Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

6-CIBIR BOYUNLU TAVUK: KİRKO MÜDÜRÜMÜZ


6-CIBIR BOYUNLU TAVUK: KİRKO MÜDÜRÜMÜZ



 Paylaş
 07 Ocak 2021 19 : 08 

CIBIR BOYUNLU TAVUK

Yaşanmış ibretlik bir hikaye

ALTINCI BÖLÜM : KİRKO MÜDÜRÜMÜZ!..


Kel Müdürümüz sömestri tatilinden sonraki  Mart ayında okulumuzdan ayrılmıştı. Bir aya yakın okul müdürü tayini yapılmamıştı. 


Müdür Yardımcımız Ahmet hocamızın müdür olacağı dillerde dolaşıyordu. Eğer Ahmet Hocamız müdür olursa bizler yanmıştık. Çünkü Ahmet Hocamız çok sert ve disiplinliydi; öğrencileri çarşıda, sokakta, sinemada adım adım takip ediyordu veya disiplin kuruluna  gizli seçtiği  öğrenciler tarafından izlettirip bilgi topluyordu. Bazı akşamları tedbili kıyafetle sinemaya gidiyor; tespit ettiği öğrencileri ertesi gün odasına çağırıp ifadesini alıyordu ve kendi eliyle de cezasını veriyordu.


Ahmet Hocamızın her sınıfta bilgi aldığı bir öğrenci vardı. Bizim sınıfta da bütün arkadaşlarım bu kişinin benim olduğumu zannediyorlardı ama yanılıyorlardı; o kişi ben değildim... Ben de kim olduğunu bilmiyordum... Bu yüzden arkadaşlar mümkün olduğu müddetçe benim yanımda öğretmenlerin aleyhinde veya okul hakkında bir şey konuşmazlardı, ben yanlarına gittiğimde de hemen konuyu değiştirirlerdi. 


Ahmet Hocam , ikinci sınıftan beri beni çok severdi. Matematik dersime 2/D sınıfında girmişti. Onun  tüm yazılılarından on alıyordum. Diğer derslerimin de iyi olduğunu öğrendikten sonra bana karşı sevgisi daha çok artmıştı. Ama bir gün sınıfı sıra dayağına çektiğinde bana sevgisinin bu toleransını hiç göstermemişti!..


1971 yılının Eylül ayıydı. Okulların açıldığı iki hafta olmuştu. Kızların bulunduğu 3/A sınıfına şans eseri düşmüştüm ve böyle bir sınıfta olduğumdan da çok memnundum. İlkokuldan tanıdığım Erkek Fatma dediğimiz Melahat Kılıç, Oyanur Bilgin ile birlikte ilk defa tanıştığım beş-altı bayan arkadaşlar da bizim sınıfta idiler...Yeni yeni genç delikanlılığa adım attığım , suyun dereye yürüdüğü yani ergenlik çağına girdiğim , sivilcelerin yüzümde sağda solda patladığı, saçlarımı geriye taradığım, alçak dağlar değil de yükseklerde uçan , “Sevda başımda duman, ilk aşkım ilk heyacan” şarkısı misali,  küçük ufak tefek sarışın bir delikanlı idim...


Bir gün Ahmet Hocamız dersin sonunda üzerimde sağında solunda birkaç dikişi olan ceketime bakarak:


 “ Şükrü, baban benim yanıma  gelsin...” dedi.


Ben de ayağa kalkıp “ Olur hocam” dedim ama oturduğumda sıra bana batı vermişti. Yer yarılsa da içine girseydim.  Aslında batan sıra değildi ; bana  batan Ahmet Hocamın dikkatli baktığı üzerimde giydiğim eski ceketti!.. Babamı çağırmasından ve bakışlarından hemen anlamıştım bunu... Arkadaşlarım anladılar mı anlamadılar mı bilmiyordum... Ben ise yerimde kırmızı pancar gibi mosmor olmuştum...


Ortaokula yazıldığımda bir başkasından aldığımız sırtımdaki eski siyah renkli ceketi iki senedir ortaokulda giyiyordum. Benden önce giyen arkadaş kaç yıl kullandı ise bu ceketin benim giymemle ömrünü tamamlamış; iki yıl boyunca da sökülen sağını solunu ablam dikerek idare etmiştik. Üzerimdeki yırtık pırtık bu ceket, kızların bulunduğu bir sınıfta okuyan genç bir delikanlıya ve aynı zamanda çok çalışkan bir öğrenciye yakışmıyordu... Ahmet Hocam bunu tespit etmişti; babama  yanına geldiğinde oğluna bir ceket almasını söyleyecekti...


O gün nasıl geçti bilemiyorum. Okuldan çıkar çıkmaz doğru babamın yanına gittim. Müdür Yardımcımızın kendisini çağırdığını söyledim. Babam :” Oğlum bir kabahat mı işledin?” dedi. “ Hayır baba bir suç işlemedim. Tahminimce şu sırtımdaki ceketin çok eski olduğunu , oğlunuza yani bana ceket almamı söyleyecek babacığım” dedim. 


Babam bir inşaatta çalışıyordu. Elindeki keseri yere bıraktı. Çivileri koyduğu önlüğü çıkardı. “ Hadi doğru Kolacı Durak’ın dükkanına gidiyoruz.“ dedi. Erdal Karslı arkadaşımın babası hem elbise temizliği ve ütü yapıyordu hemi de erkek , çocuk takım elbiseleri  satıyordu. Ütü ve elbise temizliği yaptığından dolayı adına Kolacı diyorlardı. Kolacı Durak Amcadan bana bir ceket aldık. İlk defa yeni bir ceket giymiştim. Çok mutlu olmuştum. Babam “ Oğlum ceket işin tamam. Müdür Yardımcısı, tekrar beni çağırırsa haber ver.” dedi.


Ertesi gün okula gittiğimde; yeni yapılan okulumuzun hemen girişin sol tarafında, odasının önünde Ahmet Hocam elleri arkada, gelen geçen öğrencilere bakıyordu. Beni görünce yanına çağırdı. “Şükrü ceketin hayırlı olsun. Çok yakışmış. Güle güle giy.” dedi. Ben de “ Sağolunuz Hocam” deyip sağa dönülen koridordaki  sınıfıma yeni ceketimle mutlu bir şekilde girmiştim...


Ahmet Hocam, yeni ceketimle beni gördüğünde ve daha sonra da bir daha “ Şükrü baban beni bir görsün “ demedi. Ben de babamı okula çağırmadım. Ahmet Hocamın babamı çağırmasındaki mesaj alınmış ve gereği de ertesi gün yerine getirilmişti...


Orta üçüncü sınıfta sırtıma giydiğim ceketle Artvin Erkek Öğretmen Okulunu kazandığımda da sırtımda götürmüş, uzun bir süre giymiştim ilk göz ağrım olan siyah renkli ceketimi...


Allah devletimize , milletimize zeval vermesin; Artvin Erkek Öğretmen okulumuz yatılı olduğundan her yıl bize bir takım elbise, Sümerbank imalatı bir adet potin ve bir de dört yılda kullanmak üzere siyah bir pardösü verilmişti. 


Artvin’den Alaca ilçeme geldiğim ilk sömestri tatilinde bir gece kahveye gittiğimde pardösümü orada unutmuştum. Ertesi gün kahveye gidip pardösüyü astığım yere baktığımda yerinde yeller esiyordu... 


Çay ocağındaki arkadaşa : “ Buraya siyah bir pardösü asmıştım . Gördün mü?” dediğimde kafasını sağa sola salladı : “ Ben pardösü mardösü görmedim. Demek ki biri almış götürmüş” demişti. 


Devletin verdiği bir pardösüye sahip olamamış, tadıylan  tuzuylan giyememiştim ama devletim beni dört yıl hem giydirmiş, hem yedirmiş hemi de okutup bir öğretmen yapmıştı. Babam bana öğretmen okulu boyunca bir takım dahi elbise almamış , devletin verdiği elbiseler ile idare etmiştim. 


Ahmet Hocam sayesinde ortaokul üçüncü sınıfta bir ceketim olmuştu. Arkadaşların özellikle kızların karşısında ezilmeyecektim. Bu yüzden hocama içimden her gördüğümde teşekkür ediyordum. 


Daha ortaokul üçüncü sınıfa başlamadan önce birkaç kere “ Babacığım ceketim çok eskidi. Yeni bir ceket alalım.” desem de babam , “ Oğlum, bu sene de idare et. Gelecek sene liseye gideceksin. O zaman alırız “ demişti. Ben de ısrar etmemiştim. Ama Ahmet Hoca devreye girince gıcır gıcır bir ceketi almak zorunda kalmıştı babam. Kızların da olduğu bu sınıf olmasa idi;  belki benim ceket alınmaz ötelenirdi diye düşünüyorum...


O yıllarda haftanın beş günü haricinde  cumartesi günleri de öğlene kadar da ders olurdu. Yine bir cumartesi günü üçüncü dersimiz boştu. Arkadaşlar okulun bahçesine çıkmıştı. Kankam Fikri ödevini yapmamış benim yaptığım ödevden kopya çekiyordu. Ben de ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Birden Ahmet Hocamız kapıda göründü ve direk bizim yanımıza geldi. Hiçbir şey söylemeden: “ Fikri, kalk ayağa!..” dedi.


Fikri elindeki kalemi defteri masaya bıraktı. Teslim olan asker gibi iki ellerini havaya kaldırdı. Ahmet Hoca: “ Sıradan çık şöyle yanıma gel “ dedi. 


Fikri arkadaşım elleri havada sıradan çıkıp Ahmet Hocanın önüne geldi. Ahmet Hocanın boyu çok uzundu. Babayiğit Aydın’ın çam yarması yörük efeleri gibiydi; kendisi de o yöreden gelmişti... Aşağıya eğildi. Fikri arkadaşın ilk önce pantolon ceplerine elini soktu, sonra yukarı doğru vücudundan kaydırarak; ceketin ceplerini aradı. 


Fikri’nin ceketinin iç cebinden katlanmış bir beyaz kağıt çıkardı. Kağıdı açıp okumaya başladı... Okumasını bitirince Fikri’nin gözlerinin içine bakarak ağzına geleni saydı döktü... En sonunda “ Pazartesi odama gel. İfadeni alacağım “ dedi ve sonrada  bana döndü :


“ Şükrü, böyle biri ile sen nasıl arkadaşlık yapıyorsun. Bu seni yoldan çıkarır. Bununla aynı sırada oturmayacaksın. Okulda, sınıfta bir daha Fikri ile beraber yan yana görmeyeceğim. Sen çalışkan, zeki , akıllı bir çocuksun. Bu arkadaşın senin dengin değil.” dedi; çekip gitti...Genelde Ahmet Hocamız, kızdığı öğrencilere “zibidi!..” derdi. Fikri için bu kelimeyi kullanmamıştı nedense!...


Fikri kırmızı pancar gibi olmuştu. Zaten normal zamanda yanakları al aldı. Bu allık tüm yüzüne vurmuştu. Dili damağı tutulmuştu. Sonunda ben dayanamadım : 


“Fikri, Ahmet Hocanın dediklerini duydun. Seni ben çok seviyorum. Ama sıralarımızı ayırmak zorundayız. Okulda, sınıfta yan yana görünmeyelim ama okul dışında beraber olalım. Okul dışına da karışamaz ya Ahmet Hoca!.. Yalnız Fikri, şu cebinden çıkan kağıt neyin nesi idi? Ahmet Hocayı kızdıran neydi? Bana söyler misin?” dedim. 


Fikri  sıraya tekrar oturdu. Dirseklerini masaya koydu, başını avuçlarının içine aldı:


“Şükrü, tamam . Ben senin yanından başka bir sıraya gideyim. Bir müddet seninle okul içinde ve sınıfta küsüşelim. Konuşmayalım ama okul dışında yine beraberiz. Cebimden çıkan bir kıza yazılan mektuba gelince, ” deyince, ben heyecanlandım; Fikri’nin sözünü balla kesip: “ Fikri, yoksa mektup bizim sınıftaki kızlardan birine mi  verecektin?” dedim.


“Şükrü, düşündüğün gibi değil. Cebimden çıkan mektup bizim E... arkadaşın, mahallemizdeki bir kıza yazdığı mektuptu.” dedi...


Pazartesi günü Fikri ile sıralarımızı ayırdık. Rahmetli Nihat Özyurt, ben ve Fikri ile en öndeki sırada oturuyorduk. Bu olaydan sonra Fikri cam kenarında kızların arkasındaki sıraya oturdu. Nihat ile biz baş başa kaldık.Mezun olana kadar okulda Fikri ile küsmüşleri oynadık; okul dışında ise hep sözleştiğimiz gibi hep beraberdik. Bu beraberliğimiz hala devam ediyor. Fırsat buldukça da telefonla görüşüp geçmişi yadediyoruz.


Ahmet Hocam, eğer benim Fikri ile arkadaşlığımı devam ettirirsem; derslerime eskisi gibi çalışmayacağımı, Fikri gibi haylaz biri olacağımı düşünerek bana iyilik yapmak istemişti,  beni uyarmıştı; ama ben hem derslerime aynı tempo ile çalıştım hemi de bedenlerimiz okulda ayrıda olsa ruhlarımız daima bir arkadaş olarak kalbimizde atıyordu... Ahmet Hocamız bizi bedenen ayırmıştı ama kalplerimizdeki arkadaşlık sevgisine müdahale edememişti...


Aslında sert, disiplinli Ahmet Hocamızın ben müdür olmasını istiyordum. Talebelerin ve öğretmenlerin büyük bir çoğunlu ise istemiyordu... Ondan korkuyor ve çekiniyorlardı. Yaramazlık yapan, sigara içen, sinemaya giden, kılık kıyafeti düzgün olmayan, dersini çalışmayıp sağda solda gezenler;  Ahmet Hoca’nın tezgahından geçmek zorunda idi. Bu kabahatların bedelini de çok ağır ödüyorlardı bu tip talebeler... Bu yüzden okul disiplinine uymayan öğrenciler tarafından sevilmeyen, bizler tarafından da korkulan bir hocamızdı Ahmet Hocamız...


Müdürlük ibresi Ahmet Hocamızı gösteriyordu. Olma şansı yüksekti. Ne olduysa oldu; Ahmet Hocamızın müdür olması beklenirken bir de baktık ki gödek boylu, göbekli, eli ve bacakları kısa, orta yaşlarda , saçları sarı seyrek ve kirpi gibi dik duran, tombul yüzlü bir müdür çıka geldi. Daha geldiği ilk günü öğrenciler “ KİRKO” lakabını yapıştırmışlardı. Ve bu lakapta kılığı kıyafeti ve fiziki yapısına “cuk “ oturmuştu. 


Aslında kelimenin doğrusu “kriko “ idi biz “ kirko” diyorduk; bu kelimenin anlamı da Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “ Ağır bir yükün kaldırılmasını veya alt tarafında yapılacak çalışmada otomobil vb. taşıtların yerden yükselmesini sağlayan alet, kaldıraç” olarak açıklanmıştı. Kirko Müdürümüz bu tanımda yazıldığı gibi Alaca Şehit Nedim Tuğaltay Ortaokulumuzu eğitim ve öğretim yönünden “kriko gibi”  yükseklere kaldırabilecek miydi? 


KİRKO müdürümüz ilk Pazartesi sabahı, içtima yani derslere girmeden önce sıra sıra toplandığımız alanda  arzı endam etti. Birçok öğrencinin müdürün geldiğinden haberi yoktu... Pür dikkat KİRKO müdürümüz “ne konuşacak ne diyecek “ diye çok merak ediyorduk sıra sıra dizildiğimiz meydanda...


Mevsim bahardı sanırım. Hava çok güzel ve ısınmıştı. Her taraf güllük gülistanlıktı. Bir aydır da doğru dürüst kılık kıyafet denetimi yapılmadığından öğrenciler biraz dağıtmışlardı. KİRKO müdürümüz birkaç gündür yaptığı gözlemlerden bunun farkına varmıştı. Çünkü kendini kısa bir tanıtıp hemen kılık koyafet konusuna girmiş, bu konuda asla taviz verilmeyeceğini, herkesin öğrenciye yaraşır bir şekilde okula gelmelerini söyledi. Sonra da bizden iki metre yükseklikteki beton duvarın üzerinde ellerini böğrüne koydu, baştan aşağı bütün sınıflara bir göz gezdirdi...


Müdür Yardımcımız Ahmet Beye seslenerek “ Ahmet Bey, her sınıfı dolaşınız. Kravatsızlar şuraya, kasketsizler buraya, ceketsizler şuraya, saçlılar da şöyle yanıma sıra olsunlar” dedi. 


Ahmet Hocamızın, aşağıda sıra sıra dizilmiş talebeler arasında kasketi, kravatı, ceketi olmayanı ve saçı uzun olanları eliyle tek tek seçip KİRKO müdürümüzün bulunduğu yukarı düzlüğe gönderdi. Elli altmış kişi yukarıda KİRKO müdürümüzün söylediği şekilde gruplandılar...


KİRKO Müdürümüz,  kalfaların birinden makas istedi. Makası alan KİRKO Müdürümüz saçları uzun arkadaşlarımızın hepsini koyun kırkar gibi tren yolu yaparak saçlarını kesti.  Hepsine “ Doğru berbere gidin saçlarınızı kestirin!..Bir daha okula saçlı gelmeyin!..” dedi. Kravatı, kasketi, ceketi olmayanlara da “ Sizler de doğru evlerinize gidin, ne eksiğiniz varsa, tamamlayıp okula gelin...” dedi.


İlk defa bu kadar çok sayıda talebe,  kılık kıyafet denetimine takılmıştı. Olan saçı uzun olanlara olmuştu. Tren yolu saçla ilçeye gidip , berbere traş olmak çok zorlarına gidiyordu. Gerçi başlarına Alman Faşistlerinin İkinci Dünya Savaşında  giydikleri şapkaya benzeyen kasketler, saçlarının çirkinliğini kapatıyordu ama gittikleri berberin alayından, gülmelerinden kurtulamıyorlardı. İlk defa o gün kılık kıyafeti eksik olanlara dayak atılmamıştı... İşte bundan dolayı onlar şanslıydılar...Sanırım çok kalabalık olduğundan dayak faslından vazgeçmişti idare...


KİRKO Müdürümüzün tipini hiç sevmemiştik. Hiç hoşlanmamıştık... Kel Müdürümüz Nürettin Sevi kibar, ince, zayıf, giyim kuşamı çok düzgündü; hiç ütüsüz pantolon giymezdi. Bugün kılık kıyafet denetimi yapan ve ilk defa karşımıza çıkan KİRKO Müdürümüzde boy desen boy yoktu, tip desen tip yoktu, giyim desen giyim yoktu. Giydiği ceketin kolları ve uzunluğu kısa idi. Ceket ona dar geliyordu. Göbeğinin olmasından dolayı ceketin düğmeleri kavuşmuyordu. Hafif elini yukarı kaldırdığında göbek möbek ortaya çıkıyordu. Nurettin Sevi Hocamızın o narin duruşunu daha ilk günde özlemiştik; KİRKO Müdürümüzün endamına bakarken...


Devam edecek...


Not: Hikayede geçen; matematik, fizik derslerinde yetişmemde üzerimde çok emeği olan Ahmet Hocam, Fransızca dersini sevdiren Kel Müdürümüz Nurettin Sevi, babam , Kolacı Durak Amca vefat ettiler. Kirko Müdürümüz vefat etti mi bilmiyorum. Vefat edenlere Allah’tan rahmetler diliyorum. Mekanları cennet olsun...


Ayrıca 3/A sınıfında matematik dersimize giren ve matematiği bizlere çok güzel öğreten, sevdiren Kıymet hocamı da anmasam haksızlık ederim ve hocama sağlıklı, sıhhatli günler diliyorum.


Merhum Ahmet Bayram Hocamızın vefatı ile ilgili gazete haberi:


https://yenisokegazetesi.com/haber/4355699/soke-lisesi-eski-mudurlerinden-ahmet-bayrav-vefat-etti

 
Haber :
Bu Haber 868 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :CIBIR, tavuk,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5766
Semer
İzlenme : 3173
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2550
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr