Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

YAŞADIĞIM İKİ SEL FELAKETİ!....


YAŞADIĞIM İKİ SEL FELAKETİ!....



 Paylaş
 09 Agustos 2018 21 : 59 

Ordu ilimizde ve Karadeniz sahil boyunda bugüne kadar görülmemiş şiddetli yağışların arkasından büyük bir sel felaketi yaşanıyor. Köprüler uçtu. Evler ve iş yerleri sular altında kaldı. Bir çok araç zarar gördü. Karayolunda çökmeler yaşandı. Heyelanlar , göçükler oluştu.  Fındık bahçeleri tahrip oldu. Vatandaşın kurutmak için yollara serdikleri tonlarca fındık, sel ile birlikte Karadeniz’e akıp gitti.

Yetkililer şiddetli yağışların ve sel felaketin devam edeceğini, vatandaşların dikkatli olmaları konusunda uyarılıyor yapılıyor. Televizyon Haber Kanalları saatlerce bu felaketi canlı olarak veriyor. Çok şükür can kaybımız yok. Rabbim en kısa zamanda bu felaketten bizi kurtarsın.

Sel deyip geçmeyin. Çocukluğumda ve Kızıllı Köyünde öğretmenlik yaparken bizzat yaşadığım sel felaketlerini hiç unutamıyorum.

İlçem Alaca’nın Tekke ve Kanlıbostan dediğimiz mevkiden gelen iki dere, Tezekan  mahallesinin kuzeyinde birleşerek , ilçemizin batısından kuzeyine doğru Muhacir Mahalesinin harmanların üzerinden Hışır köyü topraklarından , Çorum tarafına doğru akan bir çayımız var.  Daha önceki yıllarda yaşanan sel felaketi nedeniyle bu dere yatağının kenarına toprakla doldurulan bir set yapılmıştı.  

On yaşında ya vardım ya yoktum. Mevsim Ağustos ayının sonları veya Eylül ayının başlarıydı. İlçemiz Alaca’da şiddetli bir yağış olmuştu.  Alacamızın  güneyinden, batısından ve kuzeyinden geçen çay,  yağan yağmurun şiddeti ile dolup taşmıştı. Büyük bir sel felaketiyle karşı karşıya idi ilçemiz.

Setin hemen altında Eski Sanayi Çarşının hemen yanında harmanımız vardı. Babam çok telaşlanmıştı; sel, seti aşarsa bizim harmanı da götürür diye…Annem, ağabeyim, ablam evden koşarak babama yardım için  gitmiştik. Azgın sel suları setin seviyesine kadar çıkmıştı, seti aştı aşacaktı… Babam ve bizler çok korkmuştuk. Babam elindeki kürekle harmanımızın hemen üzerindeki setin çukur yerlerini toprakla canla başla dolduruyordu.

Elli metre ileride Ankara yolu üzerindeki köprüye doğru gittiğimde; Alacalılar köprünün kenarına akın etmişlerdi;  köprünün üzerinden suların taştığını, bulanık ve çok deli akan sularla birlikte, ineklerin, koyunların, yılanların , tosbaların, köstebeklerin,  öbek öbek harman yığınlarının, yatak döşeklerin   ve bostanların (kavun, karpuz. vb.) yuvarlanarak akıp gittiklerini korku ile seyretmiştim..

Bir iki saat sonra ise selin hızı yavaşladı.  Toprak Set sayesinde ilçemiz ve babamın harmanı büyük bir felaketten kurtulmuştu. Setin ve çayın öbür yakasında ki harmanlardan hiçbir eser kalmamıştı.

Yaşadığım ikinci sel felaketi ise çok tehlikeli idi ve nerede ise canımızdan olacaktık.

Alaca ilçemizin Kızıllı köyünde 1978-1984 yılları arasında ilkokul öğretmenliği yaptım. Bu köyde çok güzel günlerim geçti. Kızıllı köylülerinden Emin abi, Kilo (Aslan Coşkun) ,  İsmail Abi beni avcılığa alıştırmışlardı. Mevsimine göre tavşan, keklik, balık avına gidiyorduk bunlarla. Bu güzel üç insan şu anda aramızda yoklar. Rahmetli oldular. Mekanları Cennet olsun.

Bir gün Emin abi “Hoca , bu cumartesi Alaca’ya gitme. Seninle Kabil tarafına hem balık tutmaya hem de keklik, tavşan avına gidelim.” Dedi. Ben de “Tamam Emin abi. Çok iyi olur” dedim.  

Mevsim Ekim ayı idi. Okullar yeni açılmıştı. Cumartesi sabahı Emin abi, Kilo, İsmail Abi tüfeklerimizi, fişeklerimizi, balık tutmak için olta ve balık ağlarımızı, yiyeceklerimizi alıp yola çıktık.

Bize eşlik eden bir de av köpeği vardı. Adı Toni idi.  Sırtından baş kısmına  kadar siyah, bacak kısımları  sarı , karın bölgesi ise tüm beyaz olan bu sevimli köpek;  İsmail abinin özel yetiştirdiği bir kuş kopeyi idi. Av köpeklerine kopey diyorduk.  Toni’nin kuyruğu kesikti;  İsmail abi ava gittiğinde ses yapmasın diye kuyruğunun ucundan biraz budamıştı.

Her gün ders bitimine doğru Toni okula gelir, ders yaptığım sınıfın penceresine iki ayaklarını dayar, sınıfın içine göz atardı.  Öğrencilerim Toni’nin camdan bize baktığını görünce “Hocam, hocam Toni geldi. Toni geldi.” diye bağırırlardı. Ders bitimin de beni kapıda bekler ayaklarıma sarılırdı. “Sanki bana ava gidelim “derdi. Bazen taksi ile ava gittiğimizde bizden önce arka koltuğa adam gibi otururdu. Götürmek istemediğimizde arabanın içinden zor çıkarırdık Toni’yi…

Bir gün köyün alt tarafında tarlalarda çil keklik avına gitmiştik.  Toni önümden ilerliyordu. Ben de elimde on altılık tüfeğim ile her an bir çil keklik, sapların arasından kalkar diye tetikte bekliyordum. Üç dört metre önümde sapları koklayarak giden Toni birden ön ayaklarını direyerek dim dik durdu.  Gözlerimin içine baktı. Birbirimizin gözlerine bakarken kesik kuyruğunu çevirmeye başladı.

Toni ile ilk defa av yaptığımdan bu hareketlerden bir anlam çıkaramamıştım. Sol tarafımda aynı hizada yürüyen İsmail abi “ Toni kap!. ” diye seslendi. Birden Toni’nin çok süratli bir şekilde hamle yaptığını gördüm. Bu hamlenin arkasından sürü halinde on-onbeş tane keklik sürüsü “Pırrrr” diye önümden kalkı  verdiler.

Benim ödüm patlamıştı. Baktım ki sürü halinde keklikler havada uçuyordu; Toni “hav hav” diye onların peşinden koşuyordu. Tüfeğimi kekliklere doğrultup tetiğe bastım. “Güm” diye sesin arkasından bir keklik yere düştü. Toni hemen düşen kekliğe doğru koştu, sapların arasından onu buldu, ağzına aldı bana getirdi. Hayvan canlı idi. Bir iki saçma değmişti. İsmail abi yanıma geldi. Elindeki bıçakla kekliğin boynunu kesti. Bana uzattı…

“Aferin Şükrü Hoca. Sen iyi atıcıymışsın” dedi. Ben de “İsmail Abi benim ilk keklik vuruşum. Bugüne kadar hiç keklik avına gitmemiştim. Tesadüf oldu herhalde. Çünkü fazla atıcılığım yok. “ dedim..

Toni ile av yapmak çok zevkli idi. Bu yüzden Toni’nin bizimle gelmesine sevinmiştim. O gün bir taksi ayarlayamamıştık. Ava yaya gidiyorduk. Emin abinin dediğine göre gideceğimiz yer hayli uzaktı. Çok neşeli idik. Sırtlarımızda yüklerimiz, ellerimizde tüfeklerimiz sohbet ede ede yol alıyorduk.

 Yalıçal köyünü geçtikten sonra avlana avlana Kabil köyünün aşağısındaki Alaca İlçemizden itibaren gelen dereye geldik. O gün şanslı değildik;  önümüze ne keklik çıktı ne de tavşan. Emin abi, “Hoca uçan kuş, kaçan tavşan vuramadık ama dereden çok balık tutarız. Onu yeriz. Endişelenme. ” diye beni teselli etmişti. Emin Abi, İsmail Abi ve Kilo Abi gençliklerinden beri bu derede balık avlamaya geliyorlarmış. derenin neresinde  balık var çok iyi biliyorlardı.

Balık tutacağımız yere geldiğimizde paçalarımızı dizlerimin üzerine kadar sıvadık, derenin karşı tarafına geçtik. Sırtımızdaki yükleri derenin  kenarında yükselen kayalıkların kıyısına bıraktık. Su fazla akmıyordu. Eşyalarımızın bir iki metre ilerisinde dere yatağına balık ağını suya bıraktık. Balık ağını gerdiğimiz yerin yukarı kısımlarından elimizdeki çubuklarla balık inlerini karıştırdık. İnlerden çıkan balıklar birer birer balık ağımıza takılıyorlardı.  Yarım saat içinde kırka yakın balık tuttuk. Tuttuğumuz balıkları kenardaki kumların üzerine attık.

Emin abi, biz balıkları tutarken çay demlemişti. “Çocuklar çay hazır. Balıklar ölene kadar gelin bir şeyler atıştıralım. Sabahtan beri bir şey yemedik. Sonra da balıkları pişiririz” dedi.

Balıklardan temizlediğimiz ağı tekrar aynı yere gerdik. Emin abinin yanına geldik. Yere bir sofra bezi serdik. Köyden getirdiğimiz domates, çökelik, soğan, salatalık ile karnımız doyurduk. Yediğimiz çökelek, domates, salatalık bal gibi gelmişti. Hepimiz iyi açıkmışız. Yemeğimizi yerken ve çayımız içerken kumların üzerine attığımız balıklar zıpır zıpır zıplıyorlardı.

Henüz yemeğimizi bitirmemiştik ki yakınlarımızda hava gürledi. Şimşekler çakmaya başladı. Hafif hafif yağmur atıştırmaya başladı.

Ben “Emin abi yağmur yağacak. Balıkları toplayayım mı” dedim. “Şükrü, toplamana gerek yok. Biraz sonra hava açılır. Bizim burada fazla kara bulutlar yok. Alaca ve köyümüzün tarafında çok kara bulutlar var. Oralara herhalde fazla yağmur yağıyor.” Dedi.

Bu konuşmamızın ardından on beş dakika ya geçti ya geçmedi. Benim kulaklar çok hassastı.  Bulunduğumuz yere gittikçe yaklaşan “Hışır hışır “ bir ses duydum. Oturduğum yerden bir metre yükseklikteki kayaya çıktım. Sesin geldiği derenin yukarı kısmına baktığımda önüne çer çöpü katmış “”hışır hışır “ses çıkararak  büyük bir suyun geldiğini görür görmez “Emin abi sel geliyor. Çabuk tüfekleri, eşyaları alın benim yanıma çıkın “dedim.

Benim can havliyle bağırmam ile Emin abi, Kilo, İsmail abi oturdukları yerden birden fırlayıp ellerine ne geçirdiyseler alıp yanıma geldiler. İnanın saniye ile kurtulmuşlardı. Çıktığımız kayanın üzerinden seli izlemeye başladık. İlk gelen sel dalgası önüne kattığı ağaç dalları ile birlikte balık ağlarımızı, kenarda kumların üzerine bıraktığımız balıklarımızı aldı götürdü.

Balıklarımıza ve ağlarımıza üzülürken kendimizin büyük bir tehlike olduğunun farkında değildik. Taki sular yükselmeye başlayana kadar. Suyun yüksekliği çıktığımız kayanın seviyesine gelmişti. Ayaklarımızın altından sular şırıl şırıl akıyordu... Bir metre yukarıda korunacağımız bir düzlük kaya vardı. Önce ben çıktım. Sonra Toni’nin ön ayaklarından tutup yukarı aldım. Sonra da İsmail abiyi, Emin Abiyi, ve Kilo abiyi uzattıkları tüfekler ile yukarı çektim. İki metre yüksekte idik. “Sel buraya gelmez artık !” diyorduk. Bir yandan da selin götürdüğü inekleri, camuzları koyunları sayıyorduk. Kırk elliye yakın hayvan sele kapılıp gitmişti.

On dakika geçmemişti ki sel suları yine ayaklarımızın bastığı kaya seviyeni çıkmıştı. Tekrar yukarı baktığımızda son çıkabileceğimiz bir düzlük görünüyordu. Aynı şekilde tekrar son gidebileceğimiz kayanın sırtına çıktık. Artık yukarıya çıkacak bir yer yoktu. Beş altı metre yükseklikteki kayalar dikleşiyordu. Bu dik kayayı tırmanmanız imkansızdı. Kayalarda tutunacak bir yer görünmüyordu. Hepimizi bir korku sarmıştı. Bu son çıktığımız yere de sel suları çıkarsa ölüm bizim için mukadder görünüyordu.

Sular yükseldikçe yükseldi. Ayaklarımızın bir iki santim aşağısından yalayıp gidiyordu. Üç avcı ve Toni birbirine sarılmış kurtulmayı bekliyorduk. Kaç dua okuduğumuzu bir Allah bilir bir de biz.

Ölümle burun buruna gelmiştik. Kurtuluşumuz mucize idi. Çünkü artık kaçacak bir yerimiz kalmamıştı. Tek kurtuluş sel sularına atlayıp kurtulmaktı. Ama o da garanti değildi. Kilo Aslan abi, “Ben askerde denizci idim. İyi yüzerim. Kendimi ve sizi de kurtarabilirim. Suya atlayalım. “ dedi.  Emin Abi “ Kilo aklını başına topla. Sel suyunda yüzemezsin. Çok soğuktur ve şiddetli akıyor. Seni alıp götürür. Kendin bilirsin. Ben seninle suya atlamam.” Dedi. Kilo Aslan abide bu konuşmadan sonra ısrar etmedi.

Kaç dakika geçti tam hatırlamıyorum. Birden İsmail Abi’nin “Sular azalıyor. Bakın bakın. Bulunduğumuz kayadan beş santim aşağıya indi.” Sesi hepimiz sevindirmişti. Ellerimiz açıp Rabbimize dua etmeye başladık. Sular aşağıya indikçe sevincimize diyeceğimiz yoktu. Yarım saat sonra ilk oturduğumuz kayanın seviyesine indi.

Bir yarım saat sonra da diz kapaklarımızın üzerindeki seviyeye geldiğinde paçalarımız sıvayıp tüfeklerimizi omuzlarımıza, çantalarımızı sırtımıza asarak, ayakkabılarımızı bir elimize alarak ve diğer elimizle birbirimizi tutarak , önde Kilo amca arkada ben olmak üzere dereyi geçmeye çalıştık.

Derenin suyu buz gibi idi. Tam derenin ortasına geldiğimizde ayaklarımız dondu. Hareket ettiremiyorduk. Birbirimize destek vererek karşıya zor güç geçtik. Kenara geldiğimizde ayaklarımız uyuşmuştu. Buz kesmişti. Ayak parmaklarımızı oynatamıyorduk.

Ellerimizi nefeslerimizle ısıtıp,  ayak parmaklarımızı  ve donan ayağımızı ovuşturarak ısıtmaya çalıştık.  Emin abi “Derenin kenarında fazla oyalanmayalım. Tekrar sel gelebilir. Yukarı çıkalım “ dedi. Yukarı çıktığımızda çoraplarımızı ve ayakkabılarımız giyip, eşyalarımızı alıp köye doğru yürümeye başladık.

Akşam ezanı okunmuştu derenin kenarından ayrılırken. Biraz zaman geçtikten sonra ise hava iyice karardı. Önümüzü zor görüyorduk. “Emin abi köyün yolunu bu karanlıkta bulabilecek miyiz?”  dediğim de, ” Şükrü hoca eğer bulamazsak Toni bizi köye götürür. Korkma !“ dedi ve yüreğime su serpti.

Hepimiz hem korkmuş hem de çok yorulmuştuk. Elimizdeki tüfek,  sırtımızdaki eşyalar bize öyle ağır geliyordu ki sormayın. Sanki tonlarca yük taşıyorduk sırtımızda ve elimizde. Adımlarımızı zor atıyorduk. İsmail Abi ara sıra uyarıyordu.” Birbirimizden fazla uzaklaşmayalım. Kayboluruz yoksa…” diyordu.

Ben çok pişman olmuştum.  Avcılığın böyle tehlikeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Yanımda yürüyen Kilo Amcaya “Ben bir daha ne balık avına ne de keklik, tavşan avcılığına gitmeyeceğim. Şu çektiğimiz sıkıntıya bence değmez Kilo amca. Sizi bilmem. Kararım kesin. Beni bir daha ‘Hadi Şükrü Hoca ava gidelim diye!  Yellendirmeyin.” dedim.

Kilo Amca yılların avcısı idi. Almanya’da işçi olarak çalışıyormuş. Bir kış günü izine gelmiş; kar yağsa da tavşan avına gitsem diye. İzninin bittiği güne kadar kar yağmamış. Almanya’ya tam gideceği gün köyden ayrılırken kar atıştırmaya başlamış. Alaca’da otobüs garajına gelmiş. Biletini almış. Otobüsün hareket saatine bir saat varmış. Kahvede bir çay içeyim demiş. O sırada kar şiddetini artırmış. Kahveden çıktığında kar on santim olmuş. Kilo amca , hemen garaja gidip biletini iptal ettirmiş. “Ben Almanya’ya gitmiyorum. Köyüme dönüp ava gideceğim.” demiş ve  köyün yolunu tutmuş. Kar bir ay erimemiş. Kilo amca hergün tavşan avına gitmiş. Almanya’ya bir daha gitmemiş. O gün bugün canı çektikçe tüfeğini alıp avlanmaya gitmiş.

Avcılık hastası olan Kilo Amca benim pişmanlık sözlerimi duyunca “Şükrü Hoca, bu avcılık öyle bir kötü hastalık ki zamanla anlayacaksın. Ben sırf bu av yüzünden Almanya’ya daki işimi bıraktım. Şimdi sen zoru görünce pişman oldum diyorsun. Bak beni iyi dinle. Sende bizim gibi bu avcılığa bulaştın. Avcılar ava giderken şeytan avcıyı arkadan vızzıklar. Avcı şeytanın bu vızzıklaması ile koşa koşa ava gider. Dönüşte de eğer bir şey vuramadı ise avcının sırtına biner. Dönüş avcıya o kadar zor gelir ki. Şimdi senin zorlandığın gibi. Bak yarın sabah kalkar kalkmaz canın ava gitmek isteyecektir “ dedi.

Yalıçal sırtlarından köyü gördüğümüzde köy tarafından traktörlerin üzerimize doğru geldiklerini gördük. Gece yarısını geçmişti. Köylüler meraklanmış bizlerin gelmediğini görünce traktörlerle aramaya çıkmışlardı. Karşılarında yorgun perişan biz avcıları görünce köylülerimiz çok sevindi.

O gece Emin abinin köy odasında yattım. Çok korkunç rüyalar gördüm. Öğle vaktine kadar uyumuşum. Bir ara Emin abinin “ Şükrü Hoca kalk ava gidiyoruz” dediğini işittim.  “Hayır ben  gitmiyorum “ deyip yataktan bir ok gibi fırladığımda, karşımda Kilo amca, İsmail Abi ve Emin abi  kıs kıs gülüyorlardı. 

Atalarımızın bir sözü var : “İt bilmem şeye tövbe eder mi? “  Tabi ki etmez. Ben de “Her ne kadar ava gitmeyeceğim. “desem de,  o gün yine aynı ekip ile köyün aşağısındaki tarlalara keklik avına gittik…..

 
Haber :
Bu Haber 2842 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :hayatım, sel,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5767
Semer
İzlenme : 3176
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2552
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr