Ana Sayfa
İletişim
Bize Ulaşın
Üye Girişi
Ziyaretçi Defteri
Mobil Bölüm
Ana Sayfa Foto Galeri Video Galeri
ANA SAYFA  / MAKALELER-ANILARIM

ÖLDÜRMEYEN ALLAH ÖLDÜRMÜYOR!..


ÖLDÜRMEYEN ALLAH ÖLDÜRMÜYOR!..



 Paylaş
 25 Mayis 2020 18 : 27 

 ÖLDÜRMEYEN ALLAH ÖLDÜRMÜYOR!



Ramazan bayramının (25.5.2020) ikinci günü, ortaokul 3/A sınıfında aynı sırada Rahmetli Nihat Özyurt ile birlikte oturduğumuz çok sevdiğim bir arkadaştan öte bir kardeş gibi olduğumuz Fikri Başer arkadaşım telefon ile arayıp, bayramımı kutladı.


Bayram kutlamasından sonra yarım saate yakın sohbet ettik. Uzun süredir görüşemediğimizden dolayı konuşmamız uzadıkça, ortaokul yıllarımıza daldık gittik...




Alaca Nedim Tuğaltay Ortaokulunun yeni yapılan binasının girişte sağdan dönülünce ilk sınıfının en yaramaz, en hareketli , en sevimli iki öğrencisiydik. Merhum Nihat arkadaşımız bize göre daha sakin ve ağırbaşlı idi. Nihat ile ilkokul birden beşe kadar da aynı sınıfta okumuştum. Onunla yedi yaşımdan beri tanışıyordum. Rahmetlinin yıllar sonra Ankara Çubuk barajında yüzerken öldüğünü duyduğumda ilk vefat eden bir arkadaşım olması nedeniyle kahrolmuştum.


Rahmetli Nihat arkadaşım ile ölmeden önce Yozgat yolunda volta atarken, kapılarının önünde karşılaşmıştık. Liseyi yeni bitirmişti, o kısa görüşmemizde "Gazi Üniversitene beden eğitimi öğretmenliği mülakatına gireceğini, biraz yüzmeyi iyi öğrenmesi gerektiğini." söylemişti. Bu konuşmamızdan fazla bir zaman geçmemişti ki Nihat arkadaşımızın barajda boğulduğunu duyduk. Mekanı cennet olsun. Allah rahmet etsin. Çok iyi bir arkadaşımdı Nihat...



Fikri ile 3/A sınıfında tanışmış, kanka olmuştuk. Fikri sol tarafımda kızlar tarafında idi, Nihat'ta sağ tarafımda orta sıraların en önünde birlikte oturuyorduk. O yıl babasının görevi icabı Alaca’ya Osmancık ilçesinden gelmişlerdi.  Her ikimize “muhteşem ikili “ diyorlardı. Aynı boyda idik. O biraz esmer ben ise sarışındım. Fikri’nin yanakları elma gibi kızarıktı. Benim de onunki kadar kızarık olmasa biraz allık vardı. Bu yüzden kızların bulunduğu sınıfımızda  bizleri de kızların safına dahil etmişlerdi erkek arkadaşlar:  “ Fikriye, Şükriye” demeye başlamışlardı. 


Üçüncü sınıflarda tek kız olan sınıf bizim sınıfımızdı. Hatırladığım kadarı ile ona yakın kız arkadaşımız , otuza yakın da erkek arkadaşımız vardı sınıfta. Sınıfımızdaki kızların koruyucusu biri bendim, biri Fikri , biri de ilkokulda birlikte okuduğum “Kara Fatma “ dediğimiz; gözlerinin beyazlığının oldukça fazla olduğu iri ve yuvarlak gözleriyle herkesin dikkatini çeken , esmer tenli, orta boylu, tam bir erkek  gibi iki elini belinin kenarlarına koyup bacaklarını yan yan açarak yürüyen eli sopalı Melahat’tı. 


Teneffüslerde sınıfımızın kapısı açık olduğunda , sınıftaki kız arkadaşlarımıza bakmaya gelen diğer sınıftaki talebelere, Fikri ile ben kovalamaya çalışırdık. Baktık gitmiyorlar, kapıyı kapatırdık. Gücümüz yetmezse olayı Erkek Fatma Melahat arkadaşa havale ederdik. 


Erkek Fatma Melahat, bizim uyarımız üzerine derhal kapıya gelir , kapıdan içeriyi temaşa eden arkadaşları eli ile şapur şupur vurarak uzaklaştırırdı...Bu yüzden Fikri’yi de, beni de sınıfımızın kapısına gelen genç delikanlılar sevmezdiler...


Fikri ile çok maceralarımız oldu. Hepsini yazsam sayfalar sığmaz. Ama bugünkü bayram görüşmemizde, bugün hala hayatta olduğuma şükrettiğim bir olayı hatırlattığında , tüylerim ( başımda olmayan saçlarım) diken diken oldu.


Bu olayın hikayesine geçmeden önce size “kader ve kaza hakkında”  kısa bir bilgi verip, ölümden döndüğüm bu kaza anını sizlerle paylaşacağım... 


“İmanın altıncı şartı, kadere, hayır ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna imandır. Amentü’deki, (Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ) ifadesi, kaderin, hayır ve şerlerin hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna iman etmeyi bildirmektedir.


İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allahü teâlânın takdir etmesi iledir. Kader, lügatte, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir. Allahü teâlânın, bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader denilmiştir. Kaderin, yani varlığı dilenilen şeyin var olmasına Kaza denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına kader denir. Allahü teâlâ, olacak her şeyi ezelde, sonsuz öncelerde, biliyordu. İşte bu bilgisine kaza ve kader denir.”(1)


Her mümin kul gibi ben de “ Kaza ve kadere” inanıyorum... 


Fikri arkadaş ile yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Bazen bizim eve gelirdik. Annem bizlere bazlama, çörek yapar yerdik. Bazen de onlara giderdik. Rahmetli annesinin yaptığı nefis yemekleri yer, birlikte ders çalışırdık. 


Fikri arkadaşımızın babası ormancı idi. Çok güzel bir atı vardı. Ona binip köy köy dolaşıp ormanlardan ağaç kesip kesmeyenleri kontrol ediyordu. Fikri’nin babasının atına binmeyi içimden çok istiyordum. Ama daha çocuk olduğumuzdan müsaade etmez diye babasına hiç söylemedim. Söyleseydim belki Fikri ile ikimizi gezdirebilirdi. Beni hem annesi hemi de babası çok severdi. Hatta Fikri’nin abisi adaşım Şükrü’de Fikri ile arkadaş olduğumdan çok memnundu...Evlerinde ders çalışırken annesi ikimize ne ikram edeceğini şaşırırdı. Evimizde o güne kadar yemediğim bir çok şeyi ( bisküviyi, çikolatayı vb) orada tatmıştım...


Fikri’nin babasının bir de yeşil elbisesinin bel tarafına palasla üzerinde takılı meşin kabın içinde bir tabancası dikkatimi çekerdi. Çocukluğumuzda Teksas ,Tommiks gibi çizgi romanlarını okuduğumuzdan tabancayı çok severdik. Silaha çok meraklıydık.  Okumuzu, yayımızı, kılıcımızı ağaçlardan kendimiz yapardık... Sadece tabanca , tüfek yapamazdık.  


Çarşıda o yıllarda tenekeden yapılan siyah çocuk tabancaları satılırdı. Bayramlarda topladığımız paralarımızla mantar tabancası alırdık. Tabancanın yanında bir de patlatmak için bir kutu mantar almayı unutmazdık. Bu mantarları tabancanın ağzına sıkıca yerleştirir, tetiğe basardık. Tabancanın ağzından ateşle birlikte “Pat” diye bir ses çıkardı. Bu sesten büyük bir zevk alırdık. 


Bazen tabancayı arkadaşlarımızın yüzüne yanlışlıkla sıktığımız olurdu, arkadaşımızın yüzü veya gözü yaralanır bizimle kavga ederdi. Bir daha ki bayrama kadar da konuşmazdık bu arkadaşla...Küserdik uzun bir süre birbirimizle....


Bir gün şeytan beni dürtükledi. “Fikri , babanın tabancasını çok merak ediyorum. Babanın haberi olmadan getir de bir inceleyelim “ dedim. 


Demez olaydım....


Fikri arkadaşım , benim o güne kadar hiç bir talebimi geri  çevirmemişti. Hatta havanın çok soğuk olduğu, diz üzeri karın yağdığı bir kış gününde , dersleri asıp kaymaya gidelim teklifimi bile reddetmemişti. 


İki kilometre uzaklıktaki Tezekan (Özhan Mahallesinin) Mahallesinin Arhanlıların oturduğu,  eski Sanayi Çarşısına( Şu anda sebze haline)  bakan yamaçtan ta özün (çaya) kenarına kadar, karın üzerinde üstümüz ile birlikte bazen yuvarlanarak  bazen kayarak , gülerek, eğlenerek saatlerce kaymıştık; elbiselerimiz cımcılık su olmuştu, ayakkabılarımızın üst kısımlarından giren karlarla çoraplarımız ıslanmış, nerede ise donacak bir vaziyette bizim eve gelip sobanın karşısından ıslanmış elbiselerimizi ve çoraplarımızı kurutmuştuk. 


O gün ilk defa bir ölümden dönmüştük. 


Bahar aylarının yine bir gününde ikindi vakitleri Fikri ile buluşmuştuk. Fikri göbeğinin altındaki kabarıklığı eliyle işaret ederek “ Şükrü, senin istediğin babamın silahını getirdim. Şu anda gömleğimin altında. Çok merak ediyordun. Hadi sana onu göstereyim” dedi.


Birlikte yürüyerek Toki Blokların bulunduğu Ankara yolu üzerindeki , Eski Sanayi Çarşısının yanındaki Setin bir kaç metre ilerisindeki özün (çayın) içine girdik. 


Özde sadece kafalarımız gözüküyordu. Fikri gömleği altındaki babasının silahını çıkardı. Ben tam karşısında ilk defa yakından gördüğüm tabancaya merakla bakıyordum. 


Fikri, elindeki tabancayı bir eliyle tutarken diğer eliyle üsteki mekanizmayı hareket ettirdi. O sırada şakur şukur sesler çıktı. Bu seslerin ardından da “pat” diye bir ses duydum. Fikri, karşımda donmuş bir şekilde hareketsiz duruyordu. 


“ Ne oldu Fikri ? Niye sustun. Karşımda put gibi niye oldun?“ dedim....


Kaç dakika Fikri şok vaziyette  durdu hatırlamıyorum. Biraz sonra Fikri  “ Ulan Şükrü, nerdeyse seni vuracaktım. Pat diye bir ses işitmedin mi? Tabancanın ağzında mermi varmış. O patladı. Mermi senin iki bacağın arasından geçti. Toprağa saplandı. Ondan dolayı dondum kaldım. Korktum. Dilim damağım birbirine kenetlendi. O yüzden ilk anda sana cevap veremedim.” deyince, benim bacaklarım titremeye, onbir onbir maç etmeye başladı. Bacaklarımın arasından da ılık bir şeyin aktığını hissettim...


Fikri, elindeki tabancayı yere koydu. “Bana şöyle geri çekil bakayım Şükrü “ dedi, bacaklarımın arasından geçip toprağa saplanan mermiyi yerden aldı ve bana gösterdi: “ Şükrü, eğer elimdeki tabancayı beş santim yukarıda tutsa idim, seni göbekten vuracaktım. Çok sevdiğim arkadaşımın katili olacaktım. Rabbim seni de beni de korudu. Şükürler olsun...” dedi ve bana sarıldı, ardından da hıçkırarak ağlamaya başladı...


İşte , benim bir merakım yüzünden alnımıza o gün bir ölüm yazılsa idi; Korona denen bir mikrobun bizlere yaşattığı, hüzünlü bir şekilde geçirdiğimiz, evlere  kapandığımız, anamızı, eşimizi, dostumuzu, arkadaşımızı, komşumuzu ziyaret edemediğimiz, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpemediğimiz ve sevdiklerimizi muhabbetle kucaklayamadığımız bu bayram günü , Fikri arkadaşımla telefonla görüşüp “kaderimizde yazılı bu kaza anını “ yadedemeyecektik...


“Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Kaderin üzerin de bir kader daha var “ demek ki. Her şeyin bir vakti saati var... 


Rabbim bizlere “Hayırlı ömürler ve hayırlı ölümler “ nasip etsin...


Amin...





(1) Kaynak:dinimizislam.com/detay.asp?Aid=247

 
Haber :
Bu Haber 3261 defa okundu
 
Anahtar Kelimeler :Hayatım, ortaokul yıllarım, Fikri Başer, Nihat Özyurt,

YORUM EKLE
TAVSİYE ET

 Yorumlar ( 1 )

Sayfa : [1]
ÖLDÜRMEYEN ALLAH ÖLDÜRMÜYOR..
50 yıldır hiç kopmadığım canım kadar sevdiğim ve süper zekası ile hep gururlandığım, kardeşim şükrü eski günlerimizi harfi harfine uygun olarak kaleme almış. okurken bazen gözlerimden süzülen yaşları sildim, çok duygulandım. hele rahmetli kardeşimiz nihat özyurt la yaşadıklarımızı hatırlatması hüznümü çok artırdı. sağolasın şükrüm.
Gön : Fikri Başer  25 Mayis 2020 : 21:36:15  

Sayfa : [1]
İlgili Haber
Köşe Yazarları
Foto Galeri
Kırım haritası
İzlenme : 5758
Alacamızın Mecnunları
İzlenme : 5741
Semer
İzlenme : 3159
Mustafa Abdülemil Kırımoğlu ve Cengiz Dağcı
İzlenme : 2539
Çok Okunanlar
BUGÜN BU HAFTA BU AY

 

 

 

Sosyal ağlarda bizi takip et
Copyright © sukrubilgili.net.tr