“Vizontele” bir filmin adı. Yönetmeni ve başrol oyuncusu
Yılmaz Erdoğan. Bu güzel film sinemalarda kapalı gişe oynadı; vizyona
girdiğinde büyük bir seyirci kitlesinin akınına uğradı. Film daha sonraları
bazı televizyon kanallarında da gösterime sunuldu. Özellikle yetmiş sekiz
kuşağından olan bizleri çocukluk günlerimize taşıdığı için ben büyük bir zevkle
izledim bu filmi. Sanırım büyük bir insan topluluğu benim gibi zevk almışlardır
“vizontele”den.
Bizim devreden olup ta yani yaşı elli ile altmışa merdiven
dayayanlardan hâlâ “vizontele” filmini izlemeyenler var ise en kısa zamanda
görmelerini tavsiye ederim.
“Vizontele” ismini ilk duyduğumda şaşırmıştım. “Kelimenin
anlamı nedir?” diye düşündüm kendi kendime; bir türlü cevabını bulamadım.
Türkçe ve yabancı sözlükleri de karıştırdım;maalesef oralarda da ”vizontele”
kelimesine rastlamadım.
“Vizontele” kelimesinin anlamını ancak filmi seyrettikten
sonra kavrayabiliyor insan. ” Yılmaz Erdoğan tiyatro oyunları, sohbetleri
aracılığıyla anlattığı Hakkari’yi şimdide beyaz perdede seyircileriyle
buluşturuyor. Çocukluğunun yaşandığı kent olan Hakkari’ye vizontelenin
(televizyon) geliş öyküsünü anlatıyor; musluklara bir türlü su getiremeyen Belediye
Başkanı Nazmi Bey, Rıfatı askere giden Sıti Ana, Rıfat’ın geride kalan
sevgilisi Asiye, Eşenlerin gelini Fırkat, Sinemacı Latif, Müteahhit Fikri, Mal
Müdürü İzzet, haylaz torunlar Yılmaz, Mustafa, Aykut, sarhoş Ezo ve
arkadaşları....ve diğerlerinin öyküleriyle birleştirilerek....
Bir süreliğine çocukluğuna ve yetmişli yıllara dönüp oradan
aktarıyor bize bu keyifli hikayeyi, kendine özgü bakışı ve anlatımıyla...
Ve sinema, özlediği bir buluşmayı gerçekleştiriyor,
Hakkari’nin, “vizontele”nin insanların öyküleriyle...
Yolun sonu olan ve her şeyin geldiğinde zaten eskimiş olduğu
bir kente devlet tarafından televizyonun gönderilişinin hikayesi... uzak
görünen yerleri, insanları ve duyarlılıkları yanıbaşımıza getiren bir film...ve vizontele...”
Yıllar önce Teyzemin Oğlu Naci’nin kızının düğününde Radyocu
Ömer amca ve birkaç arkadaşla bir odada sohbet ederken bir yandan da televizyon
seyrediyorduk. Televizyonda Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele Tuğba” ile ilgili bir
reklamı geçti.
O sırada hemen ben söz aldım.
“Arkadaşlar “ dedim, “Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele” filmini
seyrettiniz mi? Bu film insanı yetmişli yıllardaki çocukluk yıllarına
götürüyor. Bu filimde yaşanan olayların bir kısmı aynen Alaca’mızda sanki
yaşandı gibi. Alaca’mızın ilk vizontelecisi kim? Hatırlayanınız var mı? Yani
Alaca’mıza ilk televizyon yayını başlatan şahıs kim?” dedim.
Kimseden ses çıkmadı.
Bense bir an yetmişli yıllara daldım gittim...
Ortaokul ikinci sınıfta ya da üçüncü sınıfta idim.
Cumhuriyet meydanının karşısında”Özel İdare” binasının önünde büyük bir
kalabalık vardı. Binanın çatısının üstünde on beş metre yüksekliğinde uzunca
bir demirin üzerinde o zamanları bir anlam veremediğim kenarları çatallı bir
aleti birkaç kişi sağa sola çeviriyorlardı. Bu çatallı aletin takıldığı demir çubuk
çok yüksek olduğundan sağdan soldan tellerle de yandaki binalara bağlanmıştı.
Binanın balkonuna da bir kutu konmuştu. Çatıdaki çatallı
alet sağa sola döndürüldükçe bu sihirli kutunun içinde karıncalanmış siyah
siyah insana benzeyen görüntüler gelip gelip gidiyordu. Bu sihirli kutuya büyük
bir heyecan ve pür dikkatle bakan kalabalıktan “Aha adamlar göründü.”, ”Aha
adamlar kayboldu,” “Aha adam geri geldi” diye sesler geliyordu.
O yıllarda on üç-on dört yaşlarında bir çocuk olduğumdan ben
de bu manzarayı izlemiştim. İlk defa gördüğüm bu sihirli kutunun ne olduğunu
yanımdaki büyüklerimden birine sorduğumda ”Bu aletin bir televizyon olduğu”
söylenmişti. “Televizyon” kelimesini ilk duyduğum o gün çok şaşırmıştım. Hatta
dilim dahi dönmemişti;birkaç kez tekrarlayarak ancak “televizyon” kelimesini
doğru telaffuz edebilmiştim. Çatıda uzun demir çubuğun ucundaki çatallı
aletinde televizyonda görüntüyü sağlayan anten olduğunu daha sonraları
öğrenebilmiştim.
Sihirli kutunun hemen yanındaki bir şahısta kutunun düğmeleri
ile uğraşıyordu. Biraz daha yakına gelip bunun kim olduğunu anlamaya çalıştım.
Çok kalabalık olduğu için fazla yanaşamadım. Bulunduğum yerden sihirli kutunun
düğmeleri ile oynayan ve çatıdaki insanlara bir eliyle de işaret ederek çatallı
aleti sağa sola çevir komutunu veren komşumuz Radyocu Ömer Amcayı hemen
tanımıştım.
İşte o günleri Özel İdare’nin balkonunda gördüğüm sihirli
kutuyu çalıştırmaya uğraşan Radyocu Ömer Amca şimdi karşımda oturuyordu. Gözüne
baktım. Ömer Amcadan hiç ses çıkmıyordu. Ömer Amcaya döndüm:
“Ömer Amca niçin konuş mu yorsun? Alaca’mıza ilk televizyon
yayınını karlı kurluda olsa Cumhuriyet Meydanı’nın karşısındaki Özel İdare
binasının balkonunda sen gerçekleştirmedin mi? “ dedim.
Ömer Amca bizlere bir göz gezdirdi. Bana gelince durdu:
“Şükrü “dedi, “ Senin söylediğin gibi ilçemizde ilk
televizyon yayınını başlatan benim. Senin Cumhuriyet Meydanı’nda gördüğün
denememiz ilk değildi. İlk denememizi “Su Deposu”nda yaptık. Biliyorsun
ilçemizin en yüksek yeri Su Deposu. Büyük bir kalabalıkla “Su Deposu”nda
televizyonu kurduk. Çatısına da anteni diktik. İlk yaptığımız bu denemede
karıncalı olsa da görüntü elde ettik. Çok sevindik. Bu denemeyi ilçemizin
içinde de yapalım dedik. İşte senin yetmişli yıllarda Özel İdare binasında gördüğün
bizim ikinci denememizdi.” Ben hemen Ömer Amcanın sözü kestim:
“Ömer Amca bu televizyon fikri sana nerden geldi. Sen
radyoculuk yapıyordun. Şunun hikayesini anlat da dinleyelim” dedim.
“Şükrü seninde bildiğin gibi benim mesleğim radyoculuktu.
Zaman zaman radyo parçaları almak için Ankara’ya gidiyordum. Ankara’nın Konya
Sokağı’na gittiğim dükkanların birinde televizyon aletini çalışırken gördüm.
Radyo parçalarını aldığım arkadaşa televizyonu göstererek ‘Hemşehrim bu aleti
Orta Anadolu’da yani benim memleketim Alaca’da çalıştıramam mı?’ diye sordum.
Arkadaş bana ‘Çalıştırabilmen için iyi bir anten yaptırman gerek. Şu anda böyle
bir anteni Niğde de bir usta yapıyor. Eğer böyle bir düşüncen varsa adresini
vereyim. Git o adamla konuş’ dedi.
Beni bir heyecan sardı. İçim içime
sığmıyordu. Alaca’mızda bir ilki başaracaktım. Yerimde duramıyordum. Hemen
atladığım gibi Niğde’ye gittim. Verilen adreste antenciyi buldum. Durumu ona
anlattım. O da bana bir anten yaptı. 'Yalnız anteni çok uzun bir direğe bağlayın 'dedi. Anteni attığım gibi Alaca’ya döndüm. İçimde bir ilki başarmanın sevinci
yanında bir de başaramazsam ele güne rezil olurum diye bir korku vardı. Yine de
denemekte fayda var diye işe koyuldum” dedi.
Ben hemen yine bir soru sordum:
“Ömer Amca anteni Niğde’den getirdim.” diyorsun, “Televizyon
o sıralarda Alaca’nın mağazalarında alınıp satılıyor mu idi? Televizyonu nerden
buldun?“ dedim.
“Şükrü Alaca’da o yıllarda televizyondan birçok insanın
haberi yoktu. Anteni Alaca’ya getirdikten sonra kimde televizyon var diye
araştırdım, soruşturdum. Otobüsçü Hacı Ezer’de bir televizyon varmış. Hacı Ezer
otobüs çalıştırdığından çok sık Ankara’ya gidip geliyordu.Bir gün lazım olur
diye almış bir kenara koymuş. İlk televizyon görüntülerini Hacı Ezer’in
televizyonu ile aldık. Görüntü tam net olmadığından aynı vizontele filminde
olduğu gibi daha sonraki günlerde Kırklar köyüne akülü bir yansıtıcı koyduk.
Ondan sonra görüntü netleşti.“ dedi.
“Ömer Amca Alaca’mıza yetmişli yıllarda bizlere televizyon
yayını izlettiğin için ve böyle bir ilki gerçekleştirdiğinden dolayı seni
tebrik ederim. Çünkü o yıllarda Muhammet Ali’nin boks maçlarını büyük bir
zevkle izledik. Muhammet Ali Müslüman olduğundan dolayı her yendiği maçtan
sonra kendimizden gurur duyduk. İlçemize faydalı olacak yenilikleri getirecek
daha nice Ömer Amcalar yetişsin, yetişsin ki ilçemiz bir adım daha ileri
gitsin. Çağın nimetlerinden Alaca halkımız da faydalansın.” Dedim. Sonra da
elimi dizine vurarak:
“Ömer Amca affınıza sığınarak size Alaca’mızın ilk
vizontelecisi diyebilir miyiz?” dedim.
Ömer Amca gözlerime bakarak sadece gülümsedi. Mütevazı bir
şekilde “Siz bilirsiniz? “ dedi. Allah Ömer Amcadan razı olsun; yetmişli
yıllarda bizleri televizyonla buluşturduğu için.....
Hoşça kalınız.
Not:Radyocu Hafız amcanında bahsedilen ilk televizyon yayınında katkısı olduğunu düşünmekteyim. Bu konuda bileğisi olan varsa yazarlarsa memnun olurum.... Hafız amcaya da katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Şükrü Bilgili