HAYATIM

Yaşım küçük olarak başlamıştım ilkokula. Nüfus
cüzdanım çıkarılmadığından öğretmenim benim küçük olup olmadığımı bilemiyordu.
Benimle birlikte mahallemizden aynı yaşta birkaç arkadaşım da vardı. Onlarla
beraber okula gidip geliyorduk. Okulun ilk günleri birkaç kere sınıfımı
bulamadım. Daha sonraları ise ezberledim.
Bir ay boyunca kalem tutmayı, çizgiler
çizmeyi, yuvarlaklar yapmayı öğrendik.
Sonra sayfalarca harfler yazdık.
Elimize
bir ALFABE verdiler. Sayfaları ne hikmetse renkliydi o yıllarda !..
ALFABE’nin
ilk sayfasında harfler ve harflerin karşısında da renkli resimler vardı.
(A-At),
(B-Bebek), (C- Cam), (Ç-Çocuk), (D- Dede), (E- Elma), (F- Fındık), (G-Gül),....(J-Jandarma),
(K-Kalem), (L-Lamba), (M-Masa)...(Ü-Üzüm), .(Z-Zil).....diye diye, 29
harfi papağan gibi ezberledik durduk.
Evimizden
getirdiğimiz küçük torba içindeki fasulyelerle masamızın üzerine
öğrendiğimiz harfleri yazdık. Matematik
dersinde de fasulyeleri bir bir sayarak sayı kavramını o küçük beyinlerimize
yerleştirdik. Ders aracımız sadece bir torba fasulye, kurşun kalem , silgi,
ince yapraklı çizgili defter ve saman kağıtlı matematik defteri....
Sonunda
resimlere bakarak 29 harfi öğrendik.
Harfleri
çatarak heceleri, hecelerden kelimeyi, kelimelerden cümleyi kavradık.
Okulun kapanmasına bir ay kala çat
pat okuma - yazmayı öğrenebildik. Yaz tatilin de ise okuma-yazmayı
unuttuk; ikinci sınıfın ilk iki ayı yeniden okuma-yazma alıştırmaları yaparak
geçirdik..
Bizlere, ilkokulun birinci sınıfında harflerden
heceler, hecelerden de cümlelere gidilerek okuma-yazma öğretildi.
Bu
yönteme “TÜMEVARIM“ deniliyor.
Çocuk,
örneğin “Atla“ kelimesini okuyacağı zaman (A ile t- At), (l ile a- la),
dedikten sonra, kelimeyi (At-la) diye heceleyerek okuyordu.
Harfleri
çatarak okunduğundan bu yöntemde okuma anlamsız ve yavaş oluyordu. İleriki zamanlarda çocuk harfleri
çatmayı bırakarak heceleyerek okumaya geçiyordu. Hızlı okuma alışkanlığı ancak
ikinci ve diğer sınıflarda kazanılıyordu.
Ben öğretmen olduğumda ise sistem tam
tersine çevrilmişti. Önce cümle ezberletiliyor; örneğin “Ali gel“, “Okul
açıldı“, “Zil çaldı“; sonra
da bu cümlelerdeki kelimeler kesilerek kelimeler; kelimeler de kesilerek
heceler; hecelerde kesilerek harfler ve en sonunda da sesler öğretiliyordu.
Bu
yönteme de “TÜMDEN GELİM“ deniliyor.
Merkez Bankasının sözlü
sınavında ekonomi, muhasebe ile ilgili sorulara verdiğim cevaplardan
sonra; öğretmen olduğumu ifade
ettiğimden dolayı, Bankanın Eğitim Müdürü olduğunu öğrendiğim Ülkü Bey “Ilkokullarda okuma-yazma öğretiminde ’Tüme
Varım ile Tümden Gelim ’yöntemlerinden hangisinin çocuklar için faydalı
olduğunu“ sormuştu.
Ben de
yukarıda bahsettiğim “at-la“ kelimesini örnek vererek, her iki yöntemde
çocuğun kelimeyi nasıl okuduğunu anlatmış ve “Tümden Gelim“ metodunun
okuma-yazmada faydalı olduğunu, çocukların olayları ve varlıkları bir bütün
olarak algıladığını, ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin ev resimlerinde evin
içinde oturan insanları ve soba resimlerini çizdiklerini söylemiş; Bankanın
bu sözlü sınavını kazanıp, çok sevdiğim
öğretmenliğe veda etmiştim.
Şimdi ise sanırım yine
birkaç metot farkıyla “TÜMDEN GELİM“ yöntemi uygulanıyor. Yeni
uygulamada farklı olarak cümle ile birlikte
sesli harfler ve sesler önce
kavratılmaya çalışılıyor ve çocuklara el
yazısı yazdırılıyor. Bu yöntemde sesli harfleri ve seslerin önce
tanıtılmasıyla okuma-yazma daha önce kavratılıyor ve çocuklarımız Aralık
ayına gelmeden çatır çatır okuyup-yazabiliyorlar.
İlkokul birinci sınıfa giden yeğenlerimin ve oğlum İsmail Bora'nın el yazısı yazmada çok
zorlandıklarını, bu yüzden yazı yazma konusunda isteksiz olduklarını
gözlemledim.
İlkokulun birinci sınıfında, el
yazısı ile okuma-yazma öğretilmesinin faydasını otuz yıl önce öğretmenlik
yapmış biri olarak hâlâ kavramış
değilim.
Bu konuda bilgisi olan varsa, beni
aydınlatırsa memnun olurum....
Hatta mandolin
çalmasını biliyorsa,
“Daha dün annemizin ,
Kollarında yaşarken“
Şarkısını da söylerse, benim için
bu mini konser, ekmekli kadayıf olur.....
Kırk altı yıl önce ( ilkokula
gittiğim 1965 yıllarında) ve benim
öğretmenlik yaptığım 1978-1984 yıllarında okuma-yazma
öğrencilere, okullarımızda sekiz ayda,
şimdi ise dört veya üç ayda öğretiliyor.
Bu da
Türkiye’deki eğitimin yarım asır içinde ne kadar ilerlediğini gösteriyor.
Türk Dünyasının büyük düşünce
adamlarından ve reformistlerinden Kırım Tatar Türklerinden biri olan
Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914), Kırım’da 1883 yılında küçük boyda dört
sayfa olarak Türkçe Tercüman-ı Ahval Gazetesi’ni çıkarmış ve Tercüman
gazetesi de çok geçmeden, devrin
şartlarına ve ve okur yazarlık oranına göre çok yüksek sayılabilecek tirajlara
ulaşmıştır. Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkistan, Çin, hatta İran ve Mısır’da
satılan Tercüman’ın başarısı, Gaspıralının sadece Rusya Türklerinin değil,
bütün müslümanların meseleleriyle de yakından ilgilendiğini göstermiştir. Bu
aynı zamanda Dilde birlik fikrinin
hayata geçmesi için aynı dilin kullanılmasında bir misyon getirilmesi anlamına
geliyordu.
Bu
büyük zat, ayrıca medreselerde uygulanan
“skolastik“ eğitim tarzını eleştirerek,
beş bine yakın açtığı Usulü-Cedid mekteplerinde uyguladığı kendi
metotu ile kırk günde talebelerine okuma-yazma öğretmiş ve binlerce
insan kısa zamanda okur yazar olmuş.
Aradan
yüz elli yıl geçmesine rağmen, ülkemizde çocuklarımıza dört ayda okuma -yazma
öğretebiliyoruz .
Elli
küsür yıllık ömrümde gördüğüm; yap-boz tahtası haline getirilen, başında da “Millî“
kelimesi bulunan “Eğitimimize“
henüz çağ “AT-LA“ tamadık!...
Ama ben
“At-la“ kelimesini, girdiğim sözlü sınavında misal vererek, öğretmenlikten , ülkemizin
bir başka kurumuna çok şükür
geçiş yapabildim.....
Benim
için bu yüzden “At-la“ kelimesi çok önemli;çünkü
hayatımı değiştirdi bu sihirli kelime...
Sizin
de “At-la“ kelimesine benzer , sihirli bir kelimeniz var mı?
Devamı haftaya...