Sevgili Dostlarım,
Bir hatıramda “Amuda kalkmış bu ilginç eşya ne ?” diye sormuştum.
Sağolsun ilgilenen
gönül dostlarımın çoğu “Semer” diye
cevap yazdı. Bir arkadaşım da “Palan”
dedi.
Aslında her ikiside
doğru. Çünkü resimde amuda kalkan semerin yanında kaba
olmayan güzel sade bir eşya daha vardı;
işte o da palandı.
“Semerin” ve “Palanın” kimlere
vurulduğunu yani kimin sırtına konulduğunu söylememe gerek var mı?
Yalnız Kayseri’de
gördüğüm semer ile çocukluğumda eşeklerin üzerine konulan çok meşhur olan İskilip Semeri farklı idi ve bu semer üzerinde ayrıca ahşap işçiliği vardı. Kayseri semerinde ise ahşap yoktu.
Her neyse; semer , palan
muhabbetini geçelim.
Ben simdi bu iki güzel
eşyayı gerek yük gerekse insan taşırken sırtları yara olmasın diye insanlığın ilk otomobili olarak gördüğüm; inatçı, kinci bir hayvan ile ilgili unutamadığım
güzel hatıralarımla başbaşa bırakacağım.
Bakalım bu “Semer, Palan Muhabbeti” nden sonra “Eşek Muhabbeti”ni beğenecek misiniz?
Eşeğe binip de düşmedim
diyen yalan söyler.
Hatta halk arasında
şöyle derler:”Attan düşen ölmez de eşekten düşen ölür.”
Sanırım on iki yaşlarında
idim.
İlçemizin Kızkaraca Köyü
yolu üzerinde, Tilki Deliği mevkisinde, tarlamızda ırgatlık yapıyorduk. Nerden
baksanız tarlamız ilçemizdeki evimizden beş kilometre uzaklıkta idi.
Rahmetli babam tırpanla
buğdayları biçiyor, kardeşlerim ve bacılarımla birlikte biz de deste ve yığın yapıyorduk. Annem hariç
ailece hep orada idik. Annem öğle yemeğini yapıp daha sonra gelecekti.
Ahırdaki ineklerimizi,
camuzumuzu ve karakaçan eşeğimizi de yayılmaları için getirmiştik.
Karabaş
köpeğimiz de orada idi.
Rahmetli babam eşek
kaçmasın diye onu uzun bir iple demir bir kazığa bağlamıştı. İpin uzunluğu
mesafesinde biçilen ekinlerin altından çıkan yeşil nefis otları kütür kütür midesine
indiriyordu bizim karakaçan eşek.
Rahmetli babam öğle vakti yaklaşınca “Şükrü, eşeği kazıktan
sök. Eve gidip annenle birlikte yemeğimizi getir” dedi.
Benim zaten aradığım
buydu. Çünkü hava çok sıcaktı. Bunalmıştım. Kaçacak yer arıyordum.
Fırsat bu fırsat dedim
doğru eşeğin yanına gittim. Kazığını söktüm. İpi toplamaya başlar başlamaz, bizim
karakaçan eşek birden dört nala parlayı verdi.
Eşek kaçıyor ben elimdeki
kazıklı iple onun peşinden koşuyorumdum. Gücüm yetmiyordu onu durdurmaya. Benden
güçlü idi kerata...
Epey bir koşuşturmadan sonra ayağım tökezledi. Bir de baktım kendimi yerde sürünürken
buldum.
Elimdeki ipi
bırakmadığımdan eşek beni tarlanın içinde tur attırıyordu. İpi bıraksam eşek
kaçıp gidecekti. Bırakmadım. Çünkü bıraktığım zaman , babam eşeği kaçırdın
diye bana sopa çekeceğini adım gibi
biliyorum.
O yüzden de ölümüne tutuyordum eşeğin
ipini. Eşekte bırakmıyordu mücadeleyi...
Velhasıl kelam “İpin bir ucu puştun elinde ! ” idi.
Bıraksam bir türlü
bırakmasam bin türlü.
Allah’tan ki gövdemin süründüğü toprak yumuşaktı. Yerde
sürünen vücudum ağrımıyordu ama eşeğin tozuttuğu topraklar ağzıma gözüme
geliyordu.
Tabi bu ara babam ve
kardeşlerim de eşeği tutmak için çok gayret gösterdiler.
Sonunda ben galip
geldim. Ne kadar beni yerde süründürdü bilemiyorum. Eşek durunca ben kendimi
toparlayıp ayağa kalktım. Gömleğime baktım yırtılmıştı. Pantolunum biraz
yıpranmış; elim, yüzüm, saçım, başım toz-toprak olmuştu.
Eşeğin yularından
sımsıkı tutan babam, elindeki odunla eşeğe bir kaç tane vurdu. Eşek göt atmaya
başladı. Ön iki ayağını yerde sabitleyip arka ayaklarını havaya kaldırıp savurduğu
bir kaç çifte nerdeyse çeneme gelecekti. Kazayı hafif atlattık.
Babam eşeği tam dizginler dizginlemez fırsat bu fırsat dedim elimdeki
demirle sanırım öfkeyle hafifçe birkaç kere eşeğe vurdum.
Bu eşekoğlu eşek bakın
bu yediği sopanın acısını, benden nasıl çıkardı anlatayım.
Eşeği sakinleştiren babam
palanını taktı, göbeğinin altından kemerleri sıkıca kilitledi ve üzerine de
heybeyi koydu. Beni eşeğe bindirdi “Hadi Şükrü öğle ekemeğini git annenle
getirin “ dedi ve eşeğin arkasına hafifce eliyle vurarak “Deh! Deh’” diye beni yolcu etti..
Evimizin bahçesinin
yanına geldiğimde, altımdaki eşek aniden sağdaki sadece kendisinin geçeceği iki
ağaç arasından birden geçiverdi.
Ben ne olduğunu
anlamadan eşeğin sırtından yavaş yavaş arkaya doğru düşmeye başladım.
Tam düşerken de alnımın
ortasına “şırak” diye bir şey
patladığını duydum.
Ve bayılmışım.
Ayıldığımda evde
yatıyordum. Kafamda yıldızlar dönüyordu....
Eşek oğlu eşek beni
düşürdüğü gibi bir de alnıma çiftesi ile mührünü vurmuş.
Hâlâ alnımda eşeğin
vurduğu çiftenin izi var.
Aman
eşeklere ve eşek oğullarına dikkat!.
Nerede düşüreceği ve
nerede vuracağı bilinmez.
Kayseri,
15.4.2016
Şükrü BİLGİLİ