Yetim
Kelimesi, “Yalnız, yegane, azîz, babası olmayan, erginlik çağına ermemiş
çocuk anlamında “bir fıkıh terimidir.
“Erginlik çağına girdiği halde, rüştünü ortaya koyamamış çocuğa ve
kocası ölmüş olan kadına da yetim denildiği olur.”
İslâm dini, yetimlere iyi
davranılmasını, onların mallarının korunmasına son derece önem vermiştir.
Kur'an-ı Kerîm'in 21 yerinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerin
gözetilmesi emredilmektedir. Bu ayetlerin bazılarında şöyle buyurulmaktadır:
"Gerçek, yetimlerin mallarını
haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar.
Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir".
”Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak
koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz,
Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez”.
“Öyleyse sakın yetimi ezme!”.
İnsanlığın Önderi Peygamberimiz de
yetimler hakkında şu güzel sözleri söylemiş:
“Allah katında en sevimli ev, içinde yetime
ikrâm olunan evdir.”,
“Dul ve yetimlere yardım eden kimse,
Allah yolunda cihat eden veya gündüzleri oruç, geceleri ibadetle geçiren kimse
gibidir.”,
“Merhamet duyguları ile bir kimse yetimin
başını okşasa, elinin değdiği her kıl için bir sevap kazanır.”,
”Yetimin
ağlaması ile arş sarsılır.”
Bu
ayetleri ve hadisleri okuduktan sonra
acaba toplum olarak gerçekten Yüce Kitabımızda ve Peygamberimizin
sözlerinde belirtildiği gibi yetimlere iyi davranıyor muyuz? Onların mallarını,
haklarını, hukuklarını koruyor muyuz?
“Öyleyse sakın yetimi ezme!” ayetindeki
“ sakın!” uyarısını dikkate alıyor muyuz?
Ellerimizin
altındaki yetimleri ezmeden, dövmeden, aç ve açık bırakmadan topluma faydalı
bir insan olarak yetiştirebiliyor muyuz?
Maalesef!......
Buna
Müslüman bir Türk olarak yürekten evet
demeyi ne kadar isterdim. Nerede bir yetim görsem hep boynu bükük, yüzü
solgundur; hayata küsmüşlerdir, gelecekten umutsuz, yaşayan bir ölüden
farksızdır çoğu.
Çünkü
onlar hep sığındıkları bir üvey baba evinde veya bir üvey annenin yanında bir
yabancıdırlar; itilirler, kakılırlar, dövülürler, işkenceye maruz kalırlar ve
çoğu zaman da kapı dışına atılırlar; mekanları sokak olur. Sonunda topluma
zararlı bir insan olarak hayatlarını kötü yollarda devam ettirirler; ya hırsız
ya yan kesici olurlar veya bali, eroin içerek uyuşturucu bataklığına
saplanırlar.
Çocukluk
yıllarımda çevremde yetim çocuklar vardı. Özellikle yetim birisinin yaşadıkları
hepimizi üzüyordu. Babasının yüzünden mi üvey annesinin yüzünden mi bilmiyorum; çocuk eve gitmek istemiyordu.
Bizler akşam olunca arkadaşlarımızdan biri “Ayağımın altında
ne var?” dediği zaman, hemen bir başka arkadaş “davul” derdi. İlk soruyu soran
da “Eve gitmeyen gavur” deyip, o sıcacık yuvalarımıza koşar adımlarla giderken,
yetim arkadaşımız eve gitmiyordu, bir duvarın dibinde veya onun bunun çatılarında, hayvan ahırlarında
yatıyordu. Konu komşu ona ekmek veriyordu. Bizzat bizim çatıda çok yattığını
gördüm yetim çocuğun. Annem bu yetim
çocuğa çatıda kaldığı müddetçe yemek verdiğini çok iyi biliyorum.
Bu çocuğun
mekanı babasının sıcak evi değil de sokaklar, çatılar, ahırlar yuvası olmuştu. Daha sonra büyüdüğü zaman topluma uyum
sağlamaya çalıştı, iş yeri açtı, çocukluğunda geçirdiği çileli hayata kalbi
fazla dayanamadı; erken yaşlarda bu dünyadan göçüp gitti. Çocukluğumdaki diğer
yetim çocuklarda rahat değillerdi. Ya üvey babasından ya da üvey annesinden dolayı her gün ufak
tefek hatalarından hep sopa yiyorlardı. Sopaya dayanamayan yetim çocuklar evden
kaçıyorlardı.
Ama
bir yetim vardı; o evden kaçamamıştı.
Daha yedi yaşına girmemişti. Babası yoktu. Annesi bir başka birisi ile
evlenmişti. Üvey babasının evinde kalıyordu. Yaramazdı. Çocuk olup da yaramaz
olmayan var mı idi? Elbette bu yetim çocukta ufak tefek yaramazlık yapacaktı,
evin orasını burasını kurcalayacaktı. Hangi birimiz çocukken ufak tefek
afacanlıklar yapmadık.?
İşte bu yetim çocuğu yaramazlık yapıyor diye, cani annesi ve
vicdansız üvey babası onu eve hapis etmişlerdi. Kapıyı üzerine kilitleyip
işe gitmişlerdi. Birde o yetim çocuğun ellerini arkadan koli bantı ile
bağlamışlardı. Emsali arkadaşları sokakta top oynarken, o gününü acımasız üvey babasının ve cani annesinin
akşama eve gelinceye kadar elleri arkadan bağlı olarak dört duvar arasında
geçiriyordu; mahzun mahzun camdan arkadaşlarının top oynayışını seyrede seyrede
çocukluğunu yaşıyordu. Ara sıra cama gelip koli bantı ile bağlı ellerini
arkadaşlarına gösteriyordu.
Sokakta
oynayan çocuklar yetim çocuğun çilesine dayanamamıştı, oradan geçen televizyon
ekibine bu manzarayı göstermiş ve olayı anlatmışlardı. Kameraman ve spiker çok güzel bir haber
yakalamıştı. Kenardaki kömürlüğün üzerine çıkarak birinci kattaki evin camı
kenarında elleri arkadan bağlı çocuğa spikeri soruyor:
”
Ellerini kim bağladı?” O yetim mazlum çocuk :
“
Babam “ diyordu. Başparmağı ile işaret parmağının arasında bir yara izi vardı.
Yara kabuk bağlamış, hafifçe açılmıştı; açık yerden kan görünüyordu.
”
Parmağındaki bu yeri kim kesti?”
“Babam kesti parmağımı” diyordu yetim çocuk..
“Baban
niye kesti evladım?” diyor spiker. Hemen cevap veriyor, küçük afacan:
”Yaramazlık
yaptım da ondan kesti parmağımı ve benim ellerimi arkadan bağladı.”
“Babana
kızgın mısın?” sorusuna karşılık küçük yetim o vicdansız üvey babasını masum ve
temiz kalbi ile:
“Babamı seviyorum, affettim babamı” diyordu.
Spikerle
çocuk çok güzel bir diyalog kurmuştu. Yetim çocuk soruları cevapsız
bırakmıyordu.
“Yemeği
nasıl yiyorsun. Ellerin bağlı”
“Yemek
yiyemiyorum. Dur sana bir şey göstereyim” deyip, evin içine dalıyor zavallı
çocuk. Ağzından kağıttan yapılmış bir maske getiriyor. Maskeyi spikere
uzatıyor. Sanki çocuk o maske ile spikere “Yüzümü bu maske ile kapat da insanlar benim şu acınacak halimi görmesin” diyordu…
Televizyon
ekibi daha sonra polise olayı ihbar ediyor.
Polis
zoruyla yetim çocuğun kapısı açtırılıyor. Yetim çocuk özgürlüğüne kavuşuyor.
Çocuğun komşuları babasının ve annesinin çocuğu hortumla her gün dövdüklerini,
ellerini ve ayaklarını bağladıklarını söylüyorlardı. “Allah sizden razı olsun.
Çocuğu kurtardınız” diye televizyon çekimi yapan spikere ve kameramana dua
ediyordu yaşlı bir komşusu.
Yetim
çocuk hastaneye götürülüyor; kollarında bacaklarında ve kafasında bir çok darp izleri tespit ediliyor. Buna
rağmen savcılık yetimi yine acımasız
annesine teslim ediyor. Ertesi gün komşular galeyane geliyor, balta ile yetimin
evinin kapısını kırıp cani anneden çocuğu kurtarmak istiyorlar. Tekrar polis
ekipleri geliyor, yanlarında da Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bir psikologu
bulunuyor.. Psikologun tuttuğu raporla yetim çocuk canavar anneden ve vicdansız
üvey babadan alınıp, Çocuk Esirgeme
Kurumu’nun 0-6 yaş grubunun bulunduğu bir yurda yerleştiriliyor. Savcılık
harekete geçiyor. Anne ve baba hakkında soruşturma açılıyor.
Bu
anlatılan bir hikaye değil. Bir televizyon kanalında tüm Türkiye’ye haber
olarak geçiliyor.
Yirmi
birinci yüz yılın Türkiye’sinde yaşayan seksen milyonu geçmiş Türk insanı, yetim
bir çocuğa öz annesi ve üvey babası tarafından yapılan bu korkunç zulmü donmuş
bir vaziyette ekranları başında seyrediyor....
Yetim
yavru kendisine yapılan insanlık dışı korkunç işkencenin boyutunu o küçük
yaşından dolayı anlamasa da “üvey babasını affetmişti” ama “Öyleyse sakın
yetimi ezme!” ayeti ile bizi uyaran Yüce Yaradan; acaba bu canavar üvey
babayı ve annelikten nasibini almamış (anne bile demeye dilim varmıyor) hasta
ruhlu kadını affedecek mi?
Onu
Yüce Rabbim bilir. Ben bu toplumun bir ferdi olarak bu olaya yüreğim
dayanamadı. Günlerce aklımdan ve rüyalarımdan çıkmadı; asla ve asla Canavar Ruhlu anneyi ve
vicdansız üvey babayı şahsım adına affetmiyorum.
İnsanlığı
kurtaran Nebilerin nebisi en son Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.S.)’de bir
yetim çocuktu.
Başkomutanlık Meydan Muhaberesi’nde Cennet Vatanımızı düşmandan
kurtaran Mehmetcikler, Yemen’de, Balkanlar’da , Allahüekber Dağlarında ve Çanakkale’de şehit düşen
Mehmetçiklerin yetim çocukları idi.
Kurtuluş
Savaşı’nda ordumuzun başında bulunan Başkomutan ve Türkiye Cumhuriyetimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te bir yetim
çocuktu.
Bugünde
ülkemizin bir çok yerinde fedekârca görev yapan mehmetcikler ve polislerimiz
haince pusuya düşürülüp şehit ediliyor ve arkalarında gözü yaşlı nice analar,
babalar, eşler ve en acısı da nice
çocuklar yetim bırakılıyor.
Arakan'da, Kuzey Irak'ta, Yemen'de ve Suriye'de binlerce Müslüman anne, baba şehit edildi ve bu şehitlerin çocukları yetim kaldı. Bu yetim çocukları ülkemizin her sokağında her caddesinde perişan bir halde görmek mümkün....
Yetimlerimizin
sayısı gün geçtikçe artıyor...
Sonuç
olarak, yetim çocuklara iyi davranalım, onların haklarını ve hukuklarını varsa
mallarını koruyalım, asla ve asla “ yetimi ezmeyelim.
Çünkü
Yüce kitabımızda : “Öyleyse sakın yetimi ezme!” diyor...
Bizleri
yetimler konusunda “Sakın ha!” diyerek uyarıyor. Ayrıca Peygamberimiz de
”Yetimin ağlaması ile arş
sarsılır.” diyor. Ne olur!..İnsan olarak “YETİM ÇOCUKLAR”
konusunda bu uyarıları dikkate alalım.
Selam
ve sevgilerimle.
Şükrü
Bilgili