Devletimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatatürk şöyle sesleniyor:
“Öğretmenler!
Cumhuriyet sizden
düşünceleri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”
Aşağıda
anlatacağım nesil, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün istediği gençlik mi?
Onu sizlerin
takdirinize bırakıyorum.
Lütfen yazımı
sonuna kadar okuyun…
Sonbahar mevsimi bir anda Ankara’da yağmur rüzgârlarla
erken gelmişti. Yağan yağmurlardan tabiat bahar mevsimi gibi yeniden yeşermeye
başlamıştı. Rüzgârın şiddetine dayanamayan ağaçların sararmış yaprakları,
düştüğü toprak parçasının altından başını kaldıran çimenlerin üzerine bir
yorgan misali kapaklanmış; “Çıkmayın
yakında kış geliyor. Uyuyun uyuduğunuz yerde. Ne işiniz var yeryüzünde “
diyordu sanki.
Dünya’ya hayat veren Güneş, yaz
mevsimindeki sıcaklıkta olmasa da hatırı sayılır bir ısı ile gündüzleri
sırtımızı ısıtıyordu.
Herhalde “bastırma sıcakları” denen günleri yaşıyorduk; sonbaharın
ortalarındaki gündüzlerde.
Akşam ise güneşin batımıyla
aniden hava birden değişiyor, soba yaktıracak kadar soğuyordu.
Doğal gaza her ay gelen zamdan
bunalan Ankaralılar daha kış gelmeden geceleri üşümelerine rağmen kombilerini
henüz yakmamıştı..
Bu yüzden evimde de doğal gaz
kombisinin düğmesini ben de çevirmemiştim.
Devir tasarruf devri idi. Dünyada
başlayan kriz bizi de vurabilirdi.
Hazan mevsiminin soğuk böyle yine
bir akşam günü idi.
Saat yirmi biri gösteriyordu.
Ankara’nın Meşrutiyet
Caddesi’ndeki Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’mizin binasının önündeki
Keçiören Otobüs durağında kuyruğa girdim. Önümde çok sayıda insan vardı.
Sekiz saat mesaiden sonra üç
saatte derneğimizde yaptığımız yönetim kurulu toplantısından sonra çok
yorulmuştum. Tuzsuz helva gibi sallanıyordum.
İlk gelen halk otobüsüne oturacak yer kalmadığından
binmedim. Beş altı kişinin benim gibi binmeyip yeniden yaptıkları sıraya tekrar
girdim. Çok zaman geçmeden bir halk otobüsü daha geldi. Bilet ücretimi ödeyip,
otobüsün en arkasında kapıya yakın, karşılıklı birbirine bakan dört koltuktan
boş olan birisine oturdum. Sol yanımda cama yakın koltukta benden önce bir
bayan oturmuştu. Karşımızdaki koltuklar ise boştu.
Halk otobüsü daha ilk durakta
dolmuştu. Tam karşımdaki boş koltuğa “Tip Bir Genç”, onun yanına da
başka orta yaşlarda bir beyefendi oturdu.
Burnuma hafif bir içki kokusu
gelmişti. Bu pis kokunun nerden geldiğini tespit etmeye çalışırken, karşımda
oturan “Tip genç” çok rahat bir tavırla sanki babasının evinde oturur
gibi ayak ayak üstüne attı. En üstte attığı sivri burunlu potininin ucu da
dizlerime değdi değecek gibiydi. Bundan rahatsız olmaya başlamıştım. İçki
kokusunun da ”bu Tip Gençten” geldiğine iyice emin olmuştum.
Saygısız bir şekilde karşımda
oturan “Tip Genci” izlemeye başladım. Dizlerimin ucuna kadar uzattığı ayakkabısının
bana dokunmasını sabırsızlıkla bekliyordum. Bacaklarıma dokundurduğu anda
patlayacaktım. Neyse ki ayakkabısının ucunu hafifçe koridora doğru
çevirdi. Ama koltuktaki yayık gibi
oturuşunu hiç bozmadı.
Bu duruşu bile beni çileden
çıkarmıştı.
Birkaç durak sonra cam
kenarındaki beyefendinin boşalttığı koltuğa, karşımdaki “Tip Genç”
hafifçe kayarak yerleşti. “Tip Gencin” boş bıraktığı koltuğa da “Tip
Gencin” başında ayakta bekleyen otuz yaşlarında sarışın bir hanım oturdu ve
çantasını dizleri üzerine koydu.
“Çok şükür” dedim, “Gence
çatmadan kurtulduk”
Bunu sen misin söyleyen. Gence
baştan kıcık oldum ya! Gözüm hala gencin hareketlerinde.
“Tip Genç” cam kenarına
geçmekle birlikte yayık gibi oturuşunu bozmamıştı. Bu sefer ayak ayak üstüne atmamış,
her iki bacağını iyice ayırarak ”sekiz kıllı keçili ağa” gibi yayılmıştı
koltuğa. Sol bacağı tam karşımda oturan bayana değiyordu. Gencin bu saygısız
hareketini görür görmez, karşımda oturan sarışın bayanın gözlerine baktım. Göz
göze geldik. Bayanın gözlerinde yanındaki “Tip Gençten” rahatsız
olduğunu ifade eden manalar yüklüydü.
Oturduğum yerden hafifçe eğilerek, ” Tip Gencin”
açabildiği kadar ayırdığı ve bayana temas eden sol bacağını elimle ittim.
Otobüsün içinde yüksekce bir ses
yankılandı:
”Ne oluyor? Sen ne yapıyorsun?”
Bu sözlerin muhatabı bendim.
Gence doğru dönerek:
“Oturuşuna dikkat et. Bayan
rahatsız oldu.” dedim.
“Tip Genç” hafifçe
yerinden kalktı. Elini havaya kaldırdı. Gözlerini faltaşı gibi açtı. Dişlerini
sıkarak:
“Sana ne? Sana ne?” diye
öfkeli öfkeli bana bağırmaya başladı.
“Ne demek sana ne? Toplu olarak gidilen otobüslerde
insanlar oturuşuna ve konuşmasına dikat etmeli...” dedim.
“Tip Genç” azgın boğa gibi
yerinde duramıyordu ve “Sana ne? Sana ne?” deyip, bana el kol hareketleri
yapıyordu. Karşımda rahatsız olan bayan “Tip Gence” başını çevirdi:
“Bak!” dedi, “Beyefendi doğru
söylüyor. Beni rahatsız ettiniz. Oturuşunuza konuşmanıza dikkat edin.”
“Tip Genç” beni bıraktı,
bu sefer bayana verdi veriştirdi.
Arkamdan bir erkek sesi geldi.
“Bana bakar mısın genç? Sağa sola
saldırma. Biraz önce yanından geçerken bana da dokundun. Saygılı ol.”
Bizim boğa bu seferde bayanı
bıraktı, tekrar oturduğu yerden hafifçe ayağa kalktı, arkamda kendisine
müdahale eden beyefendiye, aynı saldırgan
tavırlarla:
“Sana ne? Sana ne?” diye
bağırmaya başladı.
Otobüsün arkası karışmıştı.
Herkes bize bakıyordu.
“Bak genç” dedim, “Demek ki
bayanda ve bazıları da oturuşundan rahatsız olmuşlar.” Daha sözümü bitirmeden “Tip
Genç” İşaret parmağını sallayarak:
“Bak bana bak!..Sen hangi durakta
ineceksin. Sana kim olduğumu göstereceğim.” demesin mi?Ben de;
“İneceğim durağı biraz sonra
görürsün.” dedim.
Otobüste homurdanmalar başlamıştı. Bir kaç kişiden
“Arkadaşlar tartışmanızı keser misiniz? Bizleri rahatsız etmeye hakkınız yok”
dediler.
Bizler de karşılıklı atışmayı
noktaladık. Ama bakışlarımızı hiç ayırmıyorduk birbirimizden. O bana bakıyordu
ben ona bakıyordum, gidiyorduk.
“Tip genci” baştan ayağı
şöyle alıcı bir gözle süzdüm. Ne de olsa biraz sonra durakta indiğimde bu “tip
genç” bana kim olduğunu gösterecek.
“Tip Gencimiz”, başına
haki renkli bir bere takmış, üzerine aynı renkli bir ince mont giymiş, bacağına
mavi bir kot geçirmiş, hafifçe sakal bırakmış ve sol kulağına da küpe takmıştı.
Tam “tip bir gençle” karşı
karşıya idim. Kendini tam özgürlük savaşçısı “Che Gueveara”ya benzetmiş, beresinde sadece “kızıl
yıldızı” yoktu.
Kendisini topuktan başlayıp ta
tepesine kadar süzdüğüm “kulağı küpeli tip gençte” bana bakıyordu ve bir
ara göz göze geldik. Bu kılıklı bir gençle
biraz sonra kozlarımızı paylaşağımızdan dolayı hafifçe gülümsedim. “Kulağı Küpeli Tip Gençte” benim gülümsememin
arkasından sırıttı.
“Tamam” dedim, “Bulduk belayı.”
Bir kaç durak sonra genç sol
kulağındaki bir kaç halkadan ibaret küpeleri itina ile çıkardı, cüzdanının
içine koydu. Parmaklarını yumruk yapıp, hareket ettirmeye başladı. Herhalde
kavga için ısınma hazırlıklarına başlamıştı. Yumruk yaptığı parmaklardaki metal
yüzükler dikkatimi çekti. Her iki elindeki parmaklarında ince enli metal yüzükler vardı.
İçimden kendi kendime dedim ki
“Tam metalik kulağı ‘Küpeli bir tip gence’ çattın. Hadi ayıtla pirincin
taşını.”
Çekirge Durağı’nda otobüsten iner
inmez, hemen arkamı döndüm. Ne göreyim, bir metre ilerde “Kulağı Küpeli Tip
Genç” dim dik ayakta, beni yiyecek gibi bakıyor.
Cebinden bir paket çıkardı. Bir sigara yaktı. Bir fırt
çekti. Havaya dumanı üfledi. Sigarayı sıktığı parmaklarını bana doğrultarak:
“Sen beni otobüsün içinde niye
rezil ettin?” dedi.
“Bak genç, ben seni rezil
etmedim. Sen kendi kendini rezil ettin. Oturuşun hiç hoş değildi. Bayanı
ayaklarınla rahatsız ettin. Ben de bayanı rahatsız eden ayağını elimle hafifçe
ittim” dedim.
“Sana ne? Sana ne?” dedi.
“Bak genç sen nerede okuyorsun?”
“Hacettepe’de”
“Bir üniversite öğrencisi bu
şekilde davranamaz?
“Sen Fettullahçı mısın?” demesin mi?
“Hayır, vatanını milletini seven
biriyim” dedim.
“Babam yaşındasın. Aslında seni
iyi benzecektim. Ama otobüste bana gülümsedin ya. İşte o gülümsemenden dolayı
fikrimi değiştirdim”
“Sen nerelisin genç?”
“Çankırılıyım”
“Çankırı’dan böyle adam çıkmaz”
dediğimde, tekrar bozuldu. Bana yine sert bakışlaryla:
“Sen nerelisin?” dedi
“Çorumluyum.”
“Aaaa. Benim annem de Sungurlulu.
Yav abi hemşehriymişiz.”
“Evet öyle. Ben de Alacalıyım.
Yalnız sana bir şey söyleyeceğim. Sanırım senin niyetin kötü idi. Senin
tabirinle bana gösterecektin. Şimdi ben sana soruyorum: Sen bana iki yumruk
atacaktın. Benim de elim armut toplamıyor ya. Ben de sana bir yumruk
vuracaktım. Acaba neyi çözümleyecektik? Söyler misin?”
“Doğru söylüyorsun be abi. Bazı
sorunlarım var. Birazda yorgunluktan dolayı herhalde otururken kendimde
değildim, bayanı da, seni de rahatsız
ettim. Kusuruma bakma. Seni de üzdüm. Gel seni bir öpmek istiyorum” dedi.
“Küpeli Tip Gencimizin”
agresif davranışlarından hiç bir eser kalmamıştı. Yüzü gülüyordu. Ben yine de
tedbiri elden bırakmayarak; sol elimle gencin uzattığı eli sıktım ve gencin
yanaklarından öptüm.
“Kulağı Küpeli Tip Genç”çok
memnun olmuştu. Tam ayrılırken , bir daha özür dileyerek beni kucakladı.
Genç arkasını dönüp tam giderken:
“Sen nerede oturuyorsun?” dedim. “Küpeli
Tip Genç” eliyle indiğimiz durağın karşısındaki parkın yanındaki evleri
gösterdi.
“Komşuymuşuz be arkadaş “dedim.
“Abi sen nerede oturuyorsun?”
dedi.
Ben de ona aynı onun bana
parmaklarını salladığı gibi, elimi havaya kaldırarak:
“Sana ne? Sana ne?”
dediğimde, her ikimizde gülmeye başladık.
Selam ve sevgilerimle…..
Hoşça kalın…..
Şükrü BİLGİLİ