Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Yahya Kemal Beyatlı'ya ait yukarıda ki “Sessiz
Gemi” şiirini ortaokul birinci sınıfta
Türkçe Öğretmenimiz Sedat Hocamız yazılı sorusu olarak sormuş ve bizden
de bu şiirin açıklamasını istemişti.
O yıllarda doğru dürüst kitap okumadığımızdan mı ilkokul beşinci sınıfa kadar aldığımız
eğitimden mi, ya da benden mi tam olarak bilemiyorum; bir şiir açıklaması
yapılırken şiirin mecaz anlamı olduğunu bilmediğimden “Sessiz
Gemi” şiirini “Limandan bilinmeyen bir başka ülkeye giden bir geminin hareket etmek
için demirini aldığını, bu gemide hiç yolcunun olmadığını, bu yüzdende gemi
kalktığında hiçbir kimsenin kol ve
mendil sallamadığını, rıhtımda kalanların ise elemli olduğunu, günlerce ufka
bakarak ağladıklarını...” yazmıştım.
O zaman ki zekâm ile bu şiirin “Bir Ölüm Yolculuğu”nu anlattığını
idrâk edememiştim. Bu yüzden de “ölüm”
temasını anlatmamıştım; tabi ki yazılıda hocamızdan umduğumuz notu da alamamıştım.
Ne zaman ki yetmiş sekiz kuşağından bizlerin arkadaşları;
ilk önce Nihat Özyurt, daha
sonraları Coşkun Arslan, Hakkı Demir,
Halit Yılmaz, Hışırlılı Yılmaz Hoca, Uğur Okur, Mustafa Yılmaz, Azmi Küçük ve son olarak da Melih Durukan aramızdan ayrılmaya
başladıklarında “Sessiz Gemi”nin
neyi anlatmak istediğini daha iyi anlamış oldum.
Bizler de bir gün şiirde anlatıldığı gibi “Sessiz Gemiye” bineceğiz ve rıhtımda
kalan dostlarımız, eşimiz, çocuğumuz arkamızdan gözyaşı dökecekler; belki döner
diye umutla bekleyecekler. Ama şairimizin dediği gibi ” Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.”
İşte bakın yıllar geçti. Ortaokul arkadaşlarımdan Nihat
Özyurt, Coşkun Arslan, Hakkı Demir, Halit Yılmaz , Azmi Küçük, Hışırlılı Yılmaz Hocamız , Uğur Okur, Mustafa Yılmaz, Melih Durukan gittikleri yerden geri döndüler mi?
Dönmediler, dönmeyecekler; çünkü onlar ebedî âlemde
bizlerinde aralarına katılmamızı bekliyorlar. Yüce Yaradan Yüce Kitabında “Her canlı ölümü tadacaktır” diyor.
Kimi Nihat Özyurt kardeşim gibi on sekizinde, kimi Halit Yılmaz kardeşim gibi
otuz beşinde , kimi Hakkı Demir ve Coşkun Arslan kardeşim gibi otuz
sekizinde kimi Hışırlılı Yılmaz Hocam
gibi kırk sekizinde, kimi Azmi Küçük kardeşim gibi elli beşinde, kimileri de
daha ileriki yaşlarında ölümü tadacak.
Bundan kaçış yok. Eninde sonunda hepimiz bir gün kara toprakla yüz yüze geleceğiz. Kimimiz
önce kimimiz sonra.
Rahmetli Babam ölüm döşeğinde yatarken bir sabah “Oğlum
bu gece rahmetli Emmini, Hamit Enişteni ve Vahit Çavuşu rüyamda gördüm.” Dedi.
Ben de:
“Baba yoksa seni yanlarına mı çağırıyorlar”
dediğimde ”Evet oğlum her ikisi de bana ‘Yanımıza ne zaman
geleceksin?’ dediler. Ben de onlara ‘Yaradan’ımdan yüz yaşına kadar yaşamak
için mühlet aldım. Hadi varıverin varıverin’dedim.” Dedi.
Altı aydır yatakta yatmasına, ayaklarının tutmamasına ve
seksen yedi yaşında olmasına rağmen rahmetli babam hâlâ bu dünyada yüz yaşına
kadar yaşamak istiyordu. Maalesef seksen yedi yaşında hakkın rahmetine
kavuştu.
Ama birileri ise sanki bu dünyadan bıkmış, daha hayatının
baharında iken içtiği sigara paketi üzerinde “Sigara sağlığa zararlıdır” yazısını okuya okuya sigarayı
tellendirmeye, “İçki kötülüklerin anasıdır” hadisini
duya duya da içki içmeye devam ediyor; yani sigaradan
akciğer kanseri olan çok sevdiğim arkadaşım Halit Yılmaz gibi bile bile ölüme
koşuyor....
Gerçi bana yazdığı 1985 tarihli mektubunda sigarayı
bıraktığını ve namaza başladığını yazıyordu sevgili arkadaşım Halit. O sigarayı
bırakmıştı ama sigara onun yakasına yapışmıştı, bırakmıyordu. Arkadaşımın
ciğerlerini söndürmüştü yıllardır içtiği sigara.
Bir gün iş çıkışında üzerinde pijaması, ayaklarında
terlikleri ve elinde bir dosya ile karşımda Onu gördüğümde çok şaşırmıştım.
Daha o hiçbir şey söylemeden:
“Ne var Halit?” dedim, “Ben seni ziyarete gelecektim.
Niçin geldin?.Yoksa hastaneden mi kaçtın?”
“Yok Şükrü. Korkma. Hastaneden kaçmadım. Seninle bir
şeyler konuşacağım.”
“Ne konuşacaksın. Çabuk söyle. Beni meraklandırma. Sahi
şu elindeki dosyadaki evraklar neyin nesi?”
“Şükrü ben de sana bu dosyadaki evraklardan bahsedeceğim.
Bak İbni Sina Hastanesine yattığımdan bugüne kadar bana neler yapıldı ise bütün
tetkikler, tedaviler, verilen ilaçlarla ilgili ne kadar evrak varsa hepsinin
fotokopisini çektim. Şu en sonda gördüğün evrakta da hastalığın adı
yabancı kelime ile yazılı. Şükrü
ciğerlerimden parçalar aldılar. Bana hastalığımın ne olduğunu doktorlar söylemiyorlar.
Ne olur sen sizin doktorlardan şu kelimeyi bir sor?” demişti.
Belli ki kendisi korkudan doktorlara soramamıştı ya da
doktorlar morali bozulmasın diye gerçeği yüzüne tam söylemişlerdi. Benden ise
kendisinin hasta olmadığına dair bir haber, bir ümit bekliyordu.
Ben yazıyı okur okumaz yıkılmıştım. Tepemden soğuk terler
boşanmıştı. Bu kelimenin Türkçe karşılığı “Akciğer
Kanseri” idi. Arkadaşım akciğer kanserine yakalanmıştı. Akciğer kanserine
yakalanan da fazla yaşamaz diyorlardı. Akciğer Kanserine yakalanma nedeni de
1985 yılına kadar içtiği sigara idi. Bakın sigara ile ilgili bir Wep sitede
kansere ve birçok hastalıklara sebep olan sigara hakkında neler yazıyor. Okuyalım...
”
Bütün kanser uzmanları, katran içeren tütün dumanı solumanın kanserin, en
azından, en önemli nedeni olduğunda hem fikirdirler. Tütün dumanı, sadece
akciğer değil, gırtlak, böbrek, pankreas ve mesane kanserlerine de yol
açmaktadır ve bunların hepsi hem öldürücü olabilmekte hem de tedavileri çok
zordur.
Tütün dumanı, sadece sigara veya pipo içinler için değil, bunları
içmedikleri halde dumanını soluyanlar içinde tehlikelidir. ''Pasif içicilik''
denilen bu durum, kansere yola açabileceği gibi astım, bronşit gibi göğüs
hastalıklarına yakalanma riskini de taşımaktadır. Sigaranın, kanserden daha
fazla ölüme yol açan kalp hastalıklarının da önemli nedenidir, olduğunca
azaltmak olmalıdır”
Acaba diyorum, sevgili sayın Halit Yılmaz arkadaşım bu satırları sigara
içmeye başladığı günlerde okusa idi, yine sigara içer miydi?
Sanırım içmezdi ve otuz beş yaşında da aramızdan erken ayrılmazdı.
Biliyorsunuz “Naat”, Peygamber efendimizi övmek için yazılmış şiirlerdir.
Arif Nihat Asya'nın, tam iki yüz mısralık “Gel Ey Muhammed Bahardır...”
naat”ının son satırlarında şöyle diyor:
“Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına,
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezanlarını Dâvût okusun!
Konsun, yine pervazlara
Güvercinler;
“Hû hû”lara karışsın
Âminler
Mübarek akşamdır;
Gelin Ey Fâtiha'lar Yâsin'ler!”
Bugün mübarek Mavlid Kandili. Sizlerden Arif Nihat
Asya’nın “naat”’ındaki gibi önce Peygamberimizin, sonra da gelmiş geçmiş
peygamberlerin, evliyaların, enbiyaların, tüm sevdiklerimizin , özellikle
bizlerin arasından “Sessiz gemi” ile
uzaklaşmış arkadaşlarımızdan Nihat
Özyurt’un, Coşkun Arslan’ın, Hakkı Demir’in, Halit Yılmaz’ın, Hışırlılı Yılmaz Hocanın, Uğur Okur'un, Mustafa Yılmaz 'ın , Azmi Küçük’ün ve son olarak da Melih Durukan'ın ruhlarına gelin Fatiha’lar, Yasin’ler okuyalım.
Mevlid kandilinizi kutlar, hayırlara vesile olmasını
dilerim.
El Fatiha...
Şükrü Bilgili