını sesinden anlıyordum... Köprünün üzerinden geçerken dehşetli aktığını görmüştüm. Beton duvara çarpan suların çıkardığı gürültüden bayağı korkmuştum...


Okulun kapısın girişinde de Ertuğrul Ileri ‘nin dayısından “ Amca müsaade edersen dört yıl okuyacağım okulumun giriş kapısından sonra bavulumu ben taşıyayım “ dedim. Sağolsun beni kırmadı; zorlanarakta olsa bavulumu taşımıştım. 


Rahmetli abim Tatar Satılmış ile Çorum’dan Hopa’ya kadar otobüsle birlikte gelmiştik. Abim, Hopa’dan sonra beni Ertuğrul ‘un dayısına teslim etmişti, Çorum’a gerisin geri dönmüştü. O yıl (1971)  İkinci liğe çıkan Çorum Spora ilçemizde ilk profesyonel futbolcu olarak transfer olmuştu abim; yüklü bir para almıştı kulüpten; iki gün sonra da Çorum’da maçı vardı. Bu yüzden beni Artvin’e kadar getirememişti abim; Ertuğrul’un dayısına durumunu anlatmış, beni okula kadar götürüp götüremeyeceğini sormuş; O da “ben yardımcı olurum, merak etme. Madem futbolcusun, maçın var. Ona yetiş “ diyerekten abimin teklifini kabul etmişti. 


Ben de on üç yaşında bir çocuk olarak , elinde bir asker bavulu ile Artvin  Parasız Erkek Öğretmen Okulunun kapalı yerleşkesine girdiğimde, demir kapının girişinde görevlinin tarif ettiği doğrultuda küçük adımlarımla yürürken; arkamızdan demir kapının “şrak” diye kapatıldığını duydum. Ben bir okula mı gelmiştim yoksa üç tarafı duvarlarla , tel örgülerle, bir tarafından da deli deli akan Çoruh nehri ile çevrili üstü açık bir hapishaneye mi gelmiştim; bilemiyordum...


Arkamızdan demir kapının kapandığını duyduğum andan itibaren ben de bir pişmanlık duygusu içimi kemirmeye başladı. Elimde zor taşıdığım bavulun ağırlığını unutmuştum; gözlerim endişeli bakışlarla dört yıl ömür çürüteceğim okulumun binalarına, meydanına, karşıdaki yüksek yüksek dağları bir radar gibi  tarıyordu. Aman Yarabbi. Ben bir gayya çukurunun içine düşmüştüm. Okulun  dört bir taraftında görünen dağlar o kadar yüksekti ki kafamı yukarı kaldırdığımda sadece gök yüzü görünüyordu... Güneşi aradım o bile yoktu.. Yoksa o da mı bu dağlık mekana küsmüştü, görünmüyordu..


İlçem Alaca’da, ilim Çorum’da böyle hemen birden yükselen ve beyaz bulutlarla hemhal olmuş dağları hiç görmemiştim. Geldiğim yerler dümdüzdü; burası ise tam tersi bir tabiat vardı. Dört yıl üstü açık bu hapishane de nasıl ömür geçirecek ve okuyacaktım... Bavullarla geldiğimizi gören ve beton zeminli  geniş alanda volta atan  talebeler bizlere “ Aha iki tane daha mahkum geliyor “ der gibi garip garip bakıyorlardı... Ruhum sıkılmaya başlamıştı. Hayalimdeki Yeşil Artvin bu olamazdı; ben burada okuyamam, ben buradan kaçarım, beni buradan kimse tutamaz diyordum, İdare binasına girdiğimizde... 


Eğer Abim, Hopa’dan dönmeyip beni okula getirse idi; sağ tarafta girdiğimiz İdare Binasının kapısından hiç adım atmazdım: ” Ne olur Abi, beni bu okula kayıt yaptırma, beni geri anama babama götür. Ben bu hapishanede okuyamam. Yalvarıyorum abi, beni bu yaban ellere bırakma!..” der, okulun giriş kapısına yatar, derder tepinirdim, direnirdim, girmezdim içeri; elini ayağına kapanır  o küçük bedenim ve aklımla abimi caydırmaya çalışırdım...


Abim yanımda olmadığı için Ertuğrul İleri’nin dayısının peşine takılıp, okulun Müdür’ün kapısına bir talabe ile dayanmıştık. Müdürün kapısı girişten sonra geniş bir koridorun ikinci odasıydı sanırım. Kapıda “Müdür Turgut Bayraktutan” yazılı idi.  İdare binasına girmeden bizi buraya kadar getiren öğrenciye “Müdür Beyin odası nere?”  diye sorduğumuz da “Tugo’nun makamına mı gideceksiniz?” demişti. Bizim önümüze düşüp Müdürün odasının önüne getirip bırakıp gitmişti...


Kapıda yazılı  “ Müdür Turgut Bayraktutan” ile bizi buraya getiren talebenin söylediği “ Tugo” aynı kişi miydi? 


Biz şimdi “Tugo’nun makamına mı “ girecektik yoksa “Turgut Bayraktutan’ın makamına mı?..” İçeri girince aynayı da görecektik Konya’yı da yani Tugo’yu da...


Moralim zaten sıfır iken, kayıt yaptırmadan kaçmayı düşünürken; çok merak etmiştim ; Tugo kimdi?.. 

 

Devam edecek..


Not: Hikayede anlatılan “İşte bu resim tahta bavulumda taşıdığım en kıymetli hazinemdi benim.” dediğim sevgilimin resim hikayesi bir kurgu, diğerleri hep gerçektir.

 
Haber :
Bu Haber 901 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Artvin, Tugo,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5791
Kırım haritası
İzlenme : 5788
Semer
İzlenme : 3188
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2564
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr