Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

"Biriiiik!..... Biriiikk!..... Biriiik!.....”


"Biriiiik!..... Biriiikk!..... Biriiik!.....”

....İneği alan vatandaşta bana o zamanın parası ile çok cüzü bir harçlık verirdi. Harçlığı alır almaz, ineğin yularını alıcı müşteriye teslim eder, “Biriiiik Biriiikk Biriiik” diye bağıran amcanın yanına koşar, elimdeki parayı birikçi amcanın eline sayardım.

 Paylaş
 12 Kasim 2016 17 : 45 
"Biriiiik!..... Biriiikk!..... Biriiik!.....”



Yine sizleri ilçemizde çok eski yıllarda yaşadığım bir güne götüreceğim….

Halka ve Olaylara Tercüman’ın “Köşebaşı” yazarlarından Sayın Ergun Göze, “Börek olmuş brik” yazısını okuyunca çocukluğumda “Mal Pazarı”nda beyaz saçlı ince zayıf yapılı bir amcanın “Biriiiik!..... Biriiikk!..... Biriiik!.....” diye bağırdığını hatırladım.

O yıllarda bu amcanın “biriik!....biriik!....biriik!....” sözlerini ilk duyduğumda ne dediğini tam anlayamamıştım.

Ama bakın bu amcanın ağzından çıkan bu kelimenin geldiği ülkenin neresi olduğunu benim gibi merak ediyorsanız Sayın Ergun Göze Beyin yazısını birlikte okuyalım.

Ergun Bey yazısında:

“TUNUS’ta gittiğimizde bir lokantada Fransızca yazılmış yemek listesinde Brik a l’oeuf diye bir şey gördüm. Briki anlamadım ama yumurtayı anladım ve istedim. Gelince briki de anladım.

Meğer börek imiş, yemek de yumurtalı börek ve bir Türk yemeği imiş. Türk, Tunus’a bir yemek kazandırmış.

Fransız ise gelmiş ona dilini unutturmuş ve böylece Türk yemeği ve Türkiye ile olan alâkasını kesmiş.” Diyor.




78 Kuşağından olan bizlerin çocukluğunda hayvanların satıldığı ve alındığı pazara “Mal Pazarı” deniliyordu.

İlçemizde “Mal Pazarı”da her haftanın cumartesi günü “Mal Pazarı” denilen mevkide kurulurdu.

Cuma akşamları yemek sofrasında babam bana sıkı sıkı tembihte bulunurdu:

“Balam yemekten sonra oyun oynamaya gitme, erken yat. Yarın ineği mal pazarına götüreceğiz. Sabah erken kaldıracağım. “ der, bizleri akşamın köründe hemen yatağa mahkum ederdi.

Özellikle o akşam oyun oynamaya gitme uyarısında bulunurdu.

Akşam yemeğini yer yemez arkadaşlarımız kapıdan bağırırdı: ”Şükrü!..Şükrü!...Hadi gelmiyor musun dışarıya? “ diye.

Anam ve babam birbirlerinin gözlerine bakar, babam anamdan önce davranır:

”Bu bağıran kim? ” derdi. Anamda her zamanki gibi :

“Kim olacak, Şükrü’nün oynaşları” derdi. Oynaş kelimesi genelde sevgililer için kullanılırdı. Nedense anam arkadaşlarıma “Oynaşların geldi. Seni kapıya çağırıyorlar” diye iltifatta bulunurdu bana.

Eğer babam izin vermişse sofradan karnımı doyurmadan hemen fırlardım. Babam arkamdan :

“Köpekoğlu köpek karnını doyurmadan nereye kaçıyorsun? Gel iyice karnını doyur. Sonra gidersin.” Dese de ben soğuk kuyu veya naylon ayakkabılarımı giyer giymez bir elimde bir parça ekmekle koşarak kapıya arkadaşlarımın yanına fırlardım.

Arkamdan yine bir ses duyardım; bu ses bazen babamın bazen de annemin olurdu:

” Sakın onun bunun bahçesine girmeyin. İnsanların bahçelerini bostanlarını talan etmeyin.”

Mahallenin bütün çocukları ya Laz Hoca’nın ya Vahit Çavuş’un ya da Berber Lütfü amcanın evinin yanındaki elektrik direğinin dibinde toplanırdı.

Sadece bu direklerde lamba vardı. Diğer direklerin dibi karanlıktı.

Bütün arkadaşlar gelince ne yapacağımıza karar verirdik. Ya hep birlikte sinemaya giderdik. Tabi sinemaya hep kaçak yerlerden girerdik. Çünkü sinemaya gidecek para hiç birimizde yoktu.

Ya da bahçelerde elma erik şeftali mısır yolmaya giderdik .Ya da çeşitli oyunlar oynardık;Eşgördü, kör ebe, kızlar taklası (uzun eşek), birdir bir gibi…
Gündüz oynadığımız oyunlar yetmiyormuş gibi geceleri de arkadaşlarla bir arada olmaktan bıkmazdık, usanmazdık.

Bazen gündüzleri oyunlara o kadar dalardık ki akşam yemeklerine dahi gelmezdik.

Analarımız ve babalarımız bizleri sokak sokak ararlardı ama bizleri bulamazlardı. Onlar yattıktan sonra gizlice eve gelir, yatağa büzülür yatardık.

Akşam yemeğine gelmediğimiz zamanlarda ertesi gün akşam sofrasında babalarımıza hesap vermek zorunda kalırdık.

Babamın erken yat demesine rağmen bazen ona haber vermeden arkadaşların bağırışlarına dayanamayıp sokağa kendimi atardım.



Cumartesi sabah erkenden uyanmak bana işte o zaman çok zor gelirdi.

Daha güneş doğmadan babam ahıra giderken anama “Şükrüyü kaldır. Elbisesini giydir. Ben ahıra gidiyorum. Hayvana biraz yem ve su verip geliyorum.” Derdi.

Anamda beni hemen uyandırırdı. Ben uyanmak istemesem de zorla kaldırırdı.”Balam babanı kızdıracaksın.

Haydi kalk.” Deyip eliyle böğrüme dürter, diğer eliyle de yorganı üzerimden çekerdi.

Ben ise gözlerimi ovuştura ovuştura güçlükle uyanır, askılı pantolonumu ve gömleğimi yarı uykulu bir şekilde giyerdim.

Babam ineğin yularını elime verir ben önde o da ineğin arkasında mal pazarının yolunu tutardık.

Mal pazarı o yıllarda birkaç kere yeri değişmişti. Hatırladığım kadar ile ilk mal pazarı Muhacir Mahallesindeki bugün Müftülük Sitesinin yapıldığı yerdi.

Burası aynı zamanda ağabeylerimizin futbol oynadığı tabii çim saha idi.

Daha sonra mal pazarı Ankara yolu üzerinde bulunan Belediye Araç Parkı'nın karşısındaki boş araziye taşınmıştı.

Mal pazarının çevresi dikenli tellerle çevrili idi. Her iki pazarın bir yanında öz vardı. Dikenli tellerden insanlar hayvanlarını kaçıramazlardı.

Çünkü belediye gerek küçük baş hayvandan gerekse büyük baş hayvanlardan paç denen bir vergi alırdı.

Şimdi bu para alınıyor mu bilmiyorum. Sizin anlayacağınız mal pazarına hayvanla girdiğinizde hemen girişte belediye zapıtaları hayvan başına size makbuz kesiyordu.

Hayvan başına ödenen paç bir nevi belediyenin bir geliri idi.

Ayrıca hayvan satıldığı zamanda bir para daha ödeniyordu belediyeye. Çoğu vatandaş kendi aralarında alım satım yapsa dahi alım-satım vergisi ödememek için çavuşlara haber vermezlerdi.

Hayvanlarını sezsizce mal pazarından çıkarır, devir teslimi dışarıda yaparlardı. Çavuşlar bunu bildikleri için mal pazarında bazen sivil dolaşırlardı, böyle haber vermeyeni yakalarlarsa cezalı olarak tahsil ederlerdi.

Bazı vatandaşlar da alım satım yaptı iseler daha az vergi ödemek için malın değerini düşük gösterirlerdi. Şimdi de aynı uygulama gayri menkul alım satımındaki tabu dairelerinde devam ediyor.

Vergiler çok yüksek olduğundan vatandaşlarımızın çoğu gayrimenkullerini düşük değerde gösteriyor ve daha az vergi veriyorlar.

Bu hareket doğru bir hareket mi bunu herkesin kendi vicdanına bırakıyorum.

Güneşin doğması ile pazarda bir canlılık başlardı. Birbirlerinin ellerini tutmuş aşağı yukarı sallayan insanları görürdüm.

Bu insanların yanın da bir kaç kişinin pazarlığın gerçekleşmesi için yardımcı oldukları dikkatimi çekerdi.

Eller sallandıkça kenarda duranlar hayvanı alana “Hemşehrim biraz daha çık” ve satana “Hemşehrim biraz daha aşağı in” diye tavsiyede bulunurlardı.

Bu tür alış veriş tabi ki benim getirdiğim inek üzerinde de olurdu.

İneğin tam değerini bilmediğim için içimden hemen ineğin ilk pazarlıkta satılmasını isterdim. Çünkü saatlerce ayakta ineğin yularını tutmaktan usanırdım.

Babam müşteri olmadığı zaman bana ”Sen burada bekle. Ben pazarı bir gezeyim. Eğer müşteri gelirse babam şuraya kadar gitti. Fiyatı ne diye sorarlarsa şu fiyatı de,” deyip yanımdan ayrılırdı.

İşte o zaman bende bir korku başlardı; ya inek kaçarsa ya yanımızdaki diğer hayvanlar bizim ineğe saldırırsa “Ben ne yaparım?” diye. Babam gelene kadar ineği sımsıkı tutardım.

Allah'ıma da “Şu kenardaki tosunlar benim ineğe saldırmasın Yarabbim.Bana yardım et” diye dua ederdim. Babam gelincede bir “Oh” çekerdim.


Güneş epey yükselmeye başlayınca mal pazarının orta bir yerlerinde çok tiz ve ince bir sesle birinin “Biriiiik Biriiikk Biriiik” diye bağırdığını işitirdim.

Sesin geldiği yere baktığımda bu sesin çevresi camekanla çevrili üç tekerlikli bir arabanın yanında beyaz saçlı beyaz tenli beyaz önlüklü orta yaşlarda bir amcadan geldiğini görürdüm.

Babama soramazdım “bu amca ne satıyor?” diye; cesaret edemezdim “bu amcanın sattığı şeyden al” diye.

Eğer ineğimiz satılırsa, babam sattığı ineğimizin parasını saydıktan sonra ineği alan vatandaşa beni eliyle işaret ederek ”Çocuğa yular parası ver. “ derdi.

İneği alan vatandaşta bana o zamanın parası ile çok cüzü bir harçlık verirdi.

Harçlığı alır almaz, ineğin yularını alıcı müşteriye teslim eder, “Biriiiik Biriiikk Biriiik” diye bağıran amcanın yanına koşar, elimdeki parayı birikçi amcanın eline sayardım.

Birikci amcada paramın yettiği kadar bana börek verirdi, ben de o nefis börekleri yerdim.

Evde kahvaltı yapmadığım günlerde Ulus civarında pastahanelerden bazen börek ,simit, boğaça alıyorum......Çocukluğumdaki hayvan pazarında “Briiiik Briiikk Briiik” diye bağırarak börek satan amcanın böreğinin lezzetini ise şimdi hiç bulamıyorum.Ne zaman bir börek yesem birikçi amcayı ve onun enfes böreğini hatırlıyorum.....
 
Haber :
Bu Haber 4555 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Birik, pide, Alaca, çocukluğum,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 0 )

Henüz bir yorum yapılmamış

İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5769
Kırım haritası
İzlenme : 5766
Semer
İzlenme : 3173
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2550
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr