"ÇİL KEKLİK YAVRULARI GİBİ DAĞILAN
ÜLKÜCÜLER, BÜYÜK BİR VEBAL ALTINDASINIZ!...”
On yedi yıl önce; Ülkücü Servet Kabaklı,
24 Eylül 2003 tarihli “Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi”nin “Gün Işığı
Köşesi'nde “Gönülleri birleşenler!...” yazısında, “Ülkü Yolunu” ve
“Ülküdaşlığı” çok güzel açıklıyor, tane tane okuyalım:
“Bizim gönlümüzde, “gönüldaşlık
merdiveni”nin ulaştığı yüce yolun adı “Ülkü Yolu” dur. Bu yolda, yalpa
yapmadan, dosdoğru yürüyenler de “Ülküdaş” olurlar. Eğer ülkü birliği yapan
insanların gayeleri, ülküleri temiz ve “Hak”tan yana ise, Cenab-ı Hakk da
onlara nice güzellikleri , yoldaş ve ülküdaş eder.
“Ülkü Yolu”nun yolcuları, öncelikle
külfete taliptirler. Karşılarına çile dağları, zulum uçurumları da çıksa,
“Ülküdaşlar”, gönüllerini geçit, sabırlarını köprü yaparlar, o dağları,
uçurumları aşar geçerler. Kolay da olsa yanlış ve kötü yolları değil, engebeli,
karlı-boranlı da olsa, doğru iyi ve hak bildikleri yolları seçerler.
“Ülküdaşlar” elbette ihlâs sahibi
olmakla, bir olmakla, diri olmakla ve iri olmakla kuvvet kazanırlar. Eğer
“Ülküdaşlar” milletimiz için, “dilde, fikirde, işte birlik” için, “çile yolu”na
çıkmayı göze alabilmişlerse önce bizzat kendi, nefislerinde tatbik etme
mecburiyetleri vardır birliği ve dirliği. Ülküdaşlık, gönüllerin birlik
seferine çıkması hâli ise, birlik fikri, öncelikle tek gönüllere yazılmalı ve
aşk mührü ile tasdik edilmelidir.”
Ölmeden önce yukarıdaki güzel satırları
tarihe bir not düşmek için yazmış ; ÜLKÜDAŞ Servet Kabaklı üstadımız...Mekanı
cennet olsun...
Ülkücüler, seksen öncesi yıllarda bir
ateş çemberinin içinden geçtiler; sokaklarda, caddelerde, üniversite
kampüslerinde öldüler, öldürüldüler; karakollarda, Mamak zindanlarında en
acımasızca işkenceye tabi tutuldular, sakat bırakıldılar. Yıllarca hapishanelerde
suçsuz yere mahkum edildiler; seksen sonrası da vatan hainleriyle aynı
muameleye tabi tutuldular; askeri cuntanın emriyle, bir soldan bir sağdan diye
nice ülkücüler darağacında şehit edildiler.
Suçları sadece;“ Vatan sevgisiydi “ ,
“Bayrak Sevgisiydi ”, “Türklük Sevgisiydi”, “ Millet Sevgisiydi” , “Kur’an
Sevgisiydi “, “ İslam Sevgisiydi “, Peygamber Sevgisiydi “, “Ülkücülük ve
Ülküdaşlık Sevgisiydi “ ; FETÖ gibi, PKK gibi “ devleti ele geçirmek!”,
“devleti yıkmak!” ,” devleti zaafa düşürmek” gibi bir amaçları yoktu...Çünkü
Onlar “Vatanlarına sevdalıydılar”, “Vatanlarını karşılıksız sevmişlerdi” ,
“Vatan Haini “ değillerdi...Vatanları için canlarını seve seve vermeye hazır
ÜLKÜCÜLER’di..
Bu sevgileri, bu sevdaları, bu aşkları “
bir eli yağda bir eli balda olan “ sırça köşklerde yüreklerine nakşetmediler;
“Yoksulluğu, fakirliği, soğuğu, açlığı” iliklerinde buram buram hissettikleri;
sobası yanmayan, dumanı tütmeyen ÜLKÜ OCAKLARI’nın o ter temiz dört duvarları
arasında ; benliklerine, ruhlarına, kalplerine, beyinlerine ; bu vatanın
dağlarına, taşlarına; gökte uçan kuşlarına; denizde yüzen balıklarına; oya
işler gibi dante dante işlediler....
78 Kuşağı'nın çilekeş ÜLKÜCÜLER’i olarak
yaşadığımız o yıllarda;
-Şimdiki gibi evler dayalı döşeli
değildi;
-Koltuk takımı yoktu; derme çatma
tahtalardan yapılmış makat veya sedir vardı.
-Halı yoktu; binbir emekle sağdan soldan
toplanmış eski çaputlardan yapılan kilimler veya mısır calasından yapılmış
hasırlar vardı.
-Elektrik lambası yoktu; gaz lambası ve
idare lambası vardı.
-Fırınlardan şimdi burcu burcu aldığımız
türlü türlü ebatta ve türde fırancalı ekmekler yoktu; tandırda saçkı ile
gazelle, sapla pişirilen yufka, bazlama, ve muhacirlerin derin kuyulu ocaklarda
yaptıkları gagalalar vardı.
-Ders çalışmak için bir masa yoktu; buz
gibi yerlerde kırk büklüm olarak çalışan bir nesil vardı.
-Yatmak için özel yatak odası, lüks
hazır yataklar yoktu; mısır koçanlarının gazellerinden ya da otlardan
doldurulmuş yatak ve yastıklar vardı.
-Mutfak diye bir oda yoktu; aynı
oturulan odanın bir köşesine iğreti tahtalardan yapılmış tereklere dizilmiş
birkaç tane kap kaçak vardı.
-Kombi, şohben gibi ısıtıcı aletler
yoktu; saçkı sobası, tezek sobası ya da odun sobası vardı;
-Doğal gazla yanan dörtlü ocaklar yoktu;
ispirto ile yanan ve bir taraftan devamlı pompalamak zorunda olduğunuz gaz
ocağı vardı.....
-Televizyon yoktu, radyo yoktu,
buzdolabı yoktu, telefon yoktu, tüp yoktu, yağ yoktu, çay yoktu, şeker yoktu..
Yoktu....yoktu .....yoktu....
Sadece yoklukların çocukları BİZ
ÜLKÜCÜLER vardık...
Bu ÜLKÜ YOLUNDA vereceğimiz çelimsiz
bedenlerimiz vardı; en gür seslerimizle haykırdığımız sloganlarımız vardı;
“Ülkücü hareket engellenemez!”
“Ya Allah, bismillah Allahüekber “
“Rehberimiz Kur’an, hedefimiz Turan”
“Kanımız aksa da zafer İslâmın!”
"Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı Kadar
Müslümanız.”
“Ey Türk titre ve kendine dön!”
“Hak yol İslam yazacağız"
“Bütün Türkler bir ordu, katılmayan
kaçaktır. Töremizde yazılı, harpden kaçan alçaktır.”
“ Koministler Moskova’ya”
“Milli Devlet, güçlü iktidar!”
“ Ya devlet başa ya kuzgun leşe”
“Bir gece ansızın gelebiliriz”
“Tanrı Türk’ü Korusun”
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne
Türkistan; Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan.”
“Düşmanın ülkesi viran olacak, Türkiye
büyüyüp “TURAN” olacak.”
"Ne Amerika Ne Rusya Ne Çin; Herşey Türk
tarafından, Türk’e göre, Türk için…”
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”
“Ezan dinmez, bayrak inmez.”
“Alaca Ovası Bozkurtlar Yuvası”
Türk Destanlarının şerefli sayfalarında
yer alan; Ergenekon’dan çıkışta Türk Başbuğuna yol gösteren; Esareti kabul
etmeyen; Türk’ün cesaret ve karakteri ile özdeşleşen; ak yeleli, çakmak gözlü,
düşmana korku salan, dosta güven veren; hilal ile bir kaya üzerinde vakur
duruşu ile sembolleşen; geleceğe , atiye, gökyüzüne korkusuzca bakan; yakamızda
ve boynumuzda gururla taşıdığımız bir BOZKURT sembolümüz ile vatan hainlerinin
gözüne sokar gibi sağ elimizle yaptığımız bir BOZKURT İŞARETİMİZ de vardı..
“Serçe parmak Türk'tür, şu işaret
parmağı da İslam'dır. Şu Bozkurt işareti yaptığımız işaretin arada kalan boşluk
ise cihandır. Son olarak kalan 3 parmağın birleştiği nokta ise mühürdür. Türk
İslam Mührünü Dünyaya vuracağız…” diyen, tok sesiyle meydanlarda haykıran;
Komonistlerin vatan hainlerinin korkulu rüyası , Ülkücülerin Başbuğu, Büyük
Dava ve Devlet Adamı Merhum Alparslan Türkeş’imiz de vardı..
Dudaklarımızdan hiç düşürmediğimiz;
“Türkeş’ine ,Türkeş’ine
Kıyar mı hiç Türkeş’ine
Bütün alem kurban olsun,
Türk’ün Başbuğ Türkeş’i ne” diye
söylediğimiz bir marşımız da vardı.
Hep bir ağızdan GURURLA meydanları
çınlattığımız, duvarlarda yankılattığımız “Ülkücü Yemini”miz de vardı:
“Varlığına, birliğine ve yücelerin en
yücesi olduğuna inandığımız, ol deyince olduran ve gönüllerimizi iman nuruyla
dolduran:
Allah'a, Vatan'a, Millet'e, Bayrağa,
Kur'an'a ve Silaha yemin olsun!
Şehitlerim, Gazilerim ve Başbuğ'um emin
olsun!
Ülkücü Türk gençliği olarak;
Komünizme, Kapitalizme, Faşizme,
Siyonizme ve her türlü Emperyalizme karşı mücadelemiz,Son nefes, Son nefer, Son
damla kana kadardır!
Mücadelemiz MİLLİYETÇİ TÜRKİYE'ye,
TURAN'a kadardır!
Mücadelemizde hiç bir engel
tanımayacağız!
Yılmayacağız!
Yıkılmayacağız!
Başaracağız!
Başaracağız!
Başaracağız!
ALLAH TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN (AMİN)
“
İşte bizler böyle kutlu Ülkü Yolunun
yolcuları idik. Kendi şahsi İstikballerimizi hiç düşünmedik ve davamızın
iktidar olması için her türlü baskılara, zülümlere, işkencelere göğüs gerdik,
henüz bıyığı terlememiş, evlenmemiş ,beş bin Ülküdaşı şehit verdik..
Yüreklerimiz hep bir atıyordu. Aramızda
ayrılık, gayrılık hiç yoktu. Okullarda , yurtlarda, miting meydanlarında bir
ekmeği on kişi paylaşıp yiyorduk. Aynı tastaki çorbaya birlikte kaşık
sallıyorduk. Bir ülkücü yaralanıp yere düştüğünde, onu omuzlayıp götürüyorduk;
vatan hainlerinin saflarında , onların insafına bırakmıyorduk. Harçlıklarımızdan
davamız için aidatlar ödüyorduk. Hiç bir ülkücü bir ülkücüyü satmıyordu,
arkasını dönmüyordu;önce ülküdaşını sonra kendini düşünüyordu; ölünecekse
beraber ölüme gidiyor; birlikte “ Ya İstiklal ya ölüm” diyorduk.
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top
sindiremez.” diyorduk ve et , tırnak gibi kenetlenip , omuz omuza yürüyüp;
“ Dudaklarda aynı ülkü,
Tanrı korusun Türk’ü” diyorduk.
Ne oldu da şimdi ülkücüler çil yavrusu
gibi pare pare dağıldı; hangi rüzgar, hangi fırtına, hangi bora Başbuğ
Alparslan Türkeş’in diktiği, sulayıp büyüttüğü ÜÇ HİLALLİ, BOZKURT YELELİ ; O
Büyük Ülkü Çınar’ından zayıf yapraklarını kopardı, dallarını kırdı; savurdu ,
attı, sağa sola ; Ne oldu da; Yere düşen yapraklar, kırılan dallar gittikleri
mevzilerden, başkalarının koltuk altlarından “yağlı kurşun“ sıkar gibi
ÜLKÜDAŞLARINA en ağır sözleri, en ağır hakaretleri söyler, oldular....
Artvin Erkek Öğretmen Okulunda
arkadaşlarımızdan ve hiçbir zaman davasında yalpa yapmamış, başka kapılara hiç
post sermemiş; başka mekanlarda istikbal, makam, mevki beklememiş Ahmet Tatlı
Ülküdaşımız; baba ocağından kaçanlar üzerine yazılmış ; ismi belli olmayan bir
alıntı paylaşmış. Benim çok hoşuma gitti.
Lütfen bu ibretlik satırları da tefekkür
ederek , içimize sindirerek okuyalım:
“Bir kişiden ibaret miydi sadece
ÜLKÜCÜLÜK sevdanız?
Her canlı ölümlü, bu dava ise sonsuza
dek varken; dönemsel dönekliğin modasına uymanın ne gereği vardı?
Yazıklar olsun!
“MHP kazanmasın" diyerek çıkılan
yolda, "Ben de Ülkücüyüm ama.., "Eskiden ben de Ülkücüydüm"
cümleleri kuranlar...
Şu aday neredeyse benim oyum da
oraya" diyerek, Kılıçkıran'dan bugüne davasına, partisine ve şehitlerine
ihanet edenler...
Şahıslara olan küskünlüklerini veya
kırgınlıklarını yarım asırlık MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ ile
özdeşleştirenler...
“MHP kazanmasın da, chp kazansa da
olur" diyerek MARUL'un teknesine binenler...
Allah şahit olsun!
Milyonlarca Ülkücünün ahı sizinledir.
Binlerce Ülkücü Şehidimizin eli de iki yakanızı bırakmayacaktır.
Alıntı “
İbretlik ve güzel yazılmış satırlar
değil mi Ülküdaşlar?
Bu satırları okuduktan sonra ben de
haklı olarak soruyorum:
“MHP kazanmasın" diyerek çıkılan
yolda, "Ben de Ülkücüyüm ama.., "Eskiden ben de Ülkücüydüm"
cümleleri kuranlar...Baba ocağını terkedip ana kucağına sığınanlar....Başka
siyasi partilerde yol yürüyen ülküdaşlar;
Servet Kabaklı’nın dediği gibi
“Ülküdaşlık, gönüllerin birlik seferine çıkma hâli” ise; her türlü
küskünlükleri, kırgınlıkları , kişilere karşı kin ve husûmetleri tarihin
çöplüğüne ne zaman dökeceğiz, hala zamanı gel medi mi?; bizler ne zaman “
Dilde,fikirde, işte birlik “ şiarı ile Milliyetçi Hareket Partisinin ÜÇ HİLALLİ
sancağı altında; ÜLKÜCÜ BOZKURTLAR olarak toplanacağız...
Kendisini “ Eski, yeni ÜLKÜCÜ “ olarak
tanımlayan HER ÜLKÜDAŞ;bu birliği sağlamazsa, çalışmazsa, Milliyetçi Hareket
Partisinin dışındaki siyasi partilerde at koşturursa, ÜÇ HİLAL AŞKININ MÜHRÜNÜ gönüllerine yazmaz ve tasdik etmezse; şehit olan beş bin ÜLKÜCÜ’den, HELALLİK
alamaz...
Bu yüzden ; Çil yavrusu gibi sağa sola
savrulan ÜLKÜCÜLER çok büyük bir vebal altındasınız!..
Benden söylemesi....