TESBİH TANESİ GİBİ 33 CANI TOPRAGA
VERDİK!.....
“Neylersin ölüm herkesin başında,
Uyudun, uyanamadın olacak,
Kim bilir nerde, nasıl,kaç yaşında,
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
Tespih mi demeliyiz tesbih mi?
Bu
kelimenin doğruluğu için imlâ kılavuzuna ve manasını anlamak için de
sözlüğe bakmamız gerek.
Türk
Dil Kurumu’nun imlâ kılavuzunda tesbih kelimesini bulamadım ama tespih
kelimesini buldum. Türkçe Sözlüğü’nde de tespih kelimesinin karşısında tesbih kelimesinin
Arapça bir kelime olduğu belirtilmiş ve kelimenin anlamı da “Dini sözleri
tekrarlamak veya elde oyalanmak için kullanılan, türlü maddelerden boncuk
biçiminde yapılmış, 33 veya 99 taneden oluşmuş dizi” şeklinde tanımlanmış.
D. Mehmet Doğan’ın “Büyük Türkçe Sözlüğü”nde
de tesbih kelimesi “Allahı noksan
sıfatlardan tenzih etme ululama”, “ subbanallah” deme,“ Allah’ın
sıfatlarını tesbih ederken sayı saymak için kullanılan ve 33 veya katları kadar
tanenin ipe dizilmesiyle meydana gelen halka” olarak açıklanmış.
Tesbihin
tanımında belirtildiği gibi türlü tanelerden ipe dizilerek yapılan bu alet namazlardan sonra 33 defa
“Subhanallah”, 33 defa “Elhamdülillâh” ve 33 defa da “Allahuekber”
şeklinde çekilişini, ya da bir sofinin caminin bir köşesinde veya evinin bir mekanına
çekilip zikir babından tesbih çekişini ya da mahalle kabadayıların ellerinde
çeşit çeşit renkte, kalitede ve “şak! şuk!” gibi sesler çıkaran 33’ lük
tesbih çekişlerinden de hiç bahsetmeyeceğim.
Tesbih
konusunda uzman değilim. Bu yüzden tesbih şu taştan yapılır bu taştan yapılır
gibi size ahkam da kesecekte değilim.
Yalnız;
-Rahmetli
babam Tatar İsmail’in
siyah renkli kıl keçisi postu üzerinde namazdan sonra çektiği tesbihinden,
-Kıbrıs
Gazisi Ağabeyim Satılmış Bilgili’nin Kıbrıs’tan bir kiliseden ganimet olarak
aldığı ve evimize getirdiği, gürgenden
yapılı iri taneli , ucu püsküllü, yarı boyum kadar olan papazın tesbihinden,
-Artvin
Erkek Öğretmen Okulu’nun 3. sınıfında iken, memlekete dönüşümüzü Erzurum
üzerinden gelirken kendi paramla aldığım oltu taşından yapılmış o güzelim siyah
renkli tesbihden,
-İlçemizde
mecnun mecnun uzun saçları ve asası ile genelde cuma günleri Alaca’mızda boy
gösteren, boynuna ve vucüduna çok uzun olarak sardığı bir derviş edası ile Deli
Bektaş’ın çektiği tesbihden,
-Eskişehir’de
okurken pahalı olduğundan satın alamadığım;sadece vitrinlerde burnumu çekerek
imrenerek seyettiğim, Eskişehir Lüle Taşı’ndan yapılmış çeşitli beyaz renkli
tesbihlerden ise hiç bahsetmeyeceğim.
Ben
sizlere tesbihin kendisini değil, “Tesbih tanesi gibi dizilmiş 33 canın
katledilişinin öyküsünü” anlatacağım. Tabii yazı çok uzun, ben seni
okuyamam demezseniz, çok memnun olurum.
Yazımın başlığını niçin “Tesbih tanesi gibi 33
canı toprağa verdik” diye yazdım
Hiç
düşündünüz mü?
“Mayıs 1993… Pkk azmıştı. Hergün pusu, hergün karakol baskını, kan gövdeyi götürüyordu. 150 kişilik ağır silahlı terörist grup, Elazığ-Bingöl karayolunda şehirlerarası otobüsü durdurdu, kimlik kontrolü yaptı. Malatya'dan usta birliklerine giden sivil kıyafetli, silahsız 36 er indirildi. Geceyarısı saat 03'tü. Aslanlarımızı yol kenarında yan yana dizdiler, kolkola girin diye bağırdılar, Kalaşnikoflarla, Bixi tabir edilen ağır makineli tüfeklerle taradılar. Dakikalarca, şarjörleri değiştirip değiştirip boşalttılar. Delik deşik cansız bedenlerin yanına gelip, suratlarına sıkmaya devam ettiler. 33 askerimiz orada şehit oldu. 3'ü öldü sanılarak bırakıldı.” ( Yılmaz Özdil)
Bir
televizyonumuzda bir zamanlar ilçemizde de Kızıllı köyünde öğretmenlik yaptığım
yıllarda Alaca’mızda Kaymakamlık yapmış çok değerli Merhum Recep Yazıcıoğlu’nun
Erzincan ilinde vali iken yaptırdığı ve değerli yazarımız Ayşe Kulin’in
romanından uyarlanarak sinemaya aktarılan “Köprü” dizisinde, ilin bir köyü
olan Başbağlar köyünde teröristler tarafından çelik çocuk, yaşlı ihtiyar
demeden 33 canı acımasızca katledildiği sahneleri televizyonda seyrederken,
(başımda olmayan) tüylerim diken diken olmuştu.
Yine
bu katliamdan bir kaç gün önce Sivas ilimizde de 33 sanatçı binlerce
insanların gözleri önünde canlı canlı yanarken yine dehşetler içinde idim.
Yine
beni benzer duygular içine gark eden; İzmir’den Kapodokya gezisine giden masum
ve günahsız öğrencilerin bir ihmal
kurbanı olarak hayatlarının baharında “Tesbih tanesi gibi bayraklara sarılı
33 tabutlarının” omuzlar üzerinde taşındığını televizyonda seyrederken
kahroldum desem, herhalde yalan olmaz.
27.02.2020 tarihinde akşama doğru Suriye’nin İdlip kentintinde masum , çaresiz Suriyeli kardeşlerimizi Suriye Rejiminin ve Rusya’nın katliamlarından korumak için gittiği gittiği sahada , alçak Rusların Uçakları ile 28.2.2020 tarih , 04.19 saat itibariyle 33 Kahraman Mehmetçiğimizin şehit edildiğini, Mübarek Regaip kandili gecesinde öğrenmiş olmak beni kahretti.
Bu
kadar tesadüf olmaz; her beş olayda da tesbih tanesi gibi 33 canı topraga verdik.
Acılarını Türk Milleti olarak kalbimize gömdük. Bir gün sonda da
Amerika’dan basına ve televizyonlara bir haber geçildi; bir terörist 32
öğrenciyi silahla öldürdükten sonra kendisini de öldürdü; toplam ölü sayısı
yine 33 can.
Elazığ-Bingöl karayolun’da 33 askerimiz şehit,
Başbağlar’da
33 can,
Sivas’ta
33 can,
Kapatokya’da
33 can,
Amerika’da
33 can.
İdlip’te 33 Kahraman askerimiz Şehit,
Rakamlara
takıntım yok; batıl inacım ise hiç mi hiç yok. Hani bazıları derler ya şu rakam
ugursuz bu rakam ugursuz gibi. Mesela bazıları 13 rakamını hep ugursuz sayar.
Ben de böyle hiç bir inanç oluşmadı çok şükür. Ama yukarıdaki dört olaya, Allah
aşkına bakar mısınız?
Her
bir katliamda tesbih tanesi gibi 33 can yok olmuş.
Bu
bir tesadüf olabilir mi?
İşte
bu başlığa neden olan; Ülkemizi yasa boğan; o günkü
gazetelerden okuyalım:
“İZMİR Zafer İlköğretim Okulu
öğrencilerinin Kapadokya gezisi sırasında meydana gelen trafik kazasında
yaşamlarını yitirenler, İzmir Konak Meydanı’nda gerçekleşen törende gözyaşları
arasında son yolculuklarına uğurlandı. Aksaray yakınlarında karşı yönden gelen
kum yüklü kamyonla kafa kafaya çarpışan otobüste yaşamlarını yitiren Zafer
İlköğretim Okulu öğrencileri, veliler ve öğretmenler için yükselen ağıtlar,
meydanda bulunanların tümü ağlattı. Kazada yaşamını yitiren 33 kişiden 29’unun
cenazesi dün sabaha karşı 04.30’da bir
uçakla İzmir’e getirildi. Durumları iyi olan 14 yaralı da aynı uçakla
getirilerek çeşitli hastanelerde tedavi altına alındı.”
Diğer gazetelerin attıkları başlıklar
daha yürek yakıcı idi:
“Ağla
Türkiyem ağla”
“Kalpler Ege’de kaldı”
“Melekleri Konaktan uğurladık”
“Feryatlar
göğe yükseldi”
“Konak acıya gömüldü”
Ve Her zaman
söylendiği gibi:
“Bu yavruları öldürenler cezasız kalacak mı?
“Aslında hayatımız ya da ömrümüz nedir ?” diye, sorsam
bana ne cavap verebilirsiniz?
Bana
göre hayat veya ömür: “Tesbih taneleri gibi birbiri ardına dizilen acılı ve
tatlı günlerin alt alta toplamıdır. Bazen bu tesbih tanelerinin dizildiği ip
bir yerden kopuyor, bu ipe dizilmiş boncuk taneleri de sağa sola saçılıyor.
Çevreye dağılan taneleri yeniden
derleyip toplanmaya çalışılıyor ama eski
boncukları aynı sırada dizmek çok zor oluyor. Dizdiğinizde de birde
bakıyorsunuz ki bazı taneler eksik.....yok olmuşlar......”
Sonuçta
tamamlayamazsınız; eksilen o güzelim taneleri ve canları...
Çok
üzülürsünüz.
Ama
nafile.....
O
taneler ve o canlar artık o ipte yer almayacak......
Bazı
canları tesbih tanesi gibi bir anda toprağa verebiliyoruz ve acılarımızı da
kalplerimize gömebiliyoruz.....İnsan oğlu çok metanetli eşine ve emsaline
rastlanamayan bir varlık. O yüzden Yüce Yaradan ancak bu dini (İslam
Dinini) insan oğlunun kaldırabileceğini bildiği için
bizlere yükledi; ”Emirlerime uyun yasaklarımdan kaçının”diye de uyarıcı olarak da Yüce Peygamberimizi ve Yüce
Kitabımızı gönderdi.
Yüce
kitabımızın ve Yüce Peygamberimizin yolundan yürüyenlere selam olsun..
Devam
edelim haberi biraz daha okuyalım....
“Ölen öğrencilerin çoğunluğunu
oluşturduğu 2- A sınıfının öğretmeni Gonca Yanç, meslektaşı Yeşim öğretmen ve
öğrencileri için gözyaşı döktü. Yanç, “O bir çalıkuşuydu. Sadece öğrencileri
değil, velileri de eğitirdi. Annemin rahatsızlığı nedeniyle son anda geziye
gitmekten vazgeçtim. Ancak keşke gitseydim de ölseydim” diye ağladı. Okul
Müdürü Süleyman Karabulut da ayakta zor durabilecek görüntü sergilerken, “Benim
çocuğum da yaralı ama hepsi benim çocuğum. Keşke böyle bir facia yaşanmasaydı”
dedi. Yakınlarını kaybedenlerin feryatları ise törene katılanları yüreklerini
kanattı. Birçok bürokrat ve 5 bine yakın
İzmirli katıldı.”
Bir başka gazetede de şu satırlar
yazılmış:
“İzmir’in
simgelerinden Konak meydanı, her gün binlerce güvercini ağırlar. Güvercinler,
umutları, hayalleri, sevinci ve barışı simgeler. Konak Meydanı’nın
güvercinleri, dün yerleri tüm Türkiye’yi yasa boğan Aksaray-Konya yolundaki
kazanın tabutlarına bıraktı. Aksaray'da meydana gelen 33 kişinin öldüğü kazaya
tanık olan Nevşehirli kamyon sürücüsü Tuğrul Canlı, “Kurtarmaya çalıştığım bir
öğrenci 'Ağabey, kolum nerede?' deyince ne yapacağımı şaşırdım” dedi
, diyor...
Şimdi tekrar soruyorum: Bir insan olarak bu haberleri okuduktan
sonra birde bu mahşeri kalabalığın içinde bayraklara sarı tesbih tanesi gibi
dizili 33 taputu yan yana görürseniz ne yaparsınız?
Benim gibi her iki gözünüzden yaşlar akıtmaz mısınız?
Yanıma gelen eşim:
“Ne oldu Şükrü” dedi, “Erkekler ağlamaz.” Ben de:
“Evet erkekler ağlamaz ama erkeklerinde demek ki ağlayacağı
zamanlarlar varmış” dedim ve göz yaşlarımı sildim. Elimdeki televizyon kumandası ile tesbih
tanesi gibi 33 canın dizili tabutlarını gösterdim.
“İşte ben bu 33 cana gözyaşı döküyorum.” dedim. Ayrıca bu 33 canın bir geziye giderken trafik
terörüne kurban gittiklerini öğrenince, yıllar önce benimde öğretmenliğim
sırasında buna benzer bir kaza ile karşı karşıya kaldığımı hatırlayı verdim.
Allah’ıma çok şükür kü (Allah’ımın sevgili kuluymuşum ki) o kazayı ucuz atlatmıştık. Eğer o gün o
kazada birkaç öğrencim ölse idi; ben bugün o çocukların ızdırabı ile yaşayamaz,
şu anda seninle beraber olamazdım.“ dedim Eşime ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın “35 Yaş” adlı
şiirinin son dizelerini okudum :
“Neylersin
ölüm herkesin başında,
Uyudun,
uyanamadın olacak,
Kim
bilir nerde, nasıl,kaç yaşında,
Bir
namazlık saltanatın olacak,
Taht
misali o musalla taşında.”
Sonunda
da “İşte hem bu 33 can için hem de geçmişte öğrencilerimle başımdan geçen; fakat , hiçbir öğrencimin
burnunun kanamadığı o kaza anını gözlerimin önüne
geldiği için ağlıyorum” dedim.
Eşim “Şu hikayeni anlatta dinleyelim “dedi. Ben de başladım
anlatmaya.......
Şükrü BİLGİLİ
Not: 15.4.2007 tarihinde yazıldı...