Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

2-KELEM (LAHANA) HIRSIZLARI !...


2-KELEM (LAHANA) HIRSIZLARI !...



 Paylaş
 11 Aralik 2019 23 : 08 

Değirmendere köyünden , sonra Tekke’den gelip mahallemizin batısından geçen küçük çayda (özde) dizlerimizin boyunca su akıyordu. Ayakkabılarımızı çıkarıp özün karşı yamacına geçtik. Su çok soğuktu ama hiç aldırmadık. 


Özün hemen kenarında söğüt ağaçları vardı. Ağaçların arasından , Evcili Saadet Amcanın bahçeyi kolaçan ettik. Tarlanın tam ortasında sıra sıra dizili kelemler bize bakıyordu biz de kelemlere. Yalnız kelemler ile aramızda yirmi metre mesafe  ya vardı ya yoktu. Evcili Saadet Amca , özellikle kelemleri çalarlar diye tarlanın ortasına ekmişti . Özün kenarında olsa idi çok rahat çalacaktık. Tarlada hiçbir kimse yoktu. Yalnız tepedeki evin önünde insanların karartıları görünüyordu.


Hiçbirimiz tarlaya girmeye cesaret edemedi.  Çünkü Saadet Amca çok sert biri idi. Yoldan geçerken bile bizler Saadet Amcanın heybetli yürüyüşünden korkardık. Ayrıca yetişkin büyük oğulları vardı; Mehmet abi , Şimir ve Gürsel onun oğulları idi. Gürsel bizden bir iki yaş küçüktü ama diğer iki ağabeyi bayağı büyüktüler. 


Evcili Saadet Amcanın ortancı oğlu Şimir Özhan mahallesinin en haşarı, en kavgacı, en gözü kara delikanlısı idi ; Java motorsikleti ile mahallemizden  geçtiğinde gaza basarak çıkarttığı ses ve yaptığı hızla bizleri zaman zaman korkuturdu. Eğer kelemi çalarken bizi yakalarsa yiyeceğimiz sopanın haddi hesabı yoktu. 


Herbirimiz “kelem tarlasına sen gir, sen gir” deyip,  birbirimizi ikna etmeye çalışıyorduk. Sonunda bizden bir iki yaş büyük Osman “ Korkaklar sizi. Ben sürüne sürüne gidiyorum. Sizler de gözünüzü dört açın, tepedeki evin önündeki insanlara dikkatli bakın. Beni görürler ve bu tarafa gelen olursa haber verin “ dedi ve sürüne sürüne kelemlerin yanına gitti... 


Bizler de bir yandan Evcili Saaadet Amca’nın evini gözetlerken bir yandan da Osman arkadaşımızı izliyorduk....

 

Osman arkadaşımız bir kelemin yanında durdu. Elini kelemin köküne uzattı. Ben kısık bir sesle ve elimle göstererek “ Osman, o kelem küçük. Biraz ileride daha büyüğü var. Onu sökmeye çalış” diye seslendim.


Osman, bir kaç metre daha ilerledi ve benim gösterdiğim kelemin yanına geldi. Osman’ın tüm vücudu boylu boyunca görünmemek için toprak üzerine yayılmıştı. Sadece kafasını hafifçe kaldırabiliyordu. Kelemin kökünden iki eli ile kavradı ve ırgalamaya başladı; bir türlü  kökünden sökemedi. Sağa dola sallayıp durdu ama kelem çıkmak istemiyordu. Kökü herhalde derinlerde idi. Osman ayağa da kalkamadığından kelemi sökmekte başarılı olamadı... Diğer yanındaki kelemlere de el attı. Onlardan da umut yoktu.


Osman yorulmuş ve terlemişti. Eliyle birimizin de yanına gelmesini işaret etti. İhya benim gözüme baktı. Sanki “Şükrü sen git diyordu “ bana. Ben de sürünerek Osman’ın yanına gittim. 


Osman “Şükrü, ben kelemin sapından tutup sağa sola sallarken sen de üst kısmından tut , birlikte ırgalayım” dedi.  


Osman’nın dediğini yaptım ama her ikimizinde gayreti boşa çıktı. Mübarek kelem kazık gibi kökü yere çakılmış idi. Sallanmasına rağmen bir türlü topraktan çıkmıyordu. Sonunda Osman’da ben de pes edip sürünerek İhya ile Sürmeli’nin yanına geldik. Kan ter içinde kalmıştık. 


Özün içinde dört arkadaş oturup düşünmeye başladık.  Osman arkadaşımız “ Biz bugün bu kelemi ne yapıp ne edip yolacağız arkadaşlar. Bundan kaçış yok. Biraz dinlenelim, sonra bir daha girelim. Bu seferde yanıma İhya gelsin. Bir de onunla deneyelim” dedi. 


İhya benden biraz daha güçlü idi. On beş dakika sonra tekrar Osman , İhya  sürünerek kelemlerin yanına gittiler ama kelemi yerinden yine sökemeden, geri geldiler. 


Osman arkadaş bayağı yorulmuş burnundan soluyordu. Onun bu halini görünce ben gülmeye başladım. Diğer arkadaşlar da makarayı koyverdiler. 


Osman, ” İki kere denedik kelemi yerinden oynatamadık. Kelemi sökmek için fikri  olan var mı?” diye sordu. 


O sırada benim aklıma ilginç bir şey geldi. “ Osman arkadaşım, benim bir fikrim var. Ama olur mu bilmem!” dedim. Osman “ Söyle bir bakalım” dedi. 


Ben yanımda oturan İhya’nın omuzuna elimi koydum “ Arkadaşlar, bizim ahırda uzun bir urgan (kalın ip) var. Ayrıca ineklerin yularları da var. Urgan ile ineklerin yularlarını birbirine bağlayalım. Birimiz ipin ucunu kelemin köküne bağlasın. Üç kişide özün içinden ipe asılsın. İpi keleme bağlayanda kelemi eliyle oynatsın.  Böylece kelemi çok rahat yerinden sökeriz. Yalnız ipin uzunluğu yeter mi bilmiyorum .“ dediğimde, Arkadaşlar “ Hay aklınla bin yaşa Şükrü” dediler.


Özün içinden tekrar geçip bizim eve geldik. Ahırdan urganı  aldım. İneklerin yularlarını çözdüm. Arkadaşlar ile urganı ve yularları bir birine sıkıca bağlayıp, özün kenarına tekrar geldik. 


Osman arkadaşımız urganın bir ucunu ayağına bağladı. “Arkadaşlar, ben gidiyorum. Urganın ucunu keleme bağladığımda sizde ipi çekeceksiniz. Tamam mı?” Dedi ve sürünerek gitti ve bir türlü yerinden oynatamadığımız büyük keleme ipi bağladı. 


İpin uzunluğu şansımızdan tam özün içine kadar gelmişti. Biz özün içinden ipi çekmeye başladık. Kelem bir türlü gelmiyordu. Biz bir taraftan çekerken Osman’da kelemi iki eliyle sağa sola iteliyordu. 


Bir de baktık ki kelem yuvarlana yuvarlana bize doğru geliyor. İpte bir boşluk oluştu , İhya, Sürmeli ve ben “ cum” diye suyun içine düşüverdik. Her tarafımız ıslanmış cım cılık su olmuştuk. Allah’tan ki hava çok soğuk değildi. Yuvarlana yuvarlana yanımıza kadar gelen bir keleme baktık bir de suyun içindeki ıslanan halimize...Çok komik bir durumda idik. Bu yüzden kıkır kıkır gülüyorduk vaziyetimize.


Biz özün içinde su ile mücadele ederken Osman kelemlerin arasından bize kısık sesi ile” İpi kelemden çözün. Ucunu tekrar  getirin. Bir tane daha sökelim” dedi.


Aynı teknikle bir kelem daha söktük. İki kelemi özün içinden karşıya geçirirken çok zorlandık. Kelemler çok büyük olduğundan kucağımıza alamadık. İşimize yarayan urganın her iki ucuna kelemleri bağlayıp sürüye sürüye bizim  ahırın yanındaki boş eve getirdik. Hepimiz bayağı çok yorulmuştuk.


Evden getirdiğim pıçak ile kelemin bir tanesini parçaladık.   En dış kabuklarını kesip kenara attık. İç kısmından büklüm büklüm beyaz kelem yaprakları çıktı. Dört kafadar güle eğlene kelemin yarısını zor yiyebildik.. Geriye kalan kelemi ve diğerini  başka bir gün yeriz deyip üzerine saman çuvallarını koyarak odanın köşesine sakladık....


Evcili Saadet Amca, ertesi gün kelemleri kontrol ettiğinde, sıra üzeri dizili kelemlerden ikisinin söküldüğünü görmüş. Kelemleri getirirken sürüyerek getirmiştik . Kelemler toprak üzerinde iz bırakmış ve Saadet Amca izi takip ederek bizim eve kadar gelmiş. Boş odada kelem kabuklarını görmüş. Sakladığımız kelemi bulmuş. Eline kelemi alıp doğru babamın yanına gelmiş. 


Babama elindeki kelemi göstererek “ İsmail Usta, senin çocuk ve mahallenin zibidileri benim kelemi yolmuşlar. Birini senin şu boş evinde yemişler. Şu elimde gördüğün kelemide şaklamışlar.  Bu çocukları bacağından asacağım. Oğullarından hangisi yaptı ve kiminle yaptı bilmiyorum. Kelem de çalınır mı Allah aşkına İsmail Usta. “ deyip babama yüksek perdeden bağırmış çağırmış. 


Babam da “ Saadet Komşum, çocuklar cahillik yapmış. Ben sorar öğrenirim . Sen onlara bir şey yapma. Ben senin yerine onları sopalarım. İki kelemin fiyatı kaç lira ise onu ödeyim” demiş, Saadet Amcayı sakinleştirip göndermiş....


Akşam yemeğinde babam, Aslan abimi ve beni sorguya çekti. “Evcili Saadet’in kelemlerini kim yoldu? “ dedi. Aslan abim konuşmadan “ Baba, ben, Osman, İhya ve Sürmeli ile birlikte çaldık. Bir daha yapmayacağım baba” dedim, ama sopa yemekten kurtulamadım.


Evcili Saadet Amca, babamdan kelemini kimlerin yolduğunu öğrenmiş. Bir hafta boyu Saadet Amca bizi sokakta gördükçe kovaladı , durdu . Hiçbirimizi yakalayamadı. Sonunda pes etti. Yalnız uzaktan işaret parmağını bize doğru uzatarak , yüksek sesle “ Bir daha benim bahçemden kelem yolarsanız, sizi bacağınızdan söğüt ağaçlarına asacağım” dedi ve çekip gitti....


Biz de bu olaydan sonra komşularımızın bahçesinden “kelem dahil hiçbir meyve ve sebze yolmamaya yani çalmamaya”  söz verdik. Evcili Saadet Amcanın tarlasının yanından da hiç geçmedik. 


Şimdi ise hayatta olan komşularımızı gördükçe , onlardan helallik istiyoruz. “ “Hayır ile şerri, hak ile batılı ayırt edemeyen çocuklar yaptıklarından mesul değildir” derler. Rabbim çocukluğumuzda bilmeden yaptığımız günahlarımızı af etsin.


Sahi bizim gibi çocukluğunda kelem çalan var mı?


Not;”İnsanların hayır ile şerri, hak ile bâtılı ayırt edebilmeleri yani akil ve bâliğ olduktan sonra mümkün olduğundan, Rabbimiz mahşerde dünya hayatımızın çocukluk devresinden hesap sormamakta, ancak bâliğ olduktan sonraki günlerimizden başlayarak namaz, oruç gibi ibadet mükellefiyetlerimizi suâl etmekte, böylece dinî mükellefiyetlerimiz büluğ çağından sonra başlamış olmaktadır. Şu kadar var ki, büluğ zamanı tarih olarak kesin değildir. Erkek on iki (12), kız dokuz (9) yaşından başlayarak, on beş (15) yaşlarına varıncaya kadar geçen her ay ve günde büluğa erme hissi teşekkül edebilir.  “

Kaynak:https://www.islamveihsan.com/sevap-ve-gunah-yazilma-islemi-kac-yasinda-baslar.html


 
Haber :
Bu Haber 3117 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Kelem, hırsızlık,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5762
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5755
Semer
İzlenme : 3168
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2546
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr