Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / HAYATIM

3-"Becayiş yapar mısın?"


3-"Becayiş yapar mısın?"



 Paylaş
 03 Mart 2017 17 : 24 
HAYATIM
 
 

Karşımda duran arkadaş, çimler üzerinde serili karton kâğıtta yazılı ” Hakkâri ilini çektim. Çorum, Ankara ve Yozgat ile değişmek istiyorum" yazıma bakarak:

-Muş’u çektim. Becayiş yapar mısın? Demesin mi?

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre becayişin kelime anlamı "karşılıklı yer değiştirme"dir. Becayiş, Türkiye’de farklı bir anlam kazanmış ve memuriyet ile ilgili bir kavram haline gelmiştir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 73. Maddesinde becayiş, "Aynı kurumun başka başka yerlerde bulunan aynı sınıftaki memurları, karşılıklı olarak yer değiştirme suretiyle atanmalarını isteyebilirler. Bu isteğin yerine getirilmesi atamaya yetkili amirlerince uygun bulunmasına bağlıdır." şeklinde tanımlanmış ve açıklanmıştır. (Kaynak: tr.wikipedia.org).

İlk defa becayiş kelimesi ile o zaman müşerref olmuştum ve kulağımı bayağı tırmalamıştı bu kelime.

Bir anda şaşırmıştım.

"İşte Hakkâri’yi isteyen bir Allah’ın kulu varmış. Ama onun yeri benim istediğim Çorum, Ankara ve Yozgat illerinden biri değil. " diye düşünürken...

-Arkadaş, Hakkârili misin? diye sordum.

-Hayır. Yalnız oradan nişanlandım. Yakında da evleneceğim, diye cevap verdi.

-Biraz düşüneyim. Haritaya bakayım. Muş, Çorum’a ne kadar uzaklıkta, çevresinde hangi iller var? dedim.

Öğretmen okulu mezunu idik. Haritaya bakmadan Muş’un çevresinde hangi iller olduğunu ilk anda hatırlayamadım. Birkaç arkadaşa sordum. Onlar da Muş’un komşu bir iki ilini söylediler.

Biraz uzakta haritaya bakan arkadaşlar vardı. Onlardan haritayı rica edip, Muş ilini aradık. Haritada bir yandan Hakkâri’ye bir yandan da Muş’a bakıyordum. Muş, Hakkâri’ye göre Çorum’a daha yakındı. Bana teklif yapan Arkadaşa:

-Tamam, becayiş yapalım, dedim. İkimizde karşılıklı dilekçelerimizi Bakanlığa verdik.

Hatırladığım kadarıyla 1976 yılının Ağustos ayının son günlerine doğru Muş’a tayin yazım gelmişti.

“Adı Muş’tur

Yolu yokuştur.

Giden gelmiyor,

Bu ne iştir ” diye bir türkümüz var ya; ben de bu türküyü söyleye söyleye Muş’a gittim.

Gerçekten de Muş’un yolu yokuştu. Şehre hafif rampa olan bir yolla giriliyordu. Otobüs garajı bu yolun sağında küçük bir yerde idi.

Muş ilimiz sırtını yüksek bir yamaca yaslamış küçük bir şehirdi. Önünde büyük bir düz ova vardı. Bu ovanın içinden de Fırat nehrinin bir kolu olan Murat nehri akıyordu

Otobüsten iner inmez bir lokantaya gidip, mercimek çorbası içtim. Garsona Milli Eğitim Müdürlüğünü sordum. Lokantaya yakın bir yerde idi Milli Eğitim. Karnımı doyurduktan sonra garsonun tarif ettiği yere gidip, merkezi bir okula depo tayinimi yaptırdım.

Esas tayinler Eylül'de belli olacaktı.

Muş’u ilk gördüğümde bir şehirden çok bir kasabayı andırıyordu. Fazla gelişmemişti. İlçemiz Alaca’dan hiç farkı yoktu. Yollar hep stabilize toprak yoldu.

Cadde kenarlarında satılan ala-bula karpuzlar ve burcu burcu kokan kavunlar ilgimi çekti. Öğleden sonra küçüklerinden hem karpuzdan hem de kavundan satın aldım. Bir kenarda oturup, somun ekmekle karnımı doyurdum.

Muş’tan Ankara’ya sadece günde bir otobüs akşam saatlerinde kalkıyordu. Otobüsün hareket saatine kadar Muş’un merkezinde bir yabancı olarak gezindim durdum. Akşam saatlerinde otobüse binip Ankara’ya , oradan da Alaca’ya geldim.

Eylül ayında Muş’a gittiğimde tayinimin Malazgirt ilçesinin Balkaya Köyü’ne çıktığını öğrendim.

Muş’tan Malazgirt ilçesine uzun burunlu çok eski ve taka bir otobüse bindim. Alaca’mızda da bu uzun burunlu otobüslerden vardı o yıllarda. Şimdi bu otobüsler tarih oldu.

Bindiğim arabanın tekerleri; yolun bozuk olmasından mı tekerlerin benim kafam gibi kabak olmasından mı anlayamadım, tam üç kere patladı.

Malazgirt’e giderken otobüsün camından dışarı baktım. Tabiat çok kötü görünüyordu. Toprak ve kayalar insana korku veriyordu. Kayalarda çok sayıda kara delikler vardı. Yanımda oturan şahsa kara delikleri sordum. Bana onların mağaralar olduğunu ve bu mağaralarda insanların yaşadığını söylediğinde irkildim.

"Allah bile buraları sevmemiş (Tövbe hâşâ). Ben nasıl öğretmenlik yapacağım Malazgirt’te?" diye kara kara düşünmeye başladım.

Taşlar sıcaktan kapkara olmuş, insanın içini karartıyordu. Alaca’mızın o güzelim boz toprakları ve yalçın kayalıkları bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiverdi.

Altı saat olmuştu Muş’tan ayrılalı, henüz Malazgirt’e gelememiştik.

Doğduğum topraklar buralara göre bir Cennet’ti sanki...

Daha ilk öğretmenliğe başladığım günlerde ilçem buram buram burnumda tütmeye başlamıştı.

Bir yandan da “Endişelenme. Buralarda senin vatanın. Ne oldu sana Şükrü? Kendine gel. Hani Türk bayrağının dalgalandığı her yerde sen göğsünü gere gere görev yaparım diyordun. Sen gelmezsen, o gelmezse bu insanlarımızı kim eğitecek? Kim okuma-yazma öğretecek? Kim bu vatanın bayrağını, marşını, öğretecek? Sen gelmezsen bir başka birileri gelir, bu vatanın bayrağını, marşını değil de, başka bayraklar, başka marşlar öğretir.” diye, kendi kendimi teselli etmeye çalışıyordum.

Kendimi ne kadar da teselli etmeye çalışsam da; içimdeki endişe ve korku bir türlü gitmedi.

İnsanlar, Türkçe konuşmuyordu; daha kolay olduğundan kendi aralarında ana dilleri Kürtçeyi tercih ediyorlardı. Soru sorduğumda veya bir şey istediğimde bazıları bozuk bir Türkçe ile karşılık veriyorlardı.

Küçük çocuklar ise hiç Türkçe bilmiyordu. Bu topraklarda o yıllarda Türkçe ikinci planda idi.

Muş’a ilk indiğimde, Türkçe konuşmayan çok sayıda insanlarla karşılaştığımda şaşırmış, bir başka ülkeye geldiğimi hissetmiştim.

Vatanımın topraklarında Türkçe konuşamayan kalabalık bir topluluğu ilk defa o zaman bizzat gözlerimle görmüş ve çok üzülmüştüm….

Bu anımı yazdığım 12.7.2010 tarihinde, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Meslek Yüksek Okulları temel atma törenlerine katılmak için geldiği Yozgat’ta, "Devlet olarak eğitime yeteri kadar önem verilmediğini, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Nijerya ziyaretine katıldığını, orada Türk okulları olduğunu, Nijeryalıların Türkçeyi öğrendiklerini fakat Hakkâri’dekine, Diyarbakır’dakine halen Türkçeyi öğretemediklerini, bu durumun devletin eğitime yeteri kadar önem vermemesinden kaynaklandığını ve bedelini de ağır ödediğini" dile getirmişti..(www.beyazgazete.com/haber/2010/07/12/)

Ne acıdır ki Nijeryalılara ve bir çok yabancı ülkelerde Türk Milletinin adını kullanarak açtıkları bu okullarda "Ecnebi çocuklarına benim güzel  Türkçe'mi, İstiklal Marşımı öğretiyorlar " diye övdüğüm bu cemaatin,  birer vatan haini olduklarını, 15 Temmuz 2016 tarihinde  çok iyi anladık.....

Hâlâ Doğu illerimizde dil konusunda değişen bir şey yok!…..

Fazla olarak da “Yıllardır devam eden ve bir türlü çözülemeyen  kanlı bir terör var ; bu güzelim topraklarda!…..”

Ne acı değil mi?


Devamı haftaya….

 
Haber :
Bu Haber 1722 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Şükrü Bilgili,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5731
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5678
Semer
İzlenme : 3136
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2519
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr