“BREMEN MIZIKACILARI” yazımda şöyle yazmıştım:
“Rahmetli Babam hayvanları çok severdi. Ahırımızda inek ve camızların
yanında bir de babamın tarlaya gidip geldiği bir karakaçanı (eşeği) vardı. Ahırımızın yanında kümesimizde
efelenip dayılanıp gezen siyah renkli horozumuzu, kapımızın önünde her zaman
evimizin bekçiliğini yapan karabaş köpeğimizi, toprak zeminli evimizin
deliklerinden çıkan sıçanların (fare) düşmanı siyah renkli kedimizi daha dün gibi
hatırlıyorum. İşte bu dört hayvanımız ‘Bremen Mızıkacıları’nın korosunda
bulunan hayvanların ta kendileri idi. Evimizde beslediğimiz bu evcil hayvanlar
bizim arkadaşlarımızdı”
Son cümlemi de şöyle tamamlamıştım:
“Aslında evimizdeki karabaş köpeğimizin, kara kedimizin ve kara horozumuzun
da çok güzel anıları var bende. Bunları bir başka yazımda anlatmak üzere
sizleri yazımın konusu ‘Bremen Mızıkacıları’ hikâyesi ile baş
başa bırakıyorum. “ deyip, gerçek “Bremen Mızıkacıları” hikâyesi ile yazımı
noktalamıştım.
Bugün size evcil hayvanlarımızdan ve “Bremen Mızıkacılardan” “mışık” ile ilgili hatıramı
anlatacağım.
“Mışık”, Kırım Tatar Türkçesi’nde “kediye” verilen bir addır. Çevrenizde
Tatar arkadaşlarınız varsa; “mışık”
kelimesinin “kedi” olduğunu teyit
ettirebilirsiniz.
“Mışık” hatıralarına geçmeden önce, “Mışık-Kedi”
ile ilgili atalarımız ne demiş, ona bir bakalım.
Ondan sonra da “Mışık muhabbetine” gireriz.
"Kedi uzanamadığı
(yetişemediği) ciğere pis (murdar) der" diye bir atasözümüz var.
Sanırım bu atasözümüzü bilmeyen yoktur. Atalarımız bu sözlerle bizlere şu
mesajı vermişler:
"Kimileri,
çok istedikleri hâlde elde edemedikleri şeyi hor göstermeye kalkışırlar;
beğenmiyor görünürler. Böyle davranmakla asıl yapmak istedikleri şey, kendi
çaresizliklerinin ortaya koyduğu açığı kapatmaya çalışmaktır."
“Kedinin boynuna ciğer asılmaz.” diye, bir başka atasözümüzü de duymuşsunuzdur.
Bu atasözümüzde de ifade edilmek istenen mana ise şudur:
“Kendisine güvenilmeyecek
birine bir şey bırakmak, emanet etmek doğru değildir. Yoksa o şey ya zarar
görür, ya da yok olur.”
İşte çocukluğumda bizim evin
ahırın üstündeki samanlıkta bir “kara
mışık” vardı. Bu “mışık” ciğer yemiyordu. Yumurta yiyordu.
Annemin batlık (folluk) olarak koyduğu yumurtalar da çatıdaki yabancı “mışık”
tarafından götürülüyordu. Bu yüzden annem, bizlere sabahları kaygana (tere yağda pişirilen yumurta)
yapamadığından çok üzülüyordu.
Sonunda Anam dayanamadı, babama:
“Akay (bayım-eşim-erkek), tavukların yumurtalarına bir ‘mışık’ dadandı. Hatta batlık olarak koyduğum yumurtaları dahi
yiyiyor. Sabahları çocuklar benden kaygana istiyorlar. Yapamıyorum” diye
şikâyet ettiğini dün gibi hatırlıyorum.
Rahmetli babam çocukluğunda tahtalardan, ağaç
parçalarından küçük at arabası, kağnı yaparmış. Bu arabalara köpekleri, mışıkları koşarmış. Çocukluğunda
yaptığı bu arabalar sayesinde üç beş kuruş kazanıyormuş. Bu uğraş ona ileri ki
yıllarda marangozluk-inşaat ustalığı mesleğini kazanmasına vesile olmuş.
Babam, anneme dönerek:
“Men (ben) bala (çocuk) iken birçok mışığı,
yaptığım kağnı ve at arabasına koşup terbiye ettim. Yumurtaları yiyen mışığı yakalar, terbiye ederim. Sen
buna üzülme” demişti.
Rahmetli babam, bir gün elindeki torbayla çatıya çıktı.
Aradan çok zaman geçmedi ki, torbanın içindeki bir mışıkla tahta merdivenden indi. Babamın elindeki torbada mışık fıkır fıkır oynuyordu.
Babam annemden bir ip istedi. Torbanın ağzını iyice
bağladı.
“Apakay (hanımım), men bu ciğeri peş para etmez mışıknı,
Salakhane’ye azıtıp keleyim (geleyim)”
demişti.
Babamın elindeki torbayı tutmak istedim. Ama torbadaki mışık, ben dokunur dokunmaz birden
çırpındı, “miyav miyav” diye bağırmaya başladı. Ben çok korkmuştum.
“Babay” dedim, “Salakhane
neresi?”
“Ulum (oğlum),
Salakhane Alaca’mızın Çorum yolu üzerinde Demirci köprüsünü geçince hemen
sağdaki yerin adıdır. Salakhane’ye böyle yaramaz mışık ve köpekler azıtılır- bırakılır.”
“Babay, mışıklar, köpekler Salakhane’de ne yapıyorlar”
“Bak balam, Salakhane’de kasaplar hayvanları kesiyorlar.
Hayvanların artıklarını da özün kenarına atılıyorlar. Salakhane'ye bırakılan mışıklar, köpekler buradaki artıklardan
karınlarını doyuruyor.” demişti.
Babam, çuval içindeki mışığı
sırtına attığı gibi, aldı götürdü.
Bir kaç gün sonra baktık ki babamın Salakhane’ye azıttığı (bıraktığı) mışık, yine çatımızda geziniyor. Babama
hemen gidip haber verdim.
“Babay, Salakhane’ye bıraktığın mışık tekrar gelmiş. Çatıda gördüm “dediğimde, babam çok
sinirlenmişti.
“Dur ben ona şimdi ne yapacağım görürsün” deyip, eline
tekrar bir torba alıp çatıya çıkmıştı. Mışığı
babam yine yakalamış torbaya koymuştu.
“Babay yine mışığı Salakhane’ye
mi götüreceksin?” dedim.
“Hayır. Bu sefer köye götüreceğim” demişti. Annemden yine
torbanın ağzını bağlamak için ip istemişti. Torbanın tam ağzını bağlarken, mışık babamın elini cırmaladı (tırmaladı). Babam can
havliyle torbanın ağzını bıraktı. Mışık
kaçmaya başladı. Babam yanındaki duran taşı aldığı gibi mışıga attı ve mışık
öldü.
Babam ölüm anına kadar bu mışığı unutamadı. Bazen sabahları kahvaltı yaparken anneme “mışığı
rüyasında gördüğünü ve elini yüzünü tırmaladığını” söylerdi.
Babam, tam öleceği saatlere doğru, gözlerini evin bir
köşesine dikmiş ve anneme bağırmış:
“Şu üyge (eve) kirgen (giren) kara mışıknı dışarı atın” demiş. Annem de:
“Akay, üyde
mışık ne yok. Sen yanlış köresin
(görüyorsun)”demiş, ama babam ısrar etmiş:
“Hayır” demiş, “bak şu köşede karşımda kara mışık otura, maga (bana) karay
(bakıyor). İşte o mışıknı atın
dışarı” demiş.
Annem dayanamamış:
“Tamam, akay (bayım-eşim).
Senin dediğin mışıknı dışarıya
çıkarayım” demiş, kapıyı açıp “gel pisi
pisi gel pisi pisi” diyerek, mışıknı
odadan çıkarır gibi yapmış. Babama da dönerek:
“Kara mışıknı
kapıga şıkardım (çıkardım)” demiş.
Babam ondan sonra rahat bir nefes almış.
İşte gördüğünüz gibi bir mışık hikâyesi de burada bitti.
Aslında ben sizlere, istemediğim halde, Bedensel
Engelli Kızım Elif’in bana yalvararak “mışık-şop”tan
satın aldırttığı mışık ile daha
sonraki bir zaman diliminde internetten tanıştığı bir arkadaşından benden
habersiz eve getirttiği ve altı aya yakın evimizin bir köşesinde maskotumuz olan
küçük mışık balasından (yavrusundan)
bahsedecektim.
Bu mışık ile mışık balasının hikâyesini de bir başka
yazımda anlatmak dileğiyle hoşça kalınız.
Siz siz olun mışıga taş atmayın...
Bırakın gitsin…
Ne olur ne olmaz…
Hani derler ya “Taşın gözü kördür.” Gider mışığın bir yerine değer.
Sonra da ömür boyu bu acıyı,
babam gibi çekersiniz.
Nasıl buldunuz? “Mışık Muhabbetini”