Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

EŞEK KESTANESİ!...


EŞEK KESTANESİ!...



 Paylaş
 24 Subat 2019 23 : 03 


Emekli olacaklar genelde  emekli olmadan önce emeklilik planları yaparlar : Ya “ Yeni bir iş bulur, çalışırım. “ der , ya “ Arkadaş, bu kadar zaman,  sabah sekiz buçuk akşam on yedi buçuk çalıştım. Emeklilikte gezeceğim tozacağım.“ , ya "Torun bakacağım, kitap okuyacağım." , ya da “ Evde kös kös oturup, hanımla kavga yaparak ölümü bekleyeceğim.” der... 


Ben, bunlardan hiç birini düşünmeden; çok şükür, Hain FETÖ Darbesinin yapıldığı gecenin gündüzünde verdiğim dilekçe ile (23 Temmuz 1984-23 Temmuz 2016 ) kesintisiz tam otuz iki yıl çalıştığım Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından alnımın akıyla emekli oldum. 


Rabbim, bana emeklilikte meşgul olacağım dünyalar tatlısı üç kızdan sonra, en küçük ablası ile aralarında on sekiz yıl yaş farkı olan bir erkek evladı verdi. Emekli olduğumda oğlum sekiz yaşında idi. Şimdi on yaşında ve ilkokul dördüncü sınıfa gidiyor.



İşte bu oğlan benim emeklilik hayatımın meşguliyeti ve en büyük ikramiyesi  oldu.  Onunla yatıyor ; onunla kalkıyor ; onunla saz kursuna, piyano kursuna, sinemaya, futbola , kırlara, parklara, camilere, gidiyorum. 


Onunla birlikte  satranç oynuyor, onunla birlikte ders çalışıyor,  onunla birlikte okul yollarında koşturarak, altmış yılını deviren biri olarak,  bir zamanlar yedi yıl yaptığım ve tadına doyamadan ayrılmak zorunda kaldığım öğretmenliğimi, çocukluğumu doya doya yaşıyorum. Ayrıca üç yıldır da Beyefendinin özel servis şoförlüğünü yapıyorum.  


Keçiören Belediyesine her Perşembe günü oğlumu saz  kursuna bırakıyor ve ders bitiminde de alıyorum. Yine bir Perşembe günü kurstan oğlumu aldım, sazı omzuma taktım, birlikte yürüyerek sohbet ede ede eve geliyorduk. Ana caddeden parka girdiğimizde yerlerdeki izmaritler dikkatimi çekti. Bir tanesine ayakkabımın ucunu koydum ve oğlum İsmail’e “ Oğlum, şu ayağımın ucundaki maddenin adını biliyor musun? “ dedim.


“Babacığım yerde gösterdiğin şey sigaranın artığı . Adının ne olduğunu bilmiyorum. ” dedi. 


Elimi oğlumun omzuna koydum, gözlerinin içine baktım:


“ İsmail, sigaranın içilmeyip atılan kısmına,  senin dediğin gibi sigaranın artığına izmarit denir. Sigara içen insanlar, sağlıklarına zarar verdikleri gibi içmeyenlerin de temiz havası ile şu yerde gördüğün izmaritleri sağa sola atarak çevremizi kirletiyorlar. Sen sen ol sakın sigara içme..İzmaritleri de yere atma. Tamam mı? “ 


“ Tamam babacığım “ 


“İsmail, sana bir hikaye anlatsam dinler misin? “


“ Çok sevinirim babacığım!..”


“Yalnız hikayeye başlamadan önce hikayenin içinde geçecek bir kelime daha soracağım. Bakayım. Bilecek misin?”


“Sor babacığım. Bekliyorum.” 


Eşek kestanesini hiç duydun mu veya gördün mü?”


“Babacığım, at kestanesini biliyorum da 'eşek kestanesini' ilk defa duydum. Nedir bu eşek kestanesi ? Çok merak ettim doğrusu...“ dedi, oğlum İsmail.


“Anlatayım  oğlum” dedim, başladım “Eşek Kestanesi “ hikayeme...



Ben tam senin yaşında idim. İlkokul dörde gidiyordum. Komşumuzun oğlu İhya benden bir yaş büyüktü... O ilkokul beşe gidiyordu... İkimiz tam bir kanka idik... Her günümüz birlikte idi... Sabahtan akşama kadar onunla oynamaktan usanmazdım . Akşam ezanı okur, o zaman eve gitmek aklımıza gelirdi. Oyunlarımıza diğer komşu çocuklarımız olan Fikret, Recep, Osman, Yaşar, Azmi, Cafer, Erol, İzzo, Arslan ‘da katılırdı. 


Çelik-çomak, birdir bir, kızlar taklası, yumuş (kör ebe), geceleri eşgördü, gömmeli çelik bizlerin vazgeçemediği oyunlardı. Çamurdan yaptığımız döşenekler; çarşıdan topladığımız gazoz kapakları; ince tellerden , tahtalardan, ayçiçeği saplarından yaptığımız kağnılar, arabalar; söğüt çubuklarından yaptığımız dilli dilsiz düdükler; tahtalardan yaptığımız oklar, kılıçlar, yaylar,  oyunlarımızın çok değerli eşyaları idi..


Oğlum, çocukluğumuzda bir kötü alışkanlığımız vardı. O da biraz önce ayakkabımın ucu ile gösterdiğim izmaritleri  toplayıp içmek... 


Mahallemizin yukarısındaki Tezekan dediğiniz Özhan mahallesinden çarşıya yani ilçe merkezine insanlar her gün yürüyerek giderlerdi ve yol boyu sohbet ederken de bazıları sigara içerlerdi... Amcaların, ellerinde tuttukları sigaraları; ağızlarına götürüp, içlerine çektikten sonra havaya üfledikleri beyaz dumanların kıvrıla kıvrıla yükselmeleri bizlerin çok hoşuna gidiyordu... 



Bir gün Kankam İhya arkadaşla sigara içmeyi kafaya koyduk.  Sigara içen amcaların arkasından yürüdük. Beş yüz metre ya gittik ya gitmedik; amcalardan biri baş ve işaret parmağı ile tuttuğu sigara izmaritine, orta parmağı ile kuvvetlice vurarak yolun ortasına doğru fırlattı. 


İhya ile ben hemen durduk. Amcalar biraz uzaklaşır uzaklaşmaz her ikimizde birden yerde yatan, can çekişen izmarite doğru fırladık. İhya benden büyük olduğundan sönmemiş bir santim uzunluğundaki izmariti kaptı, ağzına götürdü, bir fırt çekti ve ağzından dumanlar çıkararak yüzüme doğru üfledi. 


Ben iki elimi yüzüme kapadım ama izmarit dumanının gözlerime gelmesine engel olamadım ve kokusu burnumu çok rahatsız etti. İhya bu hareketi birkaç kere tekrarladı.. Ben sonunda "İhya, ver de ben de bir fırt çekeyim. “ dedim ve İhya’nın uzattığı izmariti dibine kadar çektim , her çektikçe de dumanını İhya’nın yaptığı gibi yüzüne üfledim.  En son fırt çekmemde, nerede ise dudaklarım yanacaktı. Bu yüzden çok az kalan izmariti yere tükürdüm.  


İhya, “Şükrü, sigarayı beğendin mi? “ dedi. 


“Beğenmeye beğenmedim. Boğazımı ve gözlerimi acıttı. “ dediğimde,  İhya “ Benim hoşuma gitti. Gel seninle izmarit toplayalım. Sonra da onların içini açıp tütünlerini çıkaralım, gazete kağıtlarına sarıp içelim.“ dedi.


O günden sonra İhya ile çarşıda, sokaklarda İzmarit topladık ve bizim evin arkasındaki taş duvarların arasındaki boşluklara sakladık...


Bir gün,  İhya ile izmaritleri sakladığımız yerden aldık; bahçemizin arkasına gittik, bir ağacın altına oturduk. İzmaritlerin kağıtlarını birer birer açtık. İçinden çıkardığımız tütünleri gazete kağıdına sarıp tüttürmeye başladık.  İçerken de sağa sola bakıyorduk. Bahçemizde mısır ekili idi. Mısırlardan bizi kimse görmez diye fazlada endişeli değildik. 


Soba borusundan çıkan duman gibi kendi imalatımız sigarayı büyük bir zevkle tüttürüyorduk. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. İhya’nın elindeki sigarasını arkasına sakladığını gördüm ve arkamda da birinin tepemde dikildiğini hissettim..Kafamı yukarı çevirdiğimde aman Allah’ım kimi göreyim...Satılmış ağabeyim, yumruklarını sıkmış  sinirli sinirli bize bakıyordu...



Ağabeyim, “Ne yapıyorsunuz burada?” dedi, aşağıya eğildi, izmarit tütünlerinin bulunduğu gazeteyi eline aldı, “ Ayağa kalkın bakayım. Demek siz bacak kadar boyunuzla İzmarit içiyorsunuz. Bu izmaritlerden çıkardığınız tütünlerin bir çok insanlar tarafından içildiğini ve mikroplu olduğunu bilmiyor musunuz? Ayrıca sigaranın sağlığa zararlı olduğundan haberiniz yok mu?“ dedi.


İhya’da ben de hemen ayağa kalktık ve esas duruşa geçtik. Ağabeyime cevap veremiyorduk. Başımızı öne eğmiş ne olacak diye huzurunda tir tir titriyorduk. Ağzımızı bıçak açmıyordu. O sırada ben korkudan altıma kaçırmışım. Bacaklarımın arasında bir ılıklık hissediyordum...


Ağabeyim “Açın ağzınızı." dedi, "Şimdi size önce izmaritlerden çıkardığınız tütünleri tattıracağım sonra da eşek kestanesini. Bakalım hangisi hoşunuza gidecek ?” 


Ağabeyim,  önce benim sonra da İhya‘nın ağzına elindeki izmarit tütünlerini depti. “ Sakın ağzınızdan çıkarmayın. Beni bekleyin . Size kestane getireceğim. “ dedi , biraz ileride bahçemizin kenarında kazıkta bağlı, karnını doyuran babamın eşeğinin yattığı yere gitti . 


İhya benim gözüme bakıyor ben de onun gözüne. Ağzımızdaki tütün acı ve kokusu bizi rahatsız ediyordu. "Biran önce ağabeyim gelse de bu işkenceden kurtulsak diyorduk içimizden."


Ağabeyim bir iki dakika sonra yanımıza geldi. Avucunun içinde bir şey vardı. ” Ağzınızdakini tükürün. Şimdi size aynı tatta , lezzette ve kokuda bir şey daha tattıracağım. ” dedi ve avucunu açtı. 


İhya’da ben de ağzımızdaki tütünü tükürürken, ağabeyimin avucunun içindekine bakıyorduk.


Ağabeyim, “ Şu avucumdakinin ne olduğunu biliyor musunuz?” dedi. 


Bizden yine tık ses  yok...



“Bunların adı eşek kestanesi. Dışındaki sırmalı kahverengi kısmı kazırsanız, içinden biraz önce tattığınız tütüne benzer maddeler çıkar. Açın ağzınızı. “ dedi ağabeyim, önce benim ağzıma sonra da İhya’nın ağzına birer tane koydu. Sonra da işaret parmağını her ikimize sallayarak “ Eğer bir daha izmarit içtiğinizi görürsem, yakalarsam size bu sefer ikram edeceğim şey; at kestanesi olacak. Ben eve girene kadar eşek kestanelerini ağzınızdan çıkarmayın “dedi ve çekip gitti...


Bulunduğumuz yer ile evimiz iki yüz metre idi. Ağabeyim köşeyi döner dönmez, eşek kestanelerini ağzımızdan çıkardık. Öğüre öğüre kendimizden geçtik. Ne kadar tükürdüysek tükrüğümüz tükendi.. Ağzımızı su ile çalkalasak da gerek izmarit tütününün gerekse eşek kestanesinin kokusu geçmedi uzun bir süre ağzımızdan.


İhya, bize yapılan bu muameleye çok kızmıştı.  “Şükrü, gel bunu babama söyleyelim .” dedi. Birlikte İhya’nın babası Kazım Amcanın yanına gittik. Durumu ona anlattık. Yalnız İzmarit içtiğimizi söylemedik. 


Kazım Amca , çok sinirlendi ve doğru bizim eve yöneldi. İhya ile ben de arkasından yürüdük. 


Bizim kapının önüne gelince Kazım Amca “ Satılmış, çık dışarı.” diye seslendi. O sırada içeriden annem çıktı.  “ Buyur içeri gir Kazım Efendi. Satılmış evde. “ dedi.


“ İçeri girmeyeceğim. Satılmış dışarı çıksın. Onunla konuşacağım.” dedi, Kazım Amca.


Annemin içeri girmesi ile güney cephesindeki bahçe tarafına bakan penceremizden "küt" diye bir ses duyduk. Sesin geldiği yere gittiğimizde, ağabeyim pencereden atlamış bahçeye doğru koşuyordu. Kazım Amca da ağabeyimin arkasından topukladı...


Ağabeyim, yakalanacağını anlayınca bahçemizin köşesindeki kavak ağacına tırmandı. Kazım Amca kavak ağacın yanına geldiğinde ağabeyim üç metre tırmanmıştı.  


Kazım Amca defalarca “ Satılmış, aşağıya in. Sana bir şey yapmayacağım.” dese de , ağabeyim tırmanmasına devam etti ve kavak ağacının zirvesine çıkıp bir dalın üzerine oturup tepeden bizi seyretmeye başladı...


Kazım Amca, kavak ağacına tırmanamadı... Aşağıdan bir kaç tane kesek attı ama ulaştıramadı. Ağabeyim yukarıdan ona gülüyordu. Sonunda Kazım Amca pes etti. “Satılmış, bunu sana komam. Bir gün elime geçirirsem seni fena halde döveceğim. Bu çocuklara eşek kestanesi yedirmek ne imiş sana göstereceğim” dedi ve  evine gitti...


İhya ile ben de Kazım Amcanın peşine takıldık.. İhya’ya, yavaşça “İhya , ağabeyim bize 'Bir daha izmarit içerken yakalarsam ceza olarak at kestanesi yedireceğim.' demişti. Eşek kestanesinin tadına bakarak ne olduğunu öğrendik. Sen şu at kestanesinin ne olduğunu biliyor musun?”    dediğimde, “Şükrü , at kestanesi de olsa olsa eşek kestanesinden biraz daha büyük bir şey olmalı! Kafanı çalıştır... “ dedi...


Elimi ağzıma götürüp “ Aboo!... İhya , ben bir daha izmarit toplamayacağım. At kestanesini ağzıma almaya hiç niyetim yok .“ dedim ve uzun bir süre izmarit toplamadık.....


 
Haber :
Bu Haber 3125 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :İzmarit, sigara, eşek , kestane,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5791
Kırım haritası
İzlenme : 5788
Semer
İzlenme : 3188
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2564
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr