Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

4-CIBIR BOYUNLU TAVUK: BAM TELİ


4-CIBIR BOYUNLU TAVUK: BAM TELİ



 Paylaş
 07 Ocak 2021 18 : 58 

CIBIR BOYUNLU TAVUK

Yaşanmış gerçek bir hayat hikaye 


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : BAM TELİ !..


Havanın güzel olması ile Cuma namazımı evimin yakınındaki Tepebaşı Fatih Camisinin avlusuna serdiğim seccade üzerinde kılmıştım. Evden çıkarken ezan okunuyordu; tam cami avlusuna ayak bastığımda da Cuma namazı öncesi ezanını müezzin tam yarılamıştı. İlk dört sünneti cemaat kılmıştı. Ona oğluma dedesinin hikayesini anlatacağım diye yetişememiştim. ”Farzdan sonra kılarım” dedim.  Hutbeyi huşu içinde dinledim. 


Havalar çiftçilere göre bu kış yağış olmadığından kötü, bize göre ise iyi gidiyordu... Bu yüzden korona belasından dolayı mümkün olduğu müddetçe sosyal mesafeye dikkat ederek (az da olsa bazen kuyruğu titreterek üşüsem de) camilerin avlularında Cuma namazını kılmaya gayret ediyorum. 


Cuma namazı sonrası eve girdiğimde oğlum beni dört gözle bekliyordu. Zile bastığımda kapıyı o açtı:


“Babacığım bilgisayardaki online dersime  kırk dakika var. Bana bu zaman içinde, Cuma’dan önce dedemi traş ederken ‘bam telindeki’ kılları traş ettiğini  söylemiştin. Ben de ‘bam teli neresi baba?’ diye sormuştum. Sen de Cuma namazından sonra anlatacaktın. Merakla seni bekledim, “ dedi. 


“ Oğlum,  biliyorsun ki sokaktan geliyorum. Elimi yüzümü iyice bir sabunlayayım. Sen salona geç. Ben geliyorum.” dedim.


Elimi yüzümü yıkadıktan sonra oğlumun karşısındaki koltuğa oturdum başladım “ bam teli “ hikayesini anlatmaya...


Oğlum, “ bam teli”nin bir mecaz anlamı bir de gerçek anlamı var. Şimdi sana anlatacağım hikayelerden  “bam telinin” hangisinin mecaz ve hangisinin gerçek anlamına geldiğini kendin çıkar. Hikaye bitene kadar hiç soru sorma “ dedim. Oğlum da “tamam der” gibi başını emme basma tulumbası gibi kaldırıp kaldırıp aşağıya yukarıya doğru birkaç kere sallayıp durdu...


Ülkemizin parmakla gösterilen nadir kurumlarından biri olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Ankara Şubesinde 23 Temmuz 1984 yılında memur olarak çalışmayı Rabbim bana nasip etti. Daha önce ilçem Alaca’nın Kızıllı köyünde öğretmendim. Bu güzide kuruma yatay geçiş yaparak gelmiştim. 


Ben Merkez Bankasında göreve başladıktan altı ay sonra servisimize Osman adında bir arkadaş geldi. Bu arkadaş Çankırılı idi. Ben de Çorumlu idim. İllerimiz komşu idi. Çok uyanık ve çok neşeli bir arkadaştı. En kısa zamanda Osman ile kaynaşmış, birbirimize kantarın topuzunun kaçtığı gibi şakalar yapmaya başlamıştık.


Benim o yıllarda saçlarım dökülmeye başlamıştı. Osman arkadaşın saçları ise tam benim aksime çok gürdü ve geriye doğru tarardı. Benim samimiyetime ve şaka götüren yapımı bildiği için Osman, canı sıkıldıkça , masamda çalışırken , yanıma veya arkama geçer; elini kel başımın tam tepesine üç santim veya beş santim mesafede yaklaştır; çok süratli bir şekilde, başımda kalmış birkaç tane ayva tüylerine dokundurmadan saniyede kaç kere hareketini ölçemediğim bir hızla aşağı yukarı hareket ettirir; sanki eliyle cıplak kafama şamar vurmuş gibi  ağzından da “ tak tak tak tak tak” sesleri çıkararak şaka yapardı. Bu hareketinden sonra da kahkaha ile gülerdi. Arkasından da  servisteki arkadaşlar ona eşlik ederdi. 


İlk günleri Osman arkadaşın bu şakalarına ses çıkarmadım. O yorucu çalışma ve gürültülü ortamda bazen birbirimize yaptığımız bu tür şakalarla moral buluyorduk. Çünkü çalıştığımız salonda iki yüze yakın insan vardı. Daktilolardan çıkan seslerden, çalışanların birbirleriyle konuşmalarından mecburi olarak herkes yüksek sesle konuşuluyordu; bu hengame içinde işlerin de çok yoğunluğundan suratlar asık, moraller sıfırdı...


Bir de memurların yarısından fazlasının sigara içmeleri salonun havasını hayli bozuyordu... O yıllarda çalışma ortamlarında sigara yasağı yoktu. Sigarayı tellendiren tellendirene...Memurların içtiği sigara yetmiyormuş gibi salona gelen müşterilerde oturdukları rahat koltuklarda fosurdata fosurdata sigaranın gözünü vurdukça vuruyorlardı. Soba borusundan çıkan duman gibi salonda içilen sigara dumanlarının kıvrıla kıvrıla tavana doğru seyahat ettiğini çok rahat göre biliyorduk. Yani sizin anlayacağınız gibi “Duman altı oluyorduk.” Benim gibi sigara içmeyenlerde sigara içmiş gibi oluyordu. Akşamları evimize gittiğimizde üzerimize sinen sigara kokusundan eşim sigara içmesine rağmen o bile rahatsız oluyordu...


Osman arkadaşım şakasını hiç aksatmıyordu. Benim kel kafa onun eğlencesi ve oyuncağı olmuştu... Günde üç dört defa kel başımın üzerinde dömbekek çalar gibi Osman’ın  “ tak tak tak tak” seslerini duyuyordum. Yine bir gün başımda dikildi. Tam elini kaldırıp tepeme tuttuğunda , yüksek bir sesle  “ Osman , ‘bam telime’ basma, “ diye bağırdım. 


Osman’ın eli havada asılı kalmıştı. Hareket ettiremiyordu. Göz göze geldik. Ben çok kızmış, sinirlenmiş gibi bakıyordum. Bu tavrımı hiç beklemiyordu demek ki. Ne yapacağını, ne edeceğini bilemiyordu.  Bir dakika o da ben de başka bir şey konuşmadık. Osman çok bozulmuş, renkten renge giriyordu. Sonunda sessizliği Osman bozdu:


“Şükrü, bam telime basma dedin. Bam telinin neresi olduğunu biliyor musun?” dedi.


“Bildiğim kadarı ile şu tepemdeki ayva tüyleri. İşte artık senin yaptığın bu sulu şakanın tadı kaçtı. Kabak tadı vermeye başladı. Her gün her gün üç dört defa tepemde boza pişiriyorsun. ‘Senin yaptığını Çorumlu yapmaz.’ Çünkü elinin dengesi bazen kaçıyor ayva tüylerimin mekanı olan cıbır kafama değiyor ve kelim acıyor. Bu yüzden ‘bam telime’ basma dedim. Sana kızmış gibi baktım ama aslında kızmadım. Ben de sana şaka yaptım. Hep sen yapacak değilsin ya!..” dedim, bu seferde ben gülmeye başladım. 


“Vallahi Şükrü, senin gözlerine baktığımda öyle korktum ki. Sanki Şükrü masadan kalkıp beni dövecek sandım ve korktum. İyi numara çektin. Yalnız ‘bam teli’ni yanlış biliyorsun. Bak onun hikayesini sana anlayayım da bam telinin neresi olduğunu öğren, “ dedi ve yanıma bir sandalye çekti hikayesini anlatmaya başladı.


Bizim Çankırı’yı  biliyorsun; sizin nasıl ki Çorum Leblebisi meşhur ise bizim Çankırı’nın da “ Çingenleri ve bunların yaptıkları elekleri meşhurdur.”


Senin gibi kel olan Zampara bir Çankırılı bir gün sokakta elek satan, çok güzel bir çingeneye rast gelmiş. Çingene güzeli tam yanından geçerken “ Vay yavrum vay! Bu ne güzellik? Bu ne endam? Senin o altın dişlerine, kulaklarından sarkan gümüş küpelerine, tombul tombul önde sarkan memelerine gurban olayım. Yoluna paspas olayım, bekarsan sana talip olayım!” demiş...


Başında keçik, altında bandik, üstünde de çiçekli bir fistan giymiş ; elinde de on tane küçük büyük eleklerle “ elekçi, elekçi , eleklerim vaaaar!“ diye bağırarak dolaşan çingene , kendisine laf atan Kel Zampara Çankırılıya dönerek: “ Herif, herif bana bakar mısın ? Sen beni ne zannettin. Ben senin bam teline sı..rım. Yürü de ense traşını göreyim. Kel başına bakmıyon. Bir de zamparalık yapıyon. Ben senin bildiğin garılardan değilim. Yürü çek arabanı dümbük,” demiş. 


Kel Zampara,  Çingene karısından yedi azarın arkasından soluğu evde almış. Kapıyı hanımı açmış. Kel Zampara kocasıyla göz göze gelmiş. Burnundan soluyan eşinin durumunu beğenmemiş. “Herif sana ne oldu. Gözlerin kan çanağına dönmüş. Götünden zor nefes alıyon. Gine ne tür bir zamparalık yaptın? Zaten şu eve bir gün rahat  döndüğünü görsem sana kurşun döktüreceğim.” demiş 


Kel Zampara eşikten tam ayağını atar atmaz, derin bir nefes almış. Eşinin kendisine alaylı ve kinayeli sözlerini hiç duymamış gibi:


 “ Sorma avrat sorma. Neler geldi başıma neler. Biraz önce sokakta  çok güzel bir çingene karısına huyum kurusun dayanamadım laf attım. O da bana ne dedi biliyon mu? Hayatımda bu lafı hiç duymadım. Bilmediğim içinde garıya bir şey diyemedim. Bu lafı demek ki garılar biliyo!..Sana söylesem bilir misin?” demiş. 


Kel Zamparanın Karısı,  “ Herif, artık şu karıya   kıza laf atmayı bırak. Torun torba sahibi oldun. Şu kel başında kırılmadık yer kalmadı. Bilmem neyinin şeyi ağardı. Sen hala zamparalık peşindesin. Söyle bakayım Çingene Karısı sana ne dedi?” demiş. 


Kel Zampara,  Çingene ile başından geçen olayı en ince teferruatına kadar anlatmış. En sonunda da “ Hanım. Allah aşkına tez söyle; Çingene garısının ‘ Senin bam teline şeyderim ‘ derken, benim nereme şey yaptı?” demiş. 


Kel  Zamparanın Hanımı,  “ Oh olsun!.. Çingene karısı sana bağırsaklarındakini boşaltmış. Sen daha fazlasına müstehaksın. Yalnız Çingene karısının söylediği ‘bam telinin ‘ neresi olduğunu ben de senin gibi bilmiyorum.” demiş. 


Kel Zampara,  hanımından cevabı alamayınca gerisin geri dönmüş, ayakkabılarını giymiş : 


“Hamım,  ben bam telimin neresini öğrenmesem gudururum. Kahveye gidiyorum. Benim gibi zampara arkadaşlarıma sorayım. Onlar belki  bilirler.” demiş. 


Bizim Kel Zampara devamlı takıldığı kahveye öyle bir girmiş ki   hızlı bir şekilde açtığı kapı, tak diye duvara çarpmış ; kahvedekiler, “ Ne oluyor?  Baskın mı var ? diye kapıya doğru bakmışlar. Köşede fayans döşeyen , kendisi gibi zampara olan arkadaşları da kapıdan gelen bu sese gayri ihtiyarı olarak oyunlarını bırakıp kulak vermişler; bir de bakmışlar ki kapıyı çarpanın Kel Zampara arkadaşları olduğunu görmüşler. İçlerinden biri ayağa kalkarak Kel Zamparayı masalarına davet etmiş.


Kel Zampara , masaya gelir gelmez, uzatılan tahta sandalyeyi altına çekip oturmuş; arkadaşlarının daha bir soru sormasına müsaade etmeden bülbül gibi , bugün Çingene karısı ile başına gelen olayı eşine anlattığı gibi hiç detayı kaçırmadan ballandıra ballandıra anlatmış. 


“İçinizde bilen varsa çabuk söylesin. Bu Çingene garısı bana ‘Senin bam teline şeyderim ‘ derken, sahi bağırsaklarındaki şeyi nereme etti? Meraktan patlayacağım! Nolur beni bu dertten kurtarın, gözünüzün  yağını yeyim arkadaşlar,” demiş. 


Fayans Döşeyen ( okey oyunu oynayan ) arkadaşlardan biri biraz mürekkep yalamışlardandı. Fırsat buldukça gazete, dergi, kitap okuyan cinsin biriydi... Bu arkadaşı tam karşısında oturuyordu. Kel Zamparanın ağzından “ Bam telini” duyunca basmış kahkahayı. Diğerleri ise arkaşının gülmesine bir anlam verememişler; bizim Zampara’da olmak üzere masada bulunan üç kişi kahkaha krizene girmiş ardaşlarına “ Öküzün trene baktığı gibi “ bakmışlar.


Arkadaşları ne kadar güldü ise yanında oturanlardan biri dayanamayıp eliyle ağzını kapatmış:”Güldüğün yeter!.. Şu bam telimiz neresi ? Hadi göster de biz de sana eşlik edelim.” demiş.


Makarakarı goyveren çok bilmiş Arkadaşı,  ayağa kalkmış , Kel Zampara arkadaşına “ Yanaş “ demiş; bizim Kel Zamparanın alt dudağının altındaki hafif tümsek olan yerde biten kıllara işaret parmağı ile basarak “İşte tam burası bam teli” demiş.


Bizim Kel Zampara hırsla ayağa kalkmış:

“Vay avradını bilmem nettiğimin garısı, bir daha onu görürsem ben ona ne yapacağımı biliyorum. Arkadaşlar bu Çingene garısı neredeyseyse benim ağzıma edecekmiş!..” demiş


Tabii bunu duyan diğer arkadaşları da hiç dururlar mı? Katıla katıla onlar da gülmüş... Hatta biri o kadar kendinden geçmiş ki sandalyeyle sırt üstü arkaya yıkılmış.


“İşte oğlum Merkez Bankasında çalıştığım Çankırılı Osman Amcan, bana bu hikayeyi anlatana kadar, kel kafamda onbir onbir maç yapan tellerimi ben “bam teli” olarak biliyordum. “Bam telini” ben de senin gibi ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Şimdi “ bam telinin neresi olduğunu öğrendin mi? Demek ki insanların alt dudağı altındaki kılların adı bam teli. “Ben dedenin bam telini traş ettim” dediğimde, bu kelimeyi gerçek anlamda kullanmış oluyordum...


Bir de bazı zamanları biri birini sıkıştırırsa, üzerine üzerine gidilirse veya hoşlanmadığı hareketler yapılırsa ; o kişi tam patlayacağı an “ bam telime basma” der. Mesela  bazen sen beni kucaklayıp yatağın üzerine yatırıp üzerime çıktığında “ İsmail yapma, yapma” dediğim halde, sen benim uyarıma aldırış etmeden eylemine devam ettiğinde ani bir hareketle seni üstümden atıyorum ya; işte, o anda sen demek ki benim “bam telime” basmış oluyorsun. Bura da “ bam telinin” mecaz anlamda kullandığımı hatırlayayım sana oğul “dedim.


Oğlum “ Babacığım hani hikayeyi anlatırken ‘bam telinin “ gerçek ve mecaz anlamını anlattığım hikayelerden çıkar demiştin ama sen yine dayanamadın kendin söyledin. Gerçi ben “bam telinin” gerçek ve mecaz anlamlarını çok iyi kavradım da aklıma takılan bir ‘bam teli” daha var babacım?” demesin mi?...


Ben bozuntuya vermeden “ Söyle bakalım!.. ‘Bam telinin’ başka bir anlamı da mı var?” dedim.


“Baba hatırlar mısın? İki sene önce seninle. Keçiören Belediyemizin açtığı saz kursuna gitmiştik. Bize sazı öğreten Mutlu Aktaş hocamız, sazın tellerinin birinin ‘bam teli’ olduğunu söylemişti. Yaaa bak gördün mü ‘ bam telinin ‘ başka bir anlamı da varmış!.. Bir de öğretmenlik yaptın diyorsun. Ne haber?” der demez, tepem attı. Saate baktım. Oğlanın ders saati geçiyor...


“ Hadi hadi ukalalık yapma. Benim bam telime basma. Doğru dersine” dedim ve oğlumu odasına yolcu ettim... 


Ben de ortaokul yıllarıma daldım gittim...


Nasıl buldunuz “ bam teli” hikayesini...


Devam edecek....


Not:   “Bam Teli” kelimesinin Türk Dil Kurumu Sözlüğünde iki anlamı var: Birinci anlamı “ Bazı sazlarda kalın ses veren tel veya kiriş.” , ikinci anlamı da “ Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.”


Hikayede biraz küfürlü ifadelerden dolayı okuyuculardan özür dilerim.

 
Haber :
Bu Haber 1050 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :CIBIR, tavuk,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5766
Semer
İzlenme : 3173
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2550
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr